Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

HÜZÜN KOKULU AŞK Hayatım boyunca çeşitli korkular yaşadım içimde. Hem de en acımasız olanlarını… Yine de kimseye söylemedim. Hiç kimseyle paylaşmadım, yaşadıklarımı. Daha çocukken o küçücük yüreğime korkunun her türlüsü yerleşti. O zamandan beri bu duyguyla iç içe yaşadım. Bu yüzden de korkuyu içinde saklayan kişileri ben gözlerinden tanırım. Onu ilk kez bir arkadaşımızın işlettiği ve boş zamanlarımızın büyük bir bölümünü geçirdiğimiz çay bahçesinde gördüm. Grup arkadaşlarımızın arasında oldukça tedirgin duruyordu. Dikkat çekici bir güzelliği vardı. Daha onu görür görmez çok etkilenmiştim. Bir arkadaşımız sayesinde aramıza katılmıştı. Yüzünde zoraki olduğu belli olan bir gülümsemesi vardı. Durgundu. Tanışma esnasında bile pek fazla konuşmuyordu. Çekingen bir yapısı vardı. Yanına gidip kendisine gülümseyerek elimi uzattım. --Ben, Kerem… --Ben de Bahar… Memnun oldum. O esnada bir şey dikkatimi çekti. Hep aşina olduğum korku onun gözlerinde de vardı. Sahip olduğum korkunun aynısını ilk kez bu kadar yakından ve bu denli güzel bir kadının gözlerinde görüyordum. O an pek çok duyguyu bir arada yaşadım. Sanki tüm yalnızlığımdan arınmış gibiydim. Dünyanın tüm dertleri sadece benim omuzlarımda değildi. Onun elini sıkarken kendimi çok daha cesur hissetmiştim. Sanki eksik olan diğer yanımı bulmuş gibi. Sanki içimde bir boşluk vardı ve onun varlığıyla bu boşluk tamamen dolacaktı. Keşke Bahar’ın gözlerindeki hüznü silebilsem. Keşke onu korkularından arındırabilsem. Ne iyi olurdu. O zaman kendimi de tamamlanmış hissederdim. Gerçi henüz kendi korkularımdan bile kurtulmadan bunu nasıl yapacağımı bilmiyordum. Bahar’ın gelmesiyle çay bahçesinde sanki çiçek açmıştı. Zamanla o çiçek benim yüreğimde de açacaktı. Hiçbir zaman yüreğimde kötülüğe yer vermedim, ben. Şimdiye kadar hiç kimsenin kötülüğünü de istemedim. Yüreğim bir çiçeğin açması için ideal bir yerdi. Üstelik bu çiçek beni de olgunlaştıracaktı. Hayata karşı daha fazla dik durmamı sağlayacaktı. Dahası dünyam aydınlanacaktı. Bahar’la birlikte yüreğime sevgi çiçeğinin tohumu düşmüştü bir kere. Neden o diye hiç kendime sormadım. Çünkü onun yakınındayken huzurluydum. Zaten zamanla fazlasıyla neden ürettim. Ama en önemli neden, dünyaya benim gibi bakan gözleriydi. Bakışları hüznün tüm renkleri vardı. Üstelik yaralıydı. Çektiği acı yüzünden belli oluyordu. Kendimi onun aynasında görüyordum. İlk kez gerçek anlamda yaşadığımı hissediyordum. İçim içime sığmıyordu. İlk kez bana benzeyen biriyle karşılaşmak beni heyecanlandırmıştı. İlk kez bu dünyada yabancılık çekmiyordum. Hem onu korkularından arındırabilirsem kendi korkularımdan da kurtulacaktım. Ama grubun diğer erkekleri daha şimdiden Bahar’ın etrafını sarmıştı bile. Onlarla başa çıkmam bir hayli zor olacaktı. Üstelik hepsi oldukça konuşkan, esprili, bir kadını rahatlıkla elde edebilecek özelliklere sahipti. Benim onlarla yarışacak cesaretim yoktu. Çünkü ben en iyi anlaştığım arkadaşlarımın arasında bile zaman zaman sessizliğimi korurdum. İçime kapanır, bir nevi sürgün hayatı yaşardım. Bir kadınla tanışmak konusunda ilk adımı atmakta her zaman zorlanırdım. Bazen kalabalık arasında bile o kadar yalnız kalırdım ki, o an hiç kimse benim farkımda olmadığını düşünürdüm. Haykırışlarımı, attığım çığlıkları kimselere duyuramazdım. Ben annem ve babamın tek umuduydum. Onlar tüm çocuk sevgisini bende tadacaklardı. Ben de onları her zaman gururlandıracaktım. Dünyaya bu amaç için gelmiştim zaten. Öyle söylüyorlardı. Onlara hayal kırıklığı yaşatmaya hakkım yoktu. Daha çok küçüktüm. Annem beni misafirliğe götürdüğünde tüm kadınlar salonda konuşurken ben sessizce bir kenarda otururdum. Diğer çocuklar kendi aralarında oynarken ben elime verilen oyuncakla kendi kendime oynardım. Tek başıma… Maşallah, derlerdi bana... Ne uslu çocuk… Hiç yaramazlık yapmadığımı söylerlerdi. Bu yüzden annem benimle gurur duyardı. Beni daha fazla severdi. Beni sevmelerinin yolunu daha çok küçükken öğrenmiştim. Ne kadar sessiz kalırsam o kadar iyiydi. Ne kadar söz dinlersem o kadar güzeldi. Sevgiye giden yol, iyilik ve güzellikten geçiyordu. İyilik ve güzellik ise sessizlikten… O yüzden ben sessiz kalmanın önemini daha çok küçükken öğrendim. Daha o yaşlarda yalnızlık yer etti, yüreğime… Bu sessizliğimi okulda da sürdürdüm. Çok başarılı bir öğrenciydim. Ama bu başarımı öne çıkarmayı sevmezdim. Öğretmenin sorduğu bir soru olduğunda parmak kaldırmaya çekinirdim. Oysa bilirdim, sorunun cevabını. Ama diğer arkadaşlarım parmak kaldırmamıştı. Onların arasında sivrilmek istemezdim. Belki de onları küçük düşürmekten korkardım, kim bilir. Sürekli böyle davrandığım için hiçbir konuda sivrilmedim. Her zaman diğer arkadaşlarımın bir adım gerisinde kaldım. Üstelik de bilerek ve isteyerek… Belli bir gücüm vardı. Üstelik de bu gücümün farkındaydım. Ama hırslarımı içimde söndürmüştüm. Başarı, benim için sadece sınıf geçmekti. İstesem takdirname alabilecekken, teşekkür almaktan bile çekinirdim. Ben fırtınalarımı içimde yaşamayı da öğrendim. Ne zaman bir şeye sinirlensem kendimi tuttum. Ne zaman öfke duysam birine, öfkemi içimde söndürdüm. Ben hayatım boyunca kimseyle kavga etmedim, bu yüzden. Kimseyle dalaşmadım. Kimseye küfretmedim. Ben hiçbir zaman kötü olamadım, kısaca. Tüm bunlar bana sadece susmayı öğretti. Susmak, iyi olmaktı. Susmak, her türlü korkuyu içinde saklamaktı. Ben susmayı da, iyi olmayı da çocukluğumda öğrendim. Bu yüzden içimde sakladığım korkular her zaman takip etti beni. Kurtulamadım. Şimdi de benim kadar korkuları olan bir kadını tüm korkularından kurtarmayı düşünüyordum. Üstelik de bunu grubun diğer erkeklerine rağmen yapacaktım. Gerektiğinde savaşacak, Bahar’ı onların eline bırakmayacaktım. İçimde bir güç vardı ama bu gücü nasıl kullanacağımı bilmiyordum. Ama Bahar’ı gördüğümde ilk kez içimde sakladığım güç harekete geçmişti. İlk kez bir şeyler için mücadele etmem gerektiğine inanıyordum. İlk kez kendi varlığımın farkına varıyordum. xxxxx Grubumuz oldukça kalabalıktı. Bu kadar kalabalık olmamıza neden olan biraz da çay bahçesiydi. Orası bizi bir araya getiren bir mekandı. Hepimizin sevdiği bir yerdi. Bahar’ın gelmesiyle benim için önemi daha da arttı. Bahar, zamanla üzerindeki ürkekliği atmıştı. O da fırsat buldukça çay bahçesine geliyordu. Onun aramıza katılması pek çok kişinin ilgisini çekmişti. Ama hiç kimse onun gözündeki hüznün farkında değildi. Bu denli güzel bir kadının iç dünyasında karanlık bir boşluk olabileceği kimsenin