Gönderi

Yön bildirisinin ikinci maddesinde bir "kalkınma mutabakatı"ndan söz edilerek şöyle denilir: Bugün Türk toplumuna yön verebilmek durumunda bulunan öğretmen, yazar, politikacı, sendikacı müteşebbis ve idareci gibi kimselerin, belli bir kalkınma felsefesinin ana hatları üzerinde anlaşmaya varmalarını zaruri sayıyoruz. Bu madde ise yine altında yer alan maddelerle şöyle açılmaktadır: Türkiye ciddi bir iktisadi ve toplumsal kriz içerisindedir ve toplumsal krizin gerisinde iktisadi kriz vardır. Tarımdaki gerilik nüfusun beslenme ihtiyaçlarını karşılayamamakta, topraksızlık artan nüfusun kentlere gelmesine yol açmakta, kentlere gelen insanlara iş ve konut bulunamamaktadır. Bu ise beraberinde işsizliği ve gecekondulaşmayı getirmektedir ki, bu ikisi gelecek yıllarda Türkiye'nin toplumsal yapısını altüst edecektir. Türkiye'yi yönetenlerin bir kalkınma felsefesi, bir kalkınma programı yoktur ve Türkiye'nin meselelerinin dış yardımlarla ya da turizm ve tarım gelirleriyle çözülebileceğini düşünmektedirler. Bir kalkınma programı hazırlanması tek başına Devlet Planlama Teşkilatı'nın başarabileceği bir iş değildir. Bunun için çok daha geniş bir işbirliğine ve mutabakata ihtiyaç vardır. Yön bildirisinin üçüncü maddesi, söz konusu kalkınma programının yeni bir devletçilik politikasından geçtiğini savunarak şöyle der: Kalkınma felsefemizin hareket noktaları olarak, bütün olanaklarımızı harekete geçirmeyi, yatırımları hızla arttırmayı, iktisadi hayata bütünüyle planlamayı, kitleleri sosyal adalete kavuşturmayı, sömürüyü kaldırmayı ve demokrasiyi kitlelere mal etmeyi zorunlu sayıyoruz. Varmak istediğimiz bu amaçlara yeni bir devletçilik anlayışıyla erişebileceğimize inanıyoruz. Bu maddenin altında yer alan alt maddelerle ise "yeni devletçilik"le ne kastedildiği ayrıntılı bir şekilde anlatılır. Buna göre, Türkiye ekonomisi devlet sektörü ile özel sektörün bir aradalığına dayanmalıdır. Ancak kalkınmanın merkezinde devlet sektörü yer almalıdır, özel sektöre dayalı bir kalkınmanın Türkiye'yi hızlı bir şekilde çağdaş uygarlık seviyesine ulaştırması mümkün değildir. Ayrıca böyle bir kalkınma anlayışı, "siyaseti geniş ölçüde iktisadi güce tabi kılması yüzünden, demokratik de değildir." Özel teşebbüs kara dayalıdır ve bu, kalkınma hızının yavaş olmasına, gelir dağılımının adaletsizliğine, durgunluğa ve işsizlik artışına yol açar. Oysa "günümüzde hiçbir azgelişmiş memleket bunu göze alamaz." Özel sektörün verimli, devlet sektörünün ise verimsiz çalıştığı iddiası temelsizdir ve Türkiye gibi ülkelerde verimliliğin artışı ancak sistemli bir devletçilik politikasıyla söz konusu olabilecektir. Bildirinin dördüncü maddesindeyse, "Yeni devletçiliği yukarıda belirttiğimiz amaçlara erişmek için mutlaka başvurulması gereken şuurlu devlet müdahalesi şeklinde anlıyoruz," denildikten sonra bu madde alt maddeler aracılığıyla ayrıntılandırılır. Buna göre, Kalkınmayı hızlandıracak milli tasarrufu çoğaltmak ancak geniş bir devlet müdahalesi ile söz konusu olabilecektir. Tasarruflar ancak bilinçli bir vergi politikasıyla ve vergi adaletinin sağlanmasıyla mümkün olabilir ki bu da yine devletçilikle başarılabilir. Ayrıca devletçilik kalkınma fikrini halka daha kolay ulaştırabilir ve atıl işgücünü de üretime yönlendirebilir. Verimliliğin artışı ancak devletçilikle mümkündür ve bunun için de planlama gerekmektedir. "Plan, iktisadi hayatı istenen amaçlara zamanında ve bütünüyle yöneltmeye