Gönderi

“Bir gün amcam Hacıveyiszade ile yakındaki bir sebze pazarına gittik. Meydanın orta yerinde elinde şemsiyesiyle bir ihtiyar, bahçesinden topladığı patlıcanları küçük bir çuvala koymuş, çuvalın ağzını açmış müşteri bekliyor… Amcam vardı. Adamcağıza selam verdi. “Kaça babam?” dedi. “Şu kadara.” Peki! Pazarlık etmedi. Adam patlıcanları bizim sepete döktü, çuvalını aldı. Sepeti eve götürdüm. Yengem şaştı. “Allah’ın kulu kaç gün pişireceğiz bunları? Burada bir çuval patlıcan var!” Sonra bunu yengem amcama da söyleyince, amcam şöyle demiş: “Koskoca insan. Hangi köyden geldi, bahçesi neredeydi kim bilir? Ekti, dikti, suladı, toparladı, pazara kadar yayan, geldi… Hanım, pişireceğin kadarını pişir, pişiremeyeceğini komşulara dağıtıver. O anda o adamın malını satıp, kurtulup, çuvalını silkeleyip, şemsiyesini alıp bir gidişi var evine… Onun oturduğu yerden kalkıp, ferahlayıp, çuvalını katlayıp koltuğunun altına alıp evine gitmesinden aldığım zevk, pişireceğin patlıcandan kıymetli geldi bana… Komşulara veriver, komşular yesinler… O Müslümanın gönlünü aldık ya, patlıcan yemeğinden de kebabından da zevklidir.”
·
9 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.