aklına gelmiyordu. Bahar’ın kendisinden bile ne kadar uzakta olduğunu, ne denli kaybolduğunu kimse görmüyordu. Oysa o kadar parçalanmış iç dünyası vardı ki. O yüzden de Bahar; kendisine korkularını hatırlatan kişilerle değil, güzel vakit geçirtenlerle bir arada oluyordu. Ruhunu görenleri değil, güzelliğine övgüler düzenlerle sohbet etmeyi seviyordu. Çünkü Bahar da benim gibi korkularını saklıyordu. Onların açığa çıkmasını istemiyordu. xxxxx Cumartesi öğleden sonra çay bahçesine uğradım. Bizim gruptan kimse yoktu. Bir süre oturdum. Tam kalkmak üzereydim ki Bahar geldi. Yalnızdı. Onu yalnız gördüğümde içimi büyük bir sevinç kapladı. Ama heyecanımı gizlemek zorundaydım. Beni görünce yanıma geldi. --Sanırım kimse yok. --Evet, ben de az önce geldim. Ama birazdan gelenler olur. Karşımdaki sandalyeye oturdu. --Bir şey içer misin, Bahar? --Teşekkürler, Kerem. Soğuk bir limonataya hayır demem. Bir süre bakıştık. O an ruhumun ne kadar derinlerine inebildiğini merak ediyordum. Ben onun korkularını görebildiğime göre o da benimkileri görebilirdi. Limonatasını içerken bana gülümsedi. Bir sıcaklık vardı bu gülümsemenin ardında. Bir içtenlik… Onunla bu şekilde bütün gün bakışmak ne güzel olurdu. Bir şeyler söylemeliydim. Sessizce oturmanın zamanı değildi. Benden sıkılmasını istemezdim doğrusu. Ama sözcüklerimi de dikkatli seçmeliydim. Gereksiz, hiçbir anlamı olmayan cümleler aramıza engeller çıkarabilirdi. Onu benden uzaklaştırabilirdi. --Seninle ilk karşılaştığım günü hatırlıyorum da… Biraz durgun görünüyordun. Şimdilerde seni neşeli görmek çok güzel. Bir süre cevap vermedi. Sanırım ne diyeceğini o da tam olarak bilmiyordu. --Aslında haklısın. Ne de olsa yabancı bir ortam. Ama hepiniz çok iyi arkadaşlarsınız. --İyi ki geldin, Bahar. İyi ki aramıza katıldın. Ben kendi adıma seninle tanıştığım için çok mutluyum. --Teşekkür ederim. Bu ortamı ben de çok sevdim. Bir süre yüzüme baktı. Daha önceki bakışlarından farklıydı. --Kerem… Bunu nasıl söyleyeceğimi bilemiyorum, ama sen çok değişik bir insansın. --Nasıl yani…? --Dediğim gibi, bilemiyorum. Senden korkmalı mıyım, yoksa sonuna kadar güvenmeli mi. İnan bana, sana baktığımda pek çok duyguyu bir arada yaşıyorum. --Umarım sana hayal kırıklığı yaşatmamışımdır. --Sorun senin davranışında değil, Kerem. Benim sende gördüklerimde… Gülümsedim. Merak ediyordum söyleyeceklerini. O da benim iç dünyamı, korkularımı görüyor olmalıydı. Ama bunu kelimelerle ifade edemiyordu. --Bana ne kadar uzaksın, ya da ne kadar yakın; bilmiyorum. Bana yabancı mısın, yoksa gerçek bir dost mu; onu da bilmiyorum. Diğer arkadaşlar hakkında bir şeyler söyleyebilirim ama senin için bu çok zor. Seni analiz edebilmek gerçekten çok zor, Kerem. --Belki zamanla beni daha iyi analiz edebilirsin. --Belki de… Peki sen bana baktığında neler görüyorsun? Bir süre hayranlıkla yüzünü seyrettim. --Bunu şu an söylemesem, olur mu? Gülümsedi. --Elbette. Nasılsa herkes kendisini biliyor. Henüz bu kadar kısa zamanda birbirimiz hakkınızda ahkam kesmek doğru olmaz. Belki zamanla birbirimizi daha yakından tanırız. --Bunu gerçekten çok isterim. İlk kez tatlı bir esinti ruhumu okşuyordu. İlk kez ortam bu denli huzur doluydu. Sanki şimdiye kadar geçmişimi gizleyen sis perdesi biraz olsun aralanmıştı. Buna neden olan şey de Bahar’ın gözleriydi. Bir an için onun gözlerinden seyrettim, dünyayı. Ve ilk kez yaşamın çok güzel olduğunu düşündüm. Farklıydı. Hem de herkesten farklıydı. O kadar doğal davranıyordu ki. O kadar iyi hissettiriyordu ki kendimi. Onun çekim alanına girdiğimin farkındaydım. Üstelik de karşı koymadan… Üstelik de kendimi bütünüyle özgür bırakarak… Konuşurken her kelimesini özenle seçiyordu. Tartışmaya kolay kolay girmiyordu. Mecbur kalmadıkça hayır demiyordu. Öylesine kırılgan ve bir o kadar da zarifti ki. Yine de ben onun varlığından güç alarak her derdin üstesinden gelebileceğimi hissediyordum. Meğer ne büyük sıkıntılarım varmış. Meğer nasıl da büyük bir cenderenin altında eziliyormuşum. Dört bir yanımın kalın duvarlarla çevrili olduğunu anlamadan yaşamışım şimdiye kadar. Ömrümü tüketmişim. İlk kez varlığımın tadına varıyordum. İlk kez korkularımdan biraz olsun arınmıştım. İstediğim her yere uçabileceğimi düşünüyordum. Bendeki bu değişimin nedenlerini sorguluyordum. Onun etrafında bunca insan varken belki de sadece ben bu duyguları yaşıyordum. Belki de sadece benim içimde bu sıcaklık vardı. Kısa bir zaman önce dünyanın labirentlerinde kaybolmuşken belki de sadece ben kendimi bulmuştum. X Artık Bahar’la daha sık sohbet etmeye başlamıştık. Benimle her konuda konuşuyor, bir sorunu olduğunda bana danışıyordu. Bu da benim çok hoşuma gidiyordu. Zaman zaman arkadaşlarımızla gittiğimiz eğlence mekanlarında en çok benimle dans etmeyi seviyordu. O anlarda kendimi çok özel hissediyordum. Grubun diğer erkeklerinin gözündeki tatlı kıskançlığı görmekten mutluluk duyuyordum. Sanki gücüm yerine gelmişti. Grup içinde sivrilmek o kadar da kötü bir şey değildi. Bahar’la pistte dans ederken bir an için kollarımdan ayrıldı ve sahnede şarkı söyleyen kadının kulağına bir şeyler fısıldadı. Sonra da gözlerime muzip bir şekilde baktı. Kadın; bir süre sonra bir aşk şarkısı söylemeye başladı. Bahar kadına teşekkür ettikten sonra başını omzuma yasladı. Gözleri kapalıydı. Dudağında acı dolu bir gülümseme vardı. Bedeni benimleydi ama o an ruhu bir başkasının kollarındaydı. Bu o kadar belli oluyordu ki. Dans bitip de yerimize oturduğumuzda neşeli tavrını sürdürmeye devam etti. Ama gözlerindeki hüzün gece boyunca silinmedi. Yüreklerindeki acıyı gözlerinde yansıtan kadınlar her zaman ilgimi çekmiştir. Hüznün renklerini dudaklarında taşıyan kadınlara karşı farklı duygular besledim. Bahar da bu kadınlardan biriydi ve ben ilk kez bu kadınlardan birine özel bir ilgi duyuyordum. O kadar masum, o kadar korunaksız bir durumdaydı ki. Çektiği acılardan kurtarıp onun yüreğini sevgiyle doldurmak istiyordum. Ama Bahar’ın yüreğinde bir başka sevgi vardı. Kimi insan sevgisini bir ağacın gövdesine isimlerinin baş harflerini kazıyarak gösterir. Kimi de sevgilinin verdiği tek bir çiçeği kitap sayfaları arasında saklayarak. Bazen sevgi, yıllar önce birlikte izlenen sinema filmiyle yeniden ortaya çıkar. Bazen de eski bir şarkı çalındığında… Sevgi yürekte yaşanır ama izlerini pek çok şeyde gösterir. O gece pistte dans ederken şarkıcı kadının söylediği istek şarkıda da kendisini göstermişti. Gerçekten seven insan sevdiğinden ayrıldığında uzun bir süre yüreğine bir başka sevgiyi alamaz. Yüreği