imkan verecek yetkilerle araçları da beraberinde getirmelidir." Bunun için ise ekonominin kilit sektörlerinin devletin elinde olması şarttır. Planlama ile birlikte "büyük iktisadi birimler"e geçilecektir. Özellikle tarımda küçük işletmeler birleştirilmeli ve üretici kooperatifleri kurulmalıdır. Ticarette de perakende satış ve aracılar ortadan kaldırılmalıdır. Dolayısıyla sanayide, tarımda ve ticarette büyük kolektif yapılar inşa edilmelidir. Devletçilik ve kooperatifçiliğin el ele ilerlemesi şarttır. Devletçilik, gelir dağılımındaki adaletsizliği gidermek, tüm yurttaşlar için bir sosyal güvenlik mekanizması oluşturmak, üreticinin ezilmesini engellemek ve bölgeler arası eşitsizliği azaltmak için de en elverişli sistemdir. Ayrıca "çalışmayı toplumun en yüksek değeri haline getirmek, çalışmaya dayanan kazançları yüksek seviyeye çıkarmak, devletçiliğin temel hedefidir." Devletçilik demokrasiyi kitlelerle buluşturmak için de yegane yöntemdir. Planlı bir eğitim seferberliği, Köy Enstitüleri'nin günümüze uyarlanması, emekçi çocuklarını eğitim alanında ve ülke yönetiminde eşit imkanlara kavuşturmak ancak devletçilikle mümkündür. Sendikaların kuvvetlenmesi ve toprak reformunun gerçekleştirilmesi devletçiliğin temel ödevidir. Dönemin önemli aydın, akademisyen ve yazarlarının imzaladığı bu bildiriyle yayın hayatına başlayan Yön dergisi, özellikle bürokrasi, ordu ve öğrenciler arasında hayli etkili olacaktır. Doğan Avcıoğlu Yön'ün ilk sayısında, "Yirminci yüzyılın ikinci yarısında azgelişmiş memleketler için tek çıkar yol sosyalizmdir," diyecek ve 60'lar Türkiye'sine sosyalizm fikrinin damga vurmasının yolunu açan isimlerden biri olacaktır. Nazım Hikmet'in şiirleri uzun yıllar yasaklı olarak görüldükten sonra ilk kez Yön dergisinde yayımlanacaktır. "Kürt sorunu" tabiri TİP de dahil herkesin "Doğu sorunu"nu kullandığı bir dönemde yine ilk kez Doğan Avcıoğlu tarafından kullanılacaktır. (Atılgan, 2007: 602) Yöncüler, dergicilik faaliyetinin dışında, iki örgütlenmenin içerisinde yer aldılar. Bunlardan birincisi Çalışanlar Partisi, ikincisi ise Sosyalist Kültür Derneği (SKD) idi. TİP'in kuruluşunun içinde yer almayan kimi Türk-İş yöneticileri, Çalışanlar Partisi adı altında bir parti girişimi içerisine girmişlerdi ve bu girişimin içindeki sendikacılarla Yöncüler arasında ilişkiler mevcuttu. Yön, Çalışanlar Partisi'nin kurulmasını, CHP'nin gerçekleştiremeyeceği radikal dönüşümleri gerçekleştirebilecek bir parti arayışı nedeniyle desteklemişti ama sendikacılar partinin kurulmasından vazgeçince yeni parti bir girişimden öteye gidemedi. (Şener, 2010: 80) Sosyalist Kültür Derneği ise bizzat Yöncüler tarafından kurulmuştu. 1963'ün başlarında kurulan SKD'nin amacı dernek tüzüğünde şöyle tanımlanmıştı: . Emeği toplumun temel değeri sayan Sosyalist Kültür Derneği, her türlü sömürücülüğü ortadan kaldıracak olan gerçek bir demokrasi düzeninin kurulması için gerekli koşulları bilim ışığı altında inceler, böyle bir düzenin kültürel temellerini araştırır ve bunların yayılmasına çalışır. Dernek "Cumartesi toplantıları" adı altında panel ve konferanslar düzenliyor, bunlara katılım bir hayli fazla oluyordu. Yöncüler muhtemelen derneği zamanla bir partiye dönüştürmeyi planlıyorlardı ama 1965 seçimleri sonrası Doğan Avcıoğlu ile Mümtaz Soysal arasında yaşanan ayrılıktan sonra SKD etkisini devam ettiremedi ve sönümlendi.
26 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.