Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

432 syf.
9/10 puan verdi
·
Beğendi
Bundan iki yıl önce başlamıştım ilk bu kitaba.Ancak 250’li sayfalara geldiğimde final haftama gelmesi sebebi ile elimde uzadıkça uzayan , bir türlü bitiremediğim , en sonunda da yarım bıraktığım bir kitaptı. Daha önce bunu pek çok kitap için söylemiştim biliyorum ama hani bazı kitaplar vardır, kitabı okuduğunuzda sanki hayatınız o kitaptan önce ve sonra diye belirsiz çizgilerle ikiye ayrılacakmış gibi gelir. İşte bu kitap benim için öyleydi. İlk başladığımda ilk sayfa da bunu hissetmiştim. Geçen iki yılda da kütüphaneye her gittiğimde kitabın yerinde olup olmadığını kontrol ederdim ama tekrar okumak için hiç almadım. Neden diceksiniz? Bu kadar önemli geldi ve ben kitabı okumadım neden? Ben bazı kitapların okunmasının belli zamanı olduğuna ve o zaman geldiğinde kendimi zaten kitabı okurken bulacağıma inanan biriyim. Ne kadar istesem de alamadım kitabı elime üzerine kaç tane kitap okudum bilmiyorum. Ancak bugün kitabın zamanı geldi sanırım ve ben arayarak kitabı buldum ve okudum. Kitaba bugün tekrar başlama nedenim bütün hayatım boyunca uğraştığım bir sorunun cevabını içinde barındırdığını düşünmemdi. Son zamanlarda bu soru beni o kadar sık rahatsız etmeye başladı ve kitaba tekrar başlamamamın asıl nedeni buydu. Ancak üzülerek söylemeliyim ki sorunun yanıtını kitapta bulamadım. Yine de cevaba giden yolda bana rehber olduğunu düşünüyorum. Uzun zamandır okurken tatmin olduğumu hissettiğim nadir bir kitaptı benim için. En son bu hissi Jack London’ın Martin Eden kitabında yaşamıştım. Kitabı bitirdiğimde üzerine çok fazla düşündüm diyebilirim. İnceleme kısmına kitabın özetini yazmaktan nefret ediyorum. Çünkü; bana göre inceleme kısmı, insanların zaten başka platformlardan da kolayca ulaşabileceği bilgileri içermek yerine insanların bireysel fikirlerini içermeli. Ancak şu anda yapmak istediğim bazı açıklamaların anlaşılır olması ve açıklamaya devam edebilmem için sanırım çok kısa bir özet yapmalıyım. Kitap bir psikolog olan Julies’ın deri kanserine yakalandığını öğrenmesi ile başlıyorç Ölüm ile yüzleşen doktorumuz, hayata dair bir anlam arayışına giriyor ve eski hastalarının dosyasına bakarken bir zamanlar tedavi etmeye çalıştığı Philip’in dosyasını görüyor. Philip, Julies’ın iş kariyeri için tam bir başarısızlık. En ufak bir ilerleme kaydedemediği bir hasta. Asıl olaylar Julies’ın Philip ile konuşmak istemesi ve onu aramasıyla başlıyor ve Philip’in sorununu kendi başına, kendi yöntemlerini kullanarak hallettiğini , hatta artık bir psikolog adayı olarak kendi terapi seanslarını yaptığını öğreniyor. Julies bu değişimin nasıl olduğunu sorduğunda , bu soruya cevap vermenin karşılığında kendisinden işi için süpervizörlük istiyor. Julies ise bu teklifi ancak Philip’in 6 ay boyunca yapmış olduğu grup terapilerine katılması karşılığında kabul ediyor. Özet kısmı daha da uzatılabilir . Benim için bu kadarı yeterli . Kitabın büyük çoğunluğu Philip’in ve terapiye katılan diğer hastaların anlam arayışları doğrultusunda ilerliyor. Benim vurgulamak istediğim şey terapi grubundaki bu hastaların sadece kitabın devamlılığını sağlamak için oluşturulmuş sıradan insanlar olmadığı. Her hasta aslında hepimizin yakından bildiği ve belkide hayatının belli bir döneminde karşılaştığı veya karşılaşacağı bireyleri ve ruh hallerini temsil ediyor. Bu yüzden sadece Philip’e odaklı okumayıp diğer hastalarla da yakından ilgilendiğimi söyleyebilirim. Onları dinlerken kesinlikle çok fazla şey öğreniyorsunuz. Bireysel ilişkileri bir yana bırakalım karakterlerin terapilerde ki diyalogları bile insan ilişkileri yönünde size çok fazla şey katacaktır. Benim zihnimde kalan en önemli bir diğer şey ise arzuların doyuruldukça yerlerine yenisinin geleceği fikriydi. Bu fikri ikinci kez duyuyorum. Arthur Schopenhauer’ın Hayatın Anlamı kitabında da duymuştum bunu. Bence üzerinde durulması gereken bir fikir. Genel olarak bence Arthur Schopenhauer için yalnızlık bir seçim değil bir zorunluluk haline gelmiş. Kitapta söylenenin aksine ben bu durumu isteyerek sürdürdüğünü düşünmüyorum. Sadece doğru insanlarla karşılaşmamış kanaatindeyim. Philip doğru insanlarla karşılaştığında benim hayatım soğuk demedi mi? (İzlediğim iki filmde ( In to the wild, Ölü ozanlar derneği ) bütün film boyunca savunulan yalnızlık,özgürlük, bireysellik, anı yaşama kavramları filmlerin sonunda yerle bir edilmişti. Bu kitapta da Philip’in oluşturduğu yalnız hayat düzeninin aynı akıbete uğradığını gördüm. Bana yalnızlık fikri bu kadar korkutucu görünmediği için hatta kitabın pek çok yerinde Philip’in fikrine katıldığım için sonun bu şekilde bağlanması pek hoşuma gitmedi. ) Bence Arthur da diyebilirdi,şartlar farklı olsaydı. Ancak o ölümüne kadar insan sevmez olarak anılmış bir filozof . Buna rağmen ben onun zoraki yalnızlığına bakarak yalnızlığı sevemiyorum. Çünkü Philip’in de dediği gibi benim dediğim yalnızlık tercih edilmiş bir yalnızlık. Kitaba dair genel birkaç cümle yazmam gerekirse ; kitabın dilinin yalın ve açık olduğunu düşünmüyorum. Basit gibi görünse de fazlasıyla ağır bir kitap. Özellikle romanda olay örgüsü kısmından sapılarak Arthur Schopenhauer’ın anlatıldığı kısımlar. ( Bu kısımlar her ne kadar dil de olarak karmaşıklık yaratsa da kitabın verdiği doyumu artırdığını söyleyebilirim.) O yüzden pek çok kişinin okurken sıkılabileceğini düşünüyorum. Sanırım herkes için muhteşem gelecek, klasikleşmiş kitaplardan değil diye ifade etmek yanlış olmaz.
Bugünü Yaşama Arzusu
Bugünü Yaşama ArzusuIrvin D. Yalom · Kabalcı Yayınevi · 20053,306 okunma
·
26 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.