de beyni de buna izin veremez. Bu dönemde sadece acısı ve özlemiyle baş başadır. Bahar bir kişiye karşı büyük bir özlem duyuyordu. Onu düşündüğünde yarası yeniden kanıyordu. xxx Cuma akşamı Bahar’a telefon edip kendisini bir yerde kahvaltıya davet ettim. Kabul etti. Amacım grup arkadaşlarımızdan uzakta rahatça konuşabilmekti. Ertesi günü buluşup güzel, sakin bir yerde kahvaltı ediyorduk. Kahvaltı esnasında önemsiz konulardan bahsediyorduk. Ama benim saklayamadığım heyecanım yüzümden belli oluyordu. Bu da Bahar’ın gözünden kaçmadı. --Senin bir sorunun var, Kerem. Bence konuş ve rahatla. Gülümsedim. --Bu o kadar belli oluyor mu gerçekten? --Hem de nasıl… Bir şey söyleyeceksin ama cesaretin yok gibi… Sanki lise öğrencisi gibisin. --Haklısın. Aslında söyleyeceğim şeyleri biliyorum ama nasıl söyleyeceğimi düşünüyordum. --Şimdi meraklandım işte. Umarım söyleyeceklerin can sıkıcı şeyler değildir. --Hayır, hayır, değil. Bahar. Sen aylar önce bana bir şey sormuştun. --Ne sormuştum? --Bana baktığında ne görüyorsun, diye… --Hatırladım. Sen de bana “bunu şu an söylemesem, olur mu” demiştin. Yoksa şimdi neler gördüğünü söyleyecek misin? Bir süre hayranlıkla yüzüne baktım. --Dinlemek ister misin? --Elbette. İnan bana söyleyeceklerini çok merak ediyorum. Çünkü senin değerlendirmelerini her zaman önemsedim. --Ben sende kendimi görüyorum, Bahar. Bir anda çocukça bir tepki verdi. --Ne! Hepsi bu mu yani…? Tüm söyleyeceğin söz bu mu? “Sende kendimi görüyorum”. Ben de neler düşünmüştüm. --Evet, sende kendimi görüyorum. Benim de senin gibi korkularım var, Bahar. Benim de sendeki gibi sakladığım acılarım… Gülümsemesi bir anda dudaklarında dondu. Tepkisini görmek için sustum. Cevap vermedi ama sözlerimi ciddiye aldığı belli oluyordu. --Ben seninle ilk kez göz göze geldiğimde içindeki karanlığı gördüm, Bahar. Oradaki yalnızlığını gördüm. Her ne kadar da sen aramızda neşeli kahkahalar atsan da ben senin sessiz çığlıklarını duyuyorum. Uykusuz gecelerinde yıldızları saydığını görüyorum. Herkesten kaçmak istediğini, yalnız köşelerde saklanmak istediğini görüyorum. Hiç kıpırdamadan tüm dikkatiyle beni dinliyordu. --Sevdiğin bir insan var ve sen onu içinde, yüreğinde kaybetmiş gibisin. Hem ona sahipsin, hem de onun çok uzağındasın. Ne yapacağını bilmiyorsun. Nasıl bir tepki vereceğini onu nerede arayacağını bilmiyorsun. Ben senin içinde kocaman bir özlem görüyorum, Bahar. Yüzünde acı bir tebessüm oluştu. Sesinde bir kararlılık vardı. --Biliyordum, Kerem. Senin beni herkesten daha iyi tanıdığını biliyordum. Çünkü sen farklı bir gözle bakıyordun bana. Sanki içimin röntgenini çekiyordun. Seninle ilk konuşmamızda bunu söylemiştim. Sende bir başkalık olduğunu söylemiştim. Bahar’ın içinde büyük oranda hayal kırıklıkları vardı. Bununla başa çıkamıyordu. Gözleri hep ufku tarıyordu. Boş bir hayali umutsuzca bekliyordu. Davranışlarından büyük bir çaresizlik yaşadığı belli oluyordu. Kurtarmalıydım onu hayal kırıklıklarından… İçini sevgiyle doldurmalıydım. --Biliyor musun, Bahar… Seni ilk gördüğümde ben de çok değişik duygular yaşadım. Bana çok benziyordun. Üzerindeki yalnızlık kokusu seni ele veriyordu. Ben de çoğunlukla yalnızım. Ama çay bahçesinde ne zaman seni görsem yalnızlığımdan kurtuluyorum. Çünkü oraya adım atar atmaz gözlerim seni arıyor. Seni orada gördüğümde mutlu oluyorum. Beni gülümseyerek dinliyordu. Söylediklerimin hoşuna gittiğini düşünüyordum. --Sen beni yalnızlığımdan kurtardın, Bahar. İçimdeki boşluğu doldurdun. Korkularımın ne kadar yersiz olduğunu sayende anladım. Yüreğimin kapısı açılmıştı bir kere… Sözcükler kendiliğinden dudaklarımdan dökülüyordu. Durduramıyordum. -- Benden ne zaman gözlerini ayırsan, hayatın tüm heyecanlarından da uzaklaştırıyorsun beni. Ne zaman ki ellerin ellerimden ayrılıyor, hayatın kendisinden de ayrıldığımı hissediyorum. Gözlerinde birazcık bulut görsem, hüznün herhangi bir rengine tanık olsam, o an seni nasıl neşelendirebilirim, seni nasıl mutlu edebilirim duygusunu yaşıyorum. İçinde sen olmayan bir resim o kadar sıradan, o kadar değersiz ki. Senin adın geçmeyen herhangi bir sohbet o kadar eksik, varlığının olmadığı bir hayat o kadar anlamsız ki. Gözlerinin ta içine baktım. Heyecanımı dizginleyemiyordum. Daha fazla dayanamadım. --Bahar. Ben seni çok sevi… Aniden elini havaya kaldırdı. Sert bir tepki göstererek beni susturdu. --Sus, Kerem! Ne olur sus! Şaşırdım. O an öylesine doluydum ki, bıraksa bir ömre yetecek kadar sevgi sözcükleri sıralayabilirdim. Bana izin vermedi. Belki de içindeki korkulara yakalanmıştı. Sesi titriyordu. --Lütfen! Bir süre sessiz kaldı. İkimiz de sessiz kaldık. Sonra yüzüme bakarak yalvarır gibi konuşmaya başladı. -- Seni seviyorum, deme bana. Lütfen, Kerem… Bu sözü söylemeni istemiyorum. Ne diyeceğimi bilemedim. Çok kötü durumdaydım. Moralim bozulmuştu. --Ben duygusuz bir kadın değilim. Benim yüreğim taştan değil, Kerem. Ben sevgiye, aşka saygı göstermesini bilirim. Çünkü ben de sevdim. Hem de delicesine… Tane tane konuşuyordu. Kelimelerini özenle seçiyordu. Yüzünde farklı bir gülümseme vardı. -- Bir güneş gibi doğdu hayatımın üzerine. Beni tüm sıkıntılarımdan arındırdı, üzerimdeki yükten kurtardı. O hapsolduğum kalın duvarların kapılarını birer birer açıp beni özgürlüğe uçmamı sağladı. İlk kez gökyüzünün bu denli mavi olduğunun farkına vardım. İlk kez yeşilin tüm tonlarını tanıdım. Ben ilk kez yaşadığımı anladım, Kerem... Tüm bunları onun sayesinde yaşadım. Hayatımdaki tüm siyah sayfalarım bir anda silinmişti. Tüm griler bir anda beyaza dönüşmüştü. Keşkelerim kalmamıştı artık. Geçmişteki tüm hayal kırıklıklarım değersiz bir anıya bürünmüştü. Sanki gizli bir el hayatımda yaşadığım tüm olumsuzluklarımı, pişmanlıklarımı alıp, benden çok uzaklara, bilinmez bir diyara götürmüştü. Sakladığı dünyasındaki karanlıklar ilk kez gün yüzüne çıkıyordu. Bahar sevgisini anlatırken ben de kendimi düşünüyordum. İkimiz de bir bilinmezliğe doğru kanat çırpıyorduk aslında. İkimizin de kanatları yaralıydı, bizi taşıyamıyordu. --Ben çok sevdim, Kerem. Hem de çok… Öyle ki onunla dört mevsimi de dolu dolu yaşıyordum. Sonbaharda sarının, baharda mavi ve yeşilin en canlı tonlarında… Yazın sıcağında, kışın ayazında… Yağmurda, deli rüzgarlarda sadece o vardı aklımda. Gündüzümde onun hayali sürekli karşımdaydı, geceleri hep rüyamda. Sevgisi bana güç veriyordu. Yüzüm her zaman aydınlığa dönüktü. Önüme çıkan tüm engelleri, karabulutları savurabilecek kadar o an güçlü hissediyordum kendimi. Gülümsemesi bir anda silindi. Yüzüme