Gönderi

Atıf Hoca, bütün diger maznun arkadaşları gibi neden hakkını kullanarak, kendini müdafaa etmek lüzumunu duymamaştı? ilk akla gelen, hatta kendisinin de mahkeme huzurunda belirttiği sebep; (Günahsız, suçsuz olduğu gün gibi aşikar olduğu için müdafaaya ihtiyacı olmadığı) keyfiyetidir. Hakikaten de öyle idi. Fakat karşısındaki mahkeme heyeti, öyle insanlardan müteşekkil idi ki: (Gün gibi aşikar olan hakikatları dahi çamurla sıvamak) hüner ve marifetlerini şimdiye kadar birçok masum memleket evlatlarını idam etmekle İspat etmişlerdir. Şu halde, son dakikada, hüküm verilirken, kendini müdafaa etmenin belki bir faydası olabilirdi. Atıf Hocanın ise, buna da ehemmiyet vermeyişinin sebebi vardı: Atıf Hocanın son anlarında açıkladığına göre, kendisi evvela arkadaşlarının ve bilhassa Tahir-ül Mevlevi Hocanın teşviki ve ısrarıyla oturmuş, müdafaanamesini yazmıştı. Pek kısa olarak yazıp yakın arkadaşlarına okuduğu bu müdafaaname- sinde, mahkeme heyetine hitap ederek; (Günlerce devam eden muhakemeler sonunda ithamı mucip olabilecek hiçbir hareket, delil ve vesika elde edilememiş esasen de böyle birşey mevcut olmadığına göre, masumiyetim meydanda olduğu aşikårdır, Hükmünüzü ALLAHtan korkarak ve vicdanınızın sesine uyarak vereceğinizden emin olmak istiyorum) diyordu. Fakat bunu yazdığı gece, bir rüya görmüştü. Sabahleyin kalktığı zaman, Tahir-ul Mevlevi Hocaya: Ben müdafaanamemi okumaktan feragat ediyorum, dedi ve sebebini soran hocaya, şöyle anlattı: - Bu gece rüyamda Fahri Kainat Efendimizi gördüm. Bana: (Atıf, bize iltihak etmek istemiyorsun da, müdafaaname ihzarıyla mı meşgulsün?) dedi. Artık bu hitap karşısında müdafaaname okumanın lüzumu kalmamıştır, yazdığım kağıdı da yırttım attım. Mukadderata boyun eğmekten başka yapacak birşey yok, Mahkeme masum olduğumu bile bile, beni mutlaka imhaya karar vermişse, esasen müdafaaname okumakta beyhudedir. Herşeyden evvel ise, Fahri Kainat Efendimizin bu iltifatı seniyyesine karşı müdafaa yapmak küstahlık yapmak olur ki, benim harcım değildir. İşte, Atıf Hoca bu sebeple müdafanamesini yırtıp atmış ve mahkeme huzurunda, ALLAH'a sığınmakla iktifa etmişti. Fakat Şubatın üçüncü çarşamba günü şapka hådiseleriyle alakadar oldukları iddia edilen kırk dört dini bütün Müslüman hakkındaki hükmünü veren muhakeme heyeti, hatta kendi müddei umumisinin-bütün gayretkeşliğine, şiddetli ceza vermek istiyen merhametsizliğine rağmen idamını talep edemediği Atıf Hocayı idama mahkûm etmişti. Bu arada Atıf Hoca ile beraber Babaeski Müftüsü Ali Rıza Hoca da idamdan kurtulamamıştı. Diğer maznunlardan beşer, onar sene hapse mahkum edilmişler, Ömer Rıza, Tahir-ül Mevlevi, Cafer beylerle diğer bir kaç kişi de nasılsa beraat kararı almışlardı. Atıf Hoca idam hükmünü son derece soğuk kanlılıkla karşılamış, mahkeme reisine tek kelime söylemek istememiş ve ancak yanlarından ayrılırken arkadaşlarına (Zâlim ve katillerle rûzi mahşerde hesaplaşmanın mukadder olduğunu söyleyerek, mukadderata sessizce mutavaat etmiştir. O geceyi, sabaha kadar kapalı bulunduğu hücrede namaz ve niyaz ile geçiren Atıf Hoca, Şubatın dördüncü perşembe günü şafak sökerken, Ankara hapishanesinin önüne kurulan sehpa önüne getirilerek idam edilmiştir. Atıf Hocayı idam eden celladın söylediğine göre, rahmetli hoca, yeryüzündeki son sabah namazını kılıp, başını secdeden kaldırdıktan üç beş dakika sonra ipe çekilirken, yine sukûn ve huzur içinde etrafına bile bakınmadan, yalnız kelime-i şehâdet getirmiştir.
·
68 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.