Bismillahirrahmanirrahim
Bir genç düşünün ki yaşamı şehadet üzere kurulan...
Daha bebekken içtiği süt abdestsiz ve Yasin'siz emzirilmeyen, çocukken satranca olan ilgisine rağmen, Gazali vakit kaybı dediği için satrancı bırakan, lise 1'de Hz. Yusuf misali harama düşmemek için okul değiştiren, lise son sınıfta Gazze'ye yardım götürmek için yola çıkan Mavi Marmara gemisine katılan ve daha 19'unda o gemide şehadet şerbetini içen...
Şehit olmayı istemek yetmiyor, şehit gibi yaşamak gerekiyor önce. Furkan Doğan da doğumundan ölümüne kadar şehit gibi yaşıyor. Yaptığı yardımlar, değiştirdiği hayatlar şehadetinden sonra ortaya çıkıyor. Babası şehadetinden sonra " İnşallah Furkan'a layık bir baba olmaya çalışacağım. " diyor. Ve annesinin beni ağlatan cümlesi " Elhamdülillah! Demek ki ben bir şehit annesiyim ha! " Halbuki Furkan, günlüğüne şunları yazmıştı şehadetinden önce " Şehadet mi, annem mi? " Annesini üzmekten korkuyordu sadece şehit olurken. Ancak, annesi hamd ediyordu şehit annesi olduğu için...
Sahabe hayatlarını okurken M. Emin Yıldırım Hoca'nın " Siz öyle bir yaşamışsınız ki bize aşılması çok güç ameller bırakmışsınız " tarzındaki cümleleri aklıma geliyordu. Aynı cümleler Furkan Doğan'ın hayatını okurken de aklıma geldi. Ancak artık sahabe zamanıyla bu zamanı kıyaslayacak yüzüm kalmadı bu kitabı okuduktan sonra... Demek ki sahabe gibi de yaşanılabiliyormuş bu zamanda, demek ki arkasına sığındığımız şey zaman farkı değilmiş, zihniyet farkıymış...
Bu zamanın Musab'ı, bu zamanın Hz. Yusuf'u... Sen ne güzel yaşamışsın ki bizim " bu zamanda zor " dediklerimize sen "DUR!" deyip, adres benim diyorsun mazeretler yıkılıyor yaşamınla...
Gençliğin özündeki maya tutmaya başlıyor seninle...