baktı. Hesap sorar gibi konuştu. Ama hesap sorduğu kişi ben değildim. --Sen yüreğinde böylesine büyük bir aşk beslerken, sevdiğin kişinin bir başkasının yanında, onun kollarında olduğunu bilsen, ne yapardın, Kerem? Bu son sözlerini öfkeyle söylemişti. Nasıl bir tepki vereceğimi bilemedim. Ama sözleri beni sarsmıştı. Bahar’ın içinde bir fırtına oluşmuştu ve bu fırtınanın kolay kolay dineceği yoktu. Sözünü kesmeden onu dinliyordum. --Ben söyleyeyim. O anlarda uçurumdan aşağı yuvarlandığını düşünürsün. O an öyle bir acı yaşarsın ki, sanki birileri senin yüreğini yerinden söküyor. O an ölmek istersin, Kerem. Ölmek ve yok olmak istersin. Ama yapamazsın. Ölüm o kadar da kolay bir şey değildir, çünkü. Oysa daha öncesinde de pek çok kez aldattı beni. Sonrasında özür diledi. Bir daha olmayacak, dedi. Yalvardı. İnandım ona. Her seferinde inandım ve ben her seferinde onu affettim. Çünkü seviyordum onu. Ne kadar da bana ihanet etse, onun da beni sevdiğine inanıyordum. O da benden uzaklaşamıyordu. Gitse de belli bir süre sonra bana geri dönüyordu. Hemen kollarına atılmıyordum, tabi. Canına okuyordum. Başının etini yiyordum. O da sabırla benim sakinleşmemi bekliyordu. Bir süre sustu. Dudağına acı bir gülümseme konmuştu. --Biliyor musun, Kerem… O anlarda öylesine munis bir kişiliğe bürünürdü ki. Yaramaz bir çocuğun kendisini affettirmek için yaptığı şirinliğe benzetirdim hep. O da bilirdi, böyle davrandığında onu affedeceğimi. Gerçi içimden sarılıp öpmek gelirdi ama hemen teslim olmazdım. Saklardım duygularımı. Yüzüme baktı. Üzerinde büyük bir çaresizlik vardı. --Ben onu hala seviyorum, Kerem. Sanırım hala umutsuzca onu bekliyorum. Sonra hafifçe sesini yükseltti. --Neden, ha…? Neden hala onu unutamıyorum? Neden hala onu bekliyorum? Bana çok çektirdi, o. Çok kez ihanet etti. Neden hala yüreğimde saklıyorum ki, onu? Neden başkasına aşık olamıyorum ben, Kerem? Neden onu hala yüreğimden, beynimden silemiyorum? Sessizce izliyordum, onu. İçinde yaşanan fırtınanın büyüklüğü gözlerinden belli oluyordu. --Yuva yıkanın yuvası olmaz, derler. Kerem, ben şimdiye kadar kimsenin yuvasını yıkmadım. Kimselere kötü davranmadım. Bu ödediğim, neyin bedeli, ha? Hala neyin diyetini ödüyorum? Bir süre sustu. Kendisine gelmesini seyrettim. İçinde büyük bir hesaplaşma yaşıyordu. Belki de ilk kez korkularını biriyle paylaşıyordu. --Sen gözlerime bakarak çektiğim acıları gördüğünü söylüyorsun. Ama yine de gerçek anlamda neler yaşadığımı tam olarak bilmiyorsun, Kerem. Çok acılar çektim ben. Çok uykusuz geceler yaşadım. Yokluğunda kendimi çok değersiz görüyordum. Çöpe atılmış kirli bir mendil gibi… Üstelik de bana bunları yaşatan kişi, beni sevdiğini söyleyen kişiydi. Başıma ne geldiyse bu iki kelime yüzünden geldi. Bu iki kelimeyi bana söylediğinde hemen inanıyordum. Çabuk kanıyordum. Rüya alemine dalıyordum. Artık duymak istemiyorum bu iki kelimeyi, anlıyor musun! Duymak istemiyorum! İçimi yakıyor bu iki sözcük, duygularımı kanatıyor. Bu sözü duyduğumda kendimi biraz daha eksilmiş hissediyorum, Kerem. Biraz daha yok olacağımı düşünüyorum. Ne olur, söyleme beni sevdiğini, söyleme. Başı önünde bir süre sustu. Titriyordu. Gözyaşlarını içine akıttığının farkındaydım. Korkuyordu. Sevilmekten korkuyordu. Yaralıydı. Çok fazla ihanet yaşamıştı. O yüzden de aşk inandırıcılığını çoktan kaybetmişti. Ona göre aşk, aşka ihaneti edenlerin elinde o kadar hor kullanılmıştı ki, artık hiçbir yüceliği kalmamıştı. Bu iki kelimeyi duyduğunda yüreği istemsizce tepki veriyordu. Böylesi anlarda kendisini daha korunmasız hissediyordu. İçinde büyük bir boşluk vardı ve bu boşluğu dolduran da hayal kırıklıklarıydı. İnsan ilişkileri çok karmaşık duygulardan oluşur. Ne yazık ki bu karmaşanın içinde ihanet de var. İnsan ihaneti tanımadan ne kendisinin ne de yaşadığı aşkın gerçek gücünü kavrayamıyor. İhaneti yaşamak, yaşadığı aşkın değerini anlamak açısından bir çeşit tecrübedir aynı zamanda. Tecrübe de güçtür. Bazı insanlar ihaneti yaşadığında pek de önemsemiyorlar. Çünkü aşkın gücünü önemsemiyorlar. Ama aşka değer verenler için durum hiç de böyle değil. Onlar bir kez ihanete uğradıklarında yeniden sevmesi zordur. Tamamen hayata küserler. Yüreğinin kapısını herkese kapatırlar. İnzivaya çekilir, duygularını çarmıha gerer ve öylece beklerler. Bekledikleri, içindeki bu acının kendi kendine dinmesidir. Ama zamanla bu acı dinmediği gibi kişiyi teslim alır. Sonrasında ise acı olmadan yaşayamadığını düşünmeye başlar. Acıya alışır. Acı, özlemdir. Acı, terk eden sevgilidir. Acı, bir yaşam biçimidir artık. Öyle ki sabah kalktığında onun hayaline günaydın der. Onun için bir tabak daha koyar, kahvaltı masasına. Belki bir yerlerde karşılaşabilirim umuduyla onun için süslenir, onsuz nefes alamadığını sanır. O hayal tamamen yok olduğunda kendisinin de yok olacağını düşünür. Bahar çok fazla ihanet yaşamıştı. Artık sevgiye hiçbir inancı kalmamıştı. O kişiyi beklediğini söylüyordu ama asıl söylemek istediği yüreğinin yeni bir aşka kapalı olduğuydu. Yeni bir aşk yüreğinin kapısını çaldığında ise eski korkusu depreşiyordu. Çektiği acı, onun korkusu olmuştu. O yüzden de içinde kurallarını kendisinin koyduğu bir dünya yaratmıştı. Orada sadece kendisinin yaşayabileceğini ve kendi ayakları üzerinde durabileceğine inanıyordu. Kimsenin kanatlarına ihtiyaç duymadan, kendi kanatlarıyla uçabileceğini sanıyordu. Oysa uçmak için sadece kanatlara ihtiyaç yoktur. Havalanmak için bir yerden de destek almak gerekir. Uçabilmek, kısaca hayatı öğrenmek için bu desteğin var olması gerekir. Aşkı yeniden yaşamak için de öyle… Bahar, benim aşkıma karşılık vermedi. Belki beni tam olarak tanımıyordu, belki de o kişi yüzünden tüm erkeklere karşı güvensizdi. Yine de ben ona destek olacaktım. Onu yalnız bırakmayacaktım. Bunu nasıl yapacağımı bilmiyordum ama Bahar’ın yeniden sevebilmesi için, birlikte uçabilmek için ona güç verecektim. Ama Bahar bu konuşmadan sonra benden sürekli olarak uzak durmayı tercih etti. Bunun nedenini sorduğumda “seni daha fazla mutsuz etmemek için” dedi. Beni daha fazla mutsuz etmemek için benden mümkün olduğunca uzak duracağını söyledi. Bu sözü yıllar önce de duymuştum. Annemle babam pek anlaşamazlardı. Birbirlerini sever görünürlerdi ama yine de sık sık tartışırlardı. Böyle anlarda beni odama gönderirlerdi. Sakın kavga etmeyin, derdim. “Siz kavga ettiğinizde ben korkuyorum”. Söz verirlerdi. Ama hiçbir zaman sözlerini tutmadılar. Daha ben odamın kapısını kapattığımda tartışmanın şiddeti artar, seslerini daha fazla yükseltirlerdi. Böylesi zamanlarda duvara çömelir, ellerimle kulaklarımı tıkar ya da yastığı başıma bastırırdım. Sevgi ve nefreti yüreklerinde barındıran insanların arasında büyümek duygularımı etkilemişti. Sevgi nerede başlayıp nerede bitiyor, bilmiyordum. Ya da hangi nedenler nefreti ortaya çıkarıyordu. Babam ve annem birbirlerini bu denli severken, birbirlerine en ağır hakaretleri savurmalarına neden olan şey neydi. Bu bilinmezlikler içinde büyüdüm. O yüzden çocukluğumda her zaman gözyaşı vardı. Korkularım sürekli artıyordu. Tartışmaları hiç bitmiyordu. Kavgaları eksik olmuyordu. Daha fazla kendilerini tüketmemek için ayrılmaya karar verdiler. Bu düşüncelerini benimle de paylaştılar. Beni karşılarına alıp “Bak oğlum... Biz seni çok seviyoruz. Ben anneni de seviyorum ama gördüğün gibi sürekli tartışıyoruz. O yüzden sen daha fazla mutsuz olmayasın diye boşanmaya karar verdik.” Böyle söylediler. “Sen daha fazla mutsuz olmayasın diye…” Boşanmalarına neden olarak benim mutsuz olmamamı gösterdiler. O zamanlar bu söylediklerinden bir şey anlamamıştım. Hatta boşanmanın bile tam olarak ne anlama geldiğini bilmiyordum. “Siz bilirsiniz” demiştim sadece. Ne de olsa bir daha tartışmayacaklardı. Bir daha kavga etmeyeceklerdi. Bu iyi bir çözüm olmalıydı. Sonunda boşandılar. Hafta içi annemle, hafta sonu ise babamla beraber olurdum. Babam cumartesi sabahı beni alır pazar akşamı anneme teslim ederdi. Annemin evindeyken babamı, babamın evinde olduğum zamanlarda ise annemi özlerdim. Özlem hiçbir zaman yüreğimde eksik olmadı. O zamanlar öğrenmiştim, özlem olduğunda gerçek anlamda mutluluğun olamayacağını. Hayatı eksik yaşadığını, mutluluğun ardından mutsuzluğun geldiğini, kavuşmayla vedalaşmanın aynı anda yaşandığını… Özlem, her zaman bana yaşamadığım çocukluğumu hatırlattı. Annemin beni babasız bıraktığını, babamın beni annesiz bıraktığını... Özlemin her rengiyle tanıştığımı sanıyordum. Bahar’a bu denli yakınken ondan uzak durabilmek, bana farklı renklerinin de olduğunu göstermişti. xxx Bir hafta sonu her zamanki gibi arkadaşlarla birlikteydik. Tesadüfen orada olan tüm arkadaşlar benim gibi bekardı. Evli olanlar ya da sevgilisi olmayanlar o an için orada yoktu. Bir arkadaşımız bu durumu dile getirmek için hepimizin yalnız olduğunu söyledi. Diğerleri de kahkaha atarak bu durumu kabullendi. Sadece ben aykırı bir cümle söyledim. --Sanırım yalnızlık; sevmesini bilmeyen insanların sığındığı bir liman olsa gerek. Seven insan hiçbir zaman yalnız kalmaz. Yalnızlığın asıl nedeni sevgisizliktir. Bahar’a baktım, gülümsüyordu. Sanki sözlerime onay vermiş gibiydi. Bir başkası ise alaycı bir tonda bana cevap verdi. --Bana göre de yalnızlığın asıl nedeni, sevgilisizliktir. Sevgilin olduğunda yalnız olmazsın ki. Herkes bu söze kahkahalarla gülmeye başladı. Yan gözle Bahar’a baktım. O da gülümseyen gözlerle bana bakıyordu. Bakışlarında bana destek vardı. --Ne o, Kerem… Yoksa bizim bilmediğimiz şeyler mi yaşıyorsun? İçimdeki güç harekete geçmişti bir kere. Suskun kalmanın zamanı değildi. --Ben sadece sevginin gücünden bahsediyorum, arkadaşlar. Hayat boyu bir yüreğin sevgisiz atamayacağından bahsediyorum. Nasıl olur da insan, sevgi gibi bir güzellikten mahrum edebilir ki kendini. Bir insan sevgisiz yaşarsa sadece ömrünü tüketmiş olur. Gerçek anlamda yaşamış sayılmaz. Bundan bahsediyorum. Bir yürek sevgiyle tanışmamışsa eğer, hayata karşı da sevgisizdir. Hayatı sevmeyen, onu yok etmek isteyendir. İşte ben bundan bahsediyorum. Bir arkadaş gülerek cevap verdi. --Vayy…! Meğer bizim Kerem’de ne cevherler varmış. Bu sözleri duyan da onun aşık olduğunu sanır. Bir başkasının yorumu daha değişikti. --Aşk mı. Benden uzak dursun. Aşk, acı çekmektir sadece. Susamazdım. --Bana göre sevgi adına çekilen tüm acılar değerlidir. Aylarca, hatta yıllarca sevgilerini içinde gizleyerek yaşayan insanlar tanıyorum. Onlar benim gözümde çok özel insanlardır. Bu sözleri Bahar’a bakarak söyledim. Sanırım ne demek istediğimi anladı. Diğer arkadaşlar alaycı konuşmalarına devam ederken Bahar yerinden kalkıp kapıya doğru yürümeye başladı. Diğerlerine belli etmeden başıyla kendisini takip etmemi istedi. Arkadaşların sataşmalarına cevap vermedim. Kısa bir süre sonra ben de dışarı çıktım. Bahar sahil boyunca yürüyordu. Hızlı adımlarla ona yetiştim. Yüzüme sevgiyle baktı. --Onlar seni anlamaz, Kerem. Sen çok özel bir insansın. Mükemmel bir yüreğe sahipsin. Bunları Bahar’dan duymak güzeldi. --Belki onlar da sevgiyle tanıştığında düşüncelerini değiştirirler. Kim bilir. --Belki de… Ama hiç biri sana benzemez. Eliyle boş bir bankı gösterip oturdu. Yanına oturdum. --Biliyor musun, Kerem… Uzun zaman sonra ilk kez birinden sevgiyle alakalı sözcükler duymak hoşuma gitmeye başladı. Herkesin bu konuda ne kadar da farklı düşünceleri var, değil mi. Ama sen sevgiyi o kadar iyi yorumluyorsun ki. Farkında mısın bilmiyorum, sesinin tonu bile o an duygusallık kokuyor. Zaman zaman senin içinde bir şairin gizlendiğini düşünüyorum. Sevgiyi herkes taşıyamaz, Kerem. Sevgi dolu bir yürek bir insana bu kadar yakışamaz. Belki de fark etmiyorsun ama sen sevgiden bahsettiğinde yüzün ışıldıyor. Sesinin tınısı bile değişiyor. Gülümsemen sana daha bir inandırıcılık katıyor. Bu cümleleri duyduğumda gülümsedim. O an çocukluğumda yaşadığım bir olay aklıma geldi. Annem, zaman zaman kendisini sevip sevmediğimi sorardı. Ben de her seferinde “seviyorum”, derdim. O zamanlar öyle süslü cümleler bilmezdim. Başka çocuklar gibi kollarımı iki yana açıp “seni dünyalar kadar seviyorum, anneciğim” demezdim. Üstelik de yüzümde her hangi bir coşku ifadesi olmadan… Sadece “seviyorum”. Bu kadar… Bu da annemi rahatsız ederdi. O günü hiç unutamıyorum. Evde annemle beraberdik. Sabah erkenden kalkmış, minik ellerimle kahvaltı hazırlamıştım. Kendimle gurur duyuyordum. Sonra annemin odasına girip onu uyandırmak istedim. Defalarca seslenmeme rağmen annem uyanmadı. Sonra onu sarsmaya başladım. Hem de tüm gücümü kullanarak… Ama ondan en küçük bir tepki alamıyordum. Ne yapacağımı bilemiyordum. İyice paniklemiştim. Ağlamaya başladım. “Anne kalk, anne ne olur kalk” diye çıldırasıya haykırıyordum ki gözlerini açıp neşe içinde sarılıp beni kollarına aldı. “İşte şimdi gerçekten beni sevdiğini anladım” dedi. Benimle yatakta güreşirken bir yandan da kahkahalar atıyordu. Ama ben hiç gülmedim. Gözyaşlarımı elimin tersiyle silerken; beni çok korkuttun. Senin öldüğünü sandım, dedim. O gün ilk kez sevgiyle ölümü aynı cümle içinde kullandım. Ama bu olayın da etkisinden kurtulamadım. Korku bir kez içime yerleşmişti. Annemi ne zaman uyurken görsem panikliyor, telaşla onu uyandırıyordum. Sonra da kollarımı iki yana açıp defalarca onu sevdiğimi söylüyordum. Bazen gözyaşları içinde, bazen de sahte kahkahalar eşliğinde… Haykırarak hem de… Zamanla sevgimi daha süslü cümlelerle ifade etmeye başladım. Öyle ki kurduğum cümlelere kendim bile şaşıyordum. Bu durum annemi de fazlasıyla mutlu ediyordu. Ben sevgi sözcüklerini ilk kez annem ölmesin diye söyledim. Sevgi ortaya çıktığında ölümler de olmayacaktı. Belki bir daha da sevgiyle ölümü aynı cümle içinde kullanmayacaktım. --İnan bana doğru söylüyorum, Kerem... Ancak içinde şair olan kişi bu kadar etkileyici cümleler kurabilir. Sen herhangi bir konu üzerinde konuşurken bile kelimeleri özenle seçiyorsun. Seni dinlemekten o kadar keyif alıyorum ki. O anlarda seveceğin kişinin çok şanslı olduğunu düşünüyorum. Kerem, sen benim için gerçekten çok değerlisin. İnan bana… Sana her zaman güvendim. Varlığın her zaman bana huzur veriyor. Üstelik de seviyorum seni. Sonra elimi ellerinin arasına aldı. O an yüzüme bakıyordu. Gözlerindeki ifadeden anlıyordum, bu güzel sözcüklerin sona erdiğini. --Ama kendimi kaptıracak kadar değil. Delicesine bağlanacak kadar hiç değil. Bahar, güzel sözleriyle beni bulutların üzerine çıkartıp, sonra da tek bir darbeyle aşağı fırlatmıştı. Henüz bu durumda nasıl davranmam gerektiğini bilmiyordum. Dudaklarımda acı bir gülümseme donup kalmıştı. Gözlerimdeki hüzün ne durumda olduğumu anlatıyordu. Elimi daha sıkı tuttu. --Ne olur bana kırılma. Eğer birini yeniden sevmiş olsaydım, bu kesinlikle sen olurdun. Ben şimdiye kadar sana hep farklı bir gözle baktım. İyi bir arkadaş gibi, gerçek bir dost gibi… Çünkü sen her zaman benim yanımdaydın. Birine ihtiyacım olduğunda gözlerim seni arıyordu. Güçlü bir omuz aramama gerek bırakmıyordun. Üstelik seni kırıp incittiğimde bile bana sırtını dönmüyordun. Çekip gitmiyordun. Bahar benim için çok güzel sözcükleri peş peşe sıralamıştı. O kadar mutluydum ki o sözcükleri duyduğumda. Tamam, diyordum. Benim aşkıma karşılık verecek ya da en azından bir umut verecek. İçim heyecanla doluydu. Sonrasında birkaç cümleyle tüm heyecanımı yeniden bitirdi. Bir şeyler söyleyecek gücü kendimde bulamıyordum. Dahası, ne söyleyeceğimi de bilmiyordum. İçimde bir fırtına yaşanıyordu ve ben bu fırtınaya karşı koymak zorundaydım. -- Ben seni yine de seviyorum, Bahar. Üstelik de senin beni sevmediğini bildiğim halde seviyorum. Bir karşılık beklemedim senden. Beni sevmen konusunda inanmadığım cümlelerimle seni etkilemeye çalışmadım. Beni sevmediğin için hayal kırıklığı yaşamıyorum ben, Bahar. Senin karşında eksik, yarım, ezik bir durumda hissetmiyorum, kendimi. Ne de olsa yaşadığım bu yüce duyguyu sana itiraf edebildim. Bundan daha büyük mutluluk olabilir mi. İnan bana, şu an kendimi her zamankinden çok daha güçlü hissediyorum. Bu gücü içimdeki, yüreğimdeki her şeye rağmen sevme cesaretinden alıyorum. Yüzüne baktım. Gözlerimdeki kararlılığı görsün istiyordum. --Ben senin gibi geçmişten birini beklemiyorum, Bahar. Ben senin gibi karşılıksız bir aşkla birine bağlandığım için acı çekmiyorum. Ben yüreğimde açan bu çiçek için mutluyum. Yüreğimdeki buz katmanları eridiği için mutluyum. Ben senin geçmişini sorgulamadan, acılarını hafife almadan, hesapsızca sevdim. Bu yüzden mutluyum. Ben senle ilgili kurduğum düşleri, seni düşünürken yüzümde oluşan gülümseyişleri sevdim. Ben acı çekmiyorum, Bahar. Ben böyle de mutluyum. Dudaklarında o kadar hayranlık dolu bir gülümseme vardı ki. --Bunlar ne kadar güzel sözler. Sen nasıl bir yürek taşıyorsun, Kerem. Bahar yine de kendisini suçlu hisseden insanlar gibi konuşmasına devam etti. --Anlamalıydım oysa… Daha en başından beri bana çok farklı bakıyordun. Sanki ruhumu okşuyordun. Bana karşı hissettiklerinin arkadaşlık, dostluk duygusundan çok daha güçlü olduğunu anlamalıydım. Bana tutkuyla bağlandığını anlamalıydım. Yüzüne baktım. Acıma yoktu. Sadece saygı duyuyordu bana. --Biliyor musun, Kerem… Bazen iyi ki seni tanıdım, diyorum. Çünkü sen bana çok şey öğrettin. En azından korkularımın ne kadar da yersiz olduğunu anlamamı sağladın. Bu dünyada senin gibi aşka, sevgiye bağlı insanların da var olduğunu gösterdin. Her zaman gerçek yüzünle karşımdaydın. Hiçbir zaman rol yapmadın. Sevilmemeyi göze alarak davranışlarını değiştirmedin, en azından. Duygularının gelip geçici bir heves olduğunu hissettirmedin. Sana uzak durduğum zamanlarda bile beni kırıp, incitmedin. Bana olan duygularını seni sevmem için kullanmadın. Beni özgür bıraktın. Gözlerime sevgiyle baktı. --Sen bana sevmenin, sevilmekten çok daha önemli olduğunu gösterdin. Bir süre sessiz kaldı. Konuşmaya başladığında sesi titriyordu. --İşte bu yüzden sana umut veremem, Kerem. Seni sevmediğim halde, sırf sen beni seviyorsun diye seni seviyorum, diyemem. Bu sana haksızlık olur. Yüzüme çaresiz bir gülümseme yayılmıştı. --Sevgi emanet bir duygu değildir, Bahar. Yüreğinin karşı çıktığı şeyi yapamazsın. --Düşünüyorum da; şimdiye kadar karşıma tek bir kişi çıktı. O da senin kadar dürüst davranmadı bana. Bense onun tüm sözlerine inandım. Benimle paylaştığı tüm hayallere kapılıp gittim. Ömrümü tükettim. Hala da tüketiyorum. Sonra bir şey hatırlamış gibi saatine baktı. Ayağa kalktı. Belki de bana daha fazla eziyet etmek istemiyordu. --Kerem. Seninle konuşurken zamanı tutamıyorum. Çok geç olmuş. Yapmam gereken işlerim var. İzin verirsen… --Rica ederim. İşlerine bak sen. Ben bir süre daha dolaşır, sonra eve giderim. Bahar’ın aşkıma karşılık vermemesi beni üzüyordu. Ama yine de egomun yaralandığını düşünmüyordum. Öyle büyük bir hayal kırıklığı yaşamıyordum. Karşılıksız bu sevgi benden bir şeyler götürmemişti. Bilakis bana çok şey kazandırdığını hissediyordum. O yüzden bu durumu doğal karşılamak zorundaydım. Ne de olsa birini sevdiğinde onun da bu sevgiye karşılık vermesi gibi bir mecburiyeti yoktu. Sevgi bir çıkar ilişkisi değildi. Kazanmak ve kaybetmek üzerine kurulu bir oyun hiç değildi. Gerçek sevgi ömür boyu süren bir teslimiyet, üstelik de gönüllü bir teslimiyet olduğunu biliyordum. Ben yüreğimi bu aşka teslim ettiğim için pişman değildim. xxx Bahar o hafta çay bahçesinde görünmedi. En azından hafta sonları uğrar, o zaman görürüm diye düşünüyordum. Ama cumartesi günü de uğramadı. Merak etmiştim. Kimselere de soramıyordum. Ne de olsa orada sadece boş zamanlarımızda buluşuyorduk. Sadece o değil, pek çok arkadaşımız da yoktu ama benim gözlerim sadece Bahar’ı arıyordu. Eğer gelirse belki konuşabilirim ümidiyle pazar günü erkenden çay bahçesine gittim. Ama bütün gün orada beklediğim halde gelmedi. Üstelik kimseyi de aramadı. Pazartesi sabahı telefon ettim. Telefon birkaç kez çaldıktan sonra meşgule düştü. Merakım giderek artıyordu. Bir süre sonra ondan bir mesaj geldi. Öğle vakti iş yerinin karşısındaki kafede beni bekleyecekti. Biraz olsun rahatlamıştım. En azından merakımı giderecektim. Kafeye gittiğimde kendisini göremedim. Bir müddet sonra göründü. Yüzünde öylesine mutlu bir ifade vardı ki. Gelir gelmez bana sarıldı. --O geldi, Kerem! O geldi! Şaşırmıştım. --O kim? Kimden bahsediyorsun, Bahar? --Ondan… Metin’den… Metin kim, diye soramadım. Bahar’ın heyecanına tanık olduğumda zaten onun kim olduğunu anlamıştım. --Senin adına çok sevindim, Bahar. Öyle neşeliydi ki. Yerinde duramıyordu. Heyecanını bastıramıyordu. --Sana demiştim. O beni hala seviyor. Hala beni unutamamış. Oh, Kerem… Öyle mutluyum ki. Şaşkınlığım hala devam ediyordu. O kişinin döneceğini hiç beklemiyordum. Neden bilmiyorum ama kendimi çok kötü hissediyordum. Fısıltıyla konuştum. --Bunca zaman neden görünmediğin anlaşıldı. Bahar o kadar neşeliydi ki benim ne durumda olduğumu düşünmeden cevap verdi. --Evet, onunla beraberdim. Biliyor musun, Kerem… Biz yeniden bir araya geldik ya, bazı arkadaşlarım hasetinden çatlayacak. Çünkü hiç kimse onun bana yeniden döneceğine inanmıyordu. Ama ben biliyordum. Hiçbir zaman bu inancımı kaybetmedim. Böyle bir durumda ne diyebilirdim ki. Sadece içim ezilmiş bir vaziyette onun mutluluğunu seyrediyordum. --Dediğim gibi, senin adına çok sevindim. Umarım bir daha ayrılmazsınız. Küçük bir kahkaha attı. Sonra da gururla parmağındaki pırlanta yüzüğü gösterdi. --Bir daha asla beni terk edemez. Neden diye sorma… Çünkü bana evlilik teklifinde bulundu. --Ne! Bir anda ağzımdan istemsizce bu söz çıktı. Davranışlarımı kontrol edemiyordum. Onun adına gerçekten mutlu muydum yoksa kendi adıma mutsuz mu, bilemiyordum. Nasıl bir tepki vereceğimi gerçekten bilemiyordum. --Evet, Kerem… İnanabiliyor musun, bana evlilik teklifinde bulundu. Sevdiğim adam benimle evlenmek istiyor. Ne harika, değil mi. Teklifini hemen kabul ettim. En kısa zamanda evleniyoruz. O kadar mutluydu ki. İçi içine sığmıyordu. Çocukça hareketlerde bulunuyordu. Bahar’ı ilk kez bu denli heyecanlı görüyordum. --Belki de düğünümüzü bizim çay bahçesinde yaparız, değil mi Kerem? Ben orasını çok seviyorum. Biraz süslediğimizde harika bir yer olur. Zoraki gülümsedim. --Neden olmasın. Ancak sormak aklıma geldi. --Bir şey içer misin, Bahar? --Hayır, canım. Şu an kalkmam lazım. İş yerinde halletmem gereken o kadar çok dosya var ki. Bu heyecanımı sadece seninle paylaşmak istedim. Ne de olsa sen beni herkesten çok daha iyi anlıyorsun. Beni yanaklarımdan öpüp bir şey söylememe fırsat bile vermeden yanımdan ayrıldı. Arkasından baktım. Bir ceylan gibi koşturarak uzaklaşıyordu. Yerimden kıpırdayamıyordum. Kendimi çok kötü hissediyordum. Oysa mutlu olmalıydım. Ne de olsa Bahar sevdiğiyle evlenecekti. Üstelik onu çok beklemişti ve ondan başkasına yüreğinin kapısını açmamıştı. Mutlu olmak onun hakkıydı. xxx Çay bahçesine uzun zamandan beri gidiyordum. Oradaki kişiler benim gerçek dostlarımdı. Her zaman da öyle olacaklarına inandım. Çünkü en çok da onların yanındayken kendimi iyi hissediyordum. En bunalımlı olduğum zamanlarda bile beni dışlamadılar. Ama son günlerde orada boğuluyordum. Nefes alamadığımı düşünüyordum. Mecbur kalmadıkça kimseyle de konuşmuyordum. Mümkün olduğunca yalnız kalmaya özen gösteriyordum. İlk kez hafta sonu oraya gitmemeyi düşündüm. Çünkü Bahar yoktu. Dahası, belki bir daha gelmeyecekti. Ne de olsa yakında evlenecekti. Düğün hazırlıkları yapması lazımdı. Tam evden çıkmıştım ki Bahar aradı. Kendisini evinden almamı söyledi. Bir yerlerde benimle konuşmak istiyormuş. Sesi oldukça düzgündü. Hatta neşeli olduğunu bile söyleyebilirdim. Arabayla evine doğru giderken neden çay bahçesinde değil de başka bir yerde konuşmak istediğini düşünüyordum. Belki de yanında Metin vardı. Belki benimle tanıştıracaktı. Oysa böylesi bir tanışma için hiç hazır değildim. Neyse ki Bahar yalnızdı. Onu evinden alıp arabayla gidiyorduk. Ama nereye gittiğimizi bilmiyordum. Yol boyunca hiç konuşmadı. Sonunda dayanamadım. --Beni Metin Bey’le tanıştıracağını düşünmüştüm. Cevap vermedi. İmalı bir şekilde bana baktı. --Söylesene. Madem ki çay bahçesine gitmiyoruz, o halde nereye gidelim? Yüzündeki gülümseme buluştuğumuzdan beri devam ediyordu. --Benim için fark etmez. İstersen arabayı bir yerde park et, yürüyelim. Dediğini yaptım. Bahar buluştuğumuzdan beri pek fazla konuşmadı. Ama yüzündeki o huzur dolu ifade de hiç eksik olmadı. --Bahar. Şuraya oturalım mı? Birer kahve içeriz. Olabilir, der gibi başını salladı. Bir süre sonra kahvelerimizi yudumlarken sordum. --Nasıl gidiyor, evlilik hazırlıkları? Yüzüme baktı. Karşımda farklı bir Bahar vardı. Kendisine güvenen bir Bahar… --Sence…? --Bu kadar mutlu olduğuna göre her şey yolunda gidiyor olmalı. Muzırca gülümsedi. --Haklısın, Kerem. Her şey gayet olması gerektiği gibi gidiyor. Bir şey vardı, Bahar’da. Gözlerinde o sürekli gördüğüm korku yoktu. Bu gayet doğaldı. Ne de olsa yakında sevdiği kişiyle evlenecekti. --Ne güzel. Seni böyle mutlu görmek çok güzel, Bahar. --Evet, mutluyum. Yıllar sonra ancak ne istediğimi anladım. Bunda senin de payın var, Kerem. Ne diyeceğimi bilemedim. Bahar’ın mutluluğunda benim ne gibi bir payım olabilir ki. Kararlı bir ses tonuyla konuştu. --Ben Metin’den ayrıldım. --Nee…! Şaşkınlığımı izlerken o kadar güzel gülümsüyordu ki. Üstelik de oldukça sakindi. --Evet, Kerem. Metin’den ayrıldım. Bu sabah onunla evlenmeyeceğimi ve bir daha da beni aramamasını söyledim. --Ama nasıl olur. Sen yıllarca… --Ben yıllarca onu bekledim, değil mi. Haklısın. Ben sadece onu bekledim. Ama ben galiba onu değil, içimde yarattığım Metin’i beklemişim. Şaşkınlığımı üzerimden atamadım. --Bahar. Sen bana olayı en başından anlatır mısın? Benim anlayacağım şekilde, lütfen. Çünkü şu an çok dağılmış vaziyetteyim. Benim hareketlerimi gülerek izliyordu. Çok sevimliydi. --Kerem. Ben yıllarca onu bekledim. Sadece onu bekledim. Çünkü onu seviyordum. Hem de çok seviyordum. --Seviyordum, diyorsun. Yoksa artık sevmiyor musun? Eliyle beni susturdu. --Elbette ki hala seviyorum. Elbette ki yüreğimde hala onun sevgisini taşıyorum. Ama biraz geriye baktığımda bu sevginin çok yıprandığını düşünüyorum. Çok kirletildi, Kerem. Bunca ihanet, içimde özenle koruduğum sevgimi kirletti. Beni daha bir korunaksız, daha korkak biri yaptı. Sevgi gibi kutsal duygu bile, bana yaşattığı bunca ihaneti temizleyemez, Kerem. Silemez, yüreğimden… Unutturamaz. Sevgi bunca günahın affedicisi olamaz. Olmamalı. O kadar huzurlu bir şekilde konuşuyordu ki. Sanki içinde yıllardır yaşadığı hesaplaşmayı bitirmiş gibiydi. --Ben kendimden vazgeçmişim, Kerem. Bu sevgi yüzünden ben kendimi kaybetmişim. Oysa insanlar sevgi sayesinde kendisini buluyor. Onu kendimden bile daha fazla düşünürdüm. Hayır, böyle bir şey olamaz. Olmamalı. Kendisini sevmeyen biri, bir başkasını sevemez. Onu bu denli yücelten şey, ona olan sevgimdi. Onun bu kadar değerli olmasının nedeni, buydu. --Bir şey soracağım. Elbette ki ona olan sevgin bazı konularda gerçeği görmemene neden olmuş olabilir. Peki, neden o? Ondan neden bu denli etkilendin? Yüzündeki gülümseme hala devam ediyordu. --Her şeyden önce kadın ruhundan anlıyor. Oldukça karizmatik… Onun yanındayken kendimi her zaman özel hissetmişimdir. Öyle güven verici konuşmaları vardı ki… Zaten beni sürekli kandırmasının nedeni de bu konuşmalarıydı. Çok kolay ikna ediyordu, beni. Bir süre sustu. Kafasında bazı şeylerin muhakemesini yapıyor gibiydi. --Bir şey daha var. Metin çevresinde oldukça popüler bir kişilik. Onun bana olan ilgisi her zaman hoşuma gitmişti. Üstelik de onun beni tercih etmesi çevremdeki bazı arkadaşlarımın kıskançlığına yol açıyordu. --Bu da seni mutlu ediyordu. --Haklısın. Bu da benim gururumu okşuyordu. Sanırım ona bağlanmamın nedenleri arasında bu da var. Ama sen benim gözümü açtın, Kerem. Sevginin ne olduğunu bana sen öğrettin. Sana daha önce de söylemiştim; sen bana sevmenin, sevilmekten çok daha önemli olduğunu gösterdin. Sevilen değil, seven yüreğin daha değerli olduğunu senin sayende anladım, Kerem. Bahar’ın o kişiden ayrılması elbette ki hoşuma gitti. Üstelik de bu konuda benim desteğimi aldığını söylüyordu. İçten içe seviniyordum ama hala ne için sevinmem gerektiğini tam olarak bilmiyordum. Gözlerinde kendisine güvenen insanların kararlılığı vardı. Sesi titremiyordu. Her hangi bir duygusal zayıflık bile göstermiyordu. --Bu sabah gelinlik bakmaya gidecektik. Ama inan bana, içimde o bilindik heyecan yoktu. Bir şey vardı bende, bir ağırlık gibi… Nedenini bilemiyordum ama hiç de sevinçli değildim. İçimde kelebekler uçuşmuyordu. Oysa daha birkaç gün önce sevinç çığlıkları atıyordum. Herkes duysun, herkes şahit olsun istiyordum, mutluluğuma. Fincanında kalan kahveyi tek bir yudumda içip konuşmasına devam etti. --Beni almaya geldiğinde aslında hazırdım. Gayet güzel giyindim, makyajımı yaptım. Ne de olsa gelinlik bakacağız. Ama o an bir şey oldu. İçimde bir şeyler koptu. Arabanın kapısını açtım ama binemiyordum. Bir şey itiyordu beni. Sonra gayet rahat bir şekilde arabanın kapısını kapattım. Metin şaşırmıştı. “Ne o…? Gelinlik bakmaya gitmiyor muyuz” diye sordu. Bir süre Metin’in yüzüne baktım. Anlamsızca… O kadar sakindim ki. Sonra vazgeçtiğimi söyledim. Ben seninle evlenmeyeceğim, dedim. Bana bunca ihaneti yaşatan kişiyle evlenemem, dedim. O an onun yüzünü görmeliydin, Kerem. Öyle şaşırdı ki. Arabadan inip beni ikna etmeye, düşüncemden vazgeçirmeye çalıştı. Ama kararlıydım. Evlendikten sonra da beni aldatmayacağının bir garantisi yok, dedim. Bir şeyler söylemeye çalıştı. Söz verdi, beni mutlu edeceğine dair. Ama dinlemedim kendisini. Bir daha da beni lütfen arama, dedim ve parmağımdaki yüzüğü çıkarıp ona geri verdim. Sonra da arkama bile bakmadan evime döndüm. O kadar neşeliydi ki. Kendisiyle gurur duyduğunu belli ediyordu. --Düşünebiliyor musun, Kerem… Tüm bunlar birkaç saat önce oldu. İnan bana üzerimden çok büyük bir yük kalktı. Sanki biri üzerime kapanan tüm kapıları açıp beni karanlıklardan kurtardı. Benim yıllar süren esaretim bu sabah bitti, Kerem. Bahar zincirlerinden kurtulmuştu. Tüm korkularından arınmıştı. İlk kez gördüğüm o güzel kadından çok daha farklıydı. Kendine olan güveni yerine gelmişti. Elimi iki eli arasına aldı. Gözlerime bakarak yumuşak bir ses tonuyla konuştu. --Her şey senin sayende oldu, Kerem. İlk tanıştığım günden beri sende bir farklılık olduğunu biliyordum. Ben bu sabah senin sayende özgürlüğüme yeniden kavuştum. Her şey için sana çok teşekkür ederim. İyi ki karşıma çıktın. İyi ki tanıdım seni. Sen benim gerçek dostumsun. Her zaman da böyle kalacaksın. Çocukken iğne olduğumda ya da damarımdan tahlil için kan alındığında bile gözlerimi kapamazdım. Hiçbir zaman yüzümde en küçük bir acı belirtisine izin vermezdim. Bunun zayıflık olduğunu düşünürdüm. O an acıyı içimde yaşar, dışarı salmazdım. Bahar beni dost olarak görüyordu. Her zaman değer vereceği, sıkıştığında başını omzuna yaslayacağı biri olarak. İçim acıyordu. Duygularım kanıyordu. Ama sadece gülümsüyordum. İçimde yaşadığım fırtınalarımı belli etmek istemiyordum. Tertemiz duygularla seviyordum, onu. Bıraksam, açsam yüreğimin kapaklarını, büyük bir sel gibi her yeri saracağını biliyordum. Önünde kimse duramazdı. Ama ne yazık ki o beni, benim onu sevdiğim gibi sevmiyordu. Elbette ki acı duyuyordum. Hem de öyle bir yaralıyordu ki yüreğimi, öylesine kanatıyordu ki. Yine de bastırmak zorundaydım. İçimde yaşadığım bu aşkın izlerini yüzüme vurmasını engellemeliydim. Dışarı salmamalıydım. Hem ondan aşkımı teminat göstererek bir karşılık istemek, aşka ihanet olurdu. Hem beni sevmediği halde umutlanmak bana haksızlık olurdu. Hem sürekli karşısına çıkarak sevgi dilenmek ona haksızlık olurdu. Bu yüzden susmalıydım. Her şeyi içimde yaşarken çığlıklarımı duymasına izin veremezdim. Hamile bir kadının karnındaki bebeğini nasıl özenle saklıyor, koruyorsa, ben de yüreğimdeki bu karşılıksız sevdayı gururla korumak zorundaydım. Aşkı yaşamayı sevdim. Ama ben aşkı, Bahar’da buldum. Ben aşka değil, Bahar’a aşık oldum. Gerektiğinde onu kendi korkularından kurtardığım gibi, kendimden de korumalıydım. Bu yüzden susmalıyım. Onu sevdiğimi yüzüne karşı söyleyerek kendisini suçlu gibi görmesine izin vermemeliyim. Çünkü susmak; daha çocukken öğrendiğim gibi iyi olmaktı. Korkuyu, acıları içinde saklamaktı. Suskun bir çocuk olduğumda annem mutlu olmuştu, benimle gurur duymuştu. Suskun bir aşık olduğumda da Bahar mutlu olacaktı. Hem bu aşkın sorumlusu o değildi ki. Ben sevmeye başladığımda kaybetmeyi de öğrenmiştim. Ama korkmuyordum kaybetmekten. Böylesi bir aşkın kaybedeni olmaktan hiç korkmuyordum. Çünkü ben de kendimi bulmuştum. Özcan KIYICI
·
3.943 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.