Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Metin Karabaşoğlu'nun "Ruh Bakımı" kitabından alıntılar; S 10- İnsanların kendilerini sahip oldukları fiziksel özellikler ve maddî imkânlar ile tarif ettikleri bu çağda, bütün dikkat, bütün itina 'beden'e ve 'madde'ye odaklanmış halde. S 13- İnsanı insan yapan bedeni değildi, ruhuydu yani. Beden asıl, ruh onun elbisesi değildi. Ruh asıldı, beden ruha elbiseydi. S 18- İçinden gelmeyene, dışarıdan birşey yaptıramazdınız. Kendisine yardım etmeyen, sizin yardımınızı da boşa çıkarırdı. S 25- Bu ülkede benzin kendi ülkemden üç kat ucuzsa aradaki farkı meselâ Irak'ta veya Afganistan'da veya Filistin'de ölen çocukların ödediğini bildikten sonra 'ucuz petrol' ile 'rahat yolculuklar'dan söz edemezdim. S 36- Oysa insan, rüyaları ve hayalleri kadar değerlidir. Yolumuzu çizen, rüyalarımız ve hayallerimizdir. S 38- Yanlışı çok sayıda insanın yapmasının doğrunun değerini eksiltmediğini kavrayacak yaşta ve doğru bildiğim noktada direnebilecek kavrayıştaydım. ... Rabbim, aşkın bir hevesten öte bir duygu olduğunu, ‘-mış gibi olma’nın ötesinde insanı gelişip değiştiren, inceleştirip olgunlaştıran bir duygu olduğunu bilfiil gösterdi bana. Gün geldi, âşık da oldum; ama savrulmadım, dağılmadım, dağıtmadım. Gönül borcu duyduğum acılar yaşadım gerçi. Hissettiklerimin ‘-mış gibi’nin ötesinde olup olmadığını anlama çabası içinde sevgimi henüz açamadığım sevdiğimin, ben sevgimi ifade edemezken başkalarına yâr olması ihtimalinin sancısıyla yaşadım. Ama o sancılar, "Rabbim! Onun için hayırlısı ben isem, bizi birbirimize nasip et! Değilsem, hakkında hayırlısı kim ise, onu ona nasip et" gibi dualar öğretti bana. S 39- Ayağı yerden, duygusu gerçeklikten kesik bir melâl hali, bir sevda, bir hülya; hayır, aşk bu olamazdı. S 43- Yüzü güzelse, boyu posu yerindeyse, teni alımlıysa, işlem tamamdı; 'güzel' sayılmak için bunlar yetip de artıyordu bile. S 45- Oysa aşk, iki insanın beraberliğidir. Dolayısıyla, öncelikle iki kalbin, iki aklın, iki ruhun beraberliği... S 52- Çocuklar kötü olmasın endişesiyle gelen dayatmacı yaklaşımların ta kendisinin çocukları kötü olmaya ittiğini söylememi mümkün kılan tecrübelerim vardı. S 56- Şehir hayatının çocuğu kâinatla teması ancak televizyon üzerinden kuruyordu. Buzlu cam arkasından yani. Yoksa pek çoğunun eli yeni doğmuş bir kuzuya asla değmemişti ve değmeyecekti. Yumurtadan yeni çıkmış bir civcivi okşamamışlardı ve okşayamayacaklardı. S 58- Bana göre, düğümü teoriler, aklî çıkarımlar, uzman görüşleri, psikoloji kitaplarındaki modern vaazlar değil, anne-babalar çözecektir. Asıl düğümü anne-babanın çocuğa 'rol gereği' veya 'kitapta yazıldığı gibi' değil, içtenlikle sunabildiği ilgi, şefkat ve sevgi çözecektir. O düğüm çözüldükten sonra da, gerisi bir şekilde gelecektir. S 62- 'Dereceye girmek', hangi alanda ve ne pahasına dereceye girildiğinden; 'birinci olmak,' neyin birincisi olduğumuz sorusundan çok daha önemliydi. S 64- İnsanlar başarı kazanıyorlardı ama insanlıklarını kaybediyorlardı. Kazanırken kaybediyor, kazandıkça kaybediyorlardı. S 70- Kendisi olmaktan büyük kazanç, kendini kaybetmekten büyük kayıp yok velhasıl... Marifet, yükseleyim derken alçalmamak. Marifet, kazanırken kaybetmemek. S 84- Hakikaten yolcu gibi miydik şu hayat yolculuğunda? Misafir gibi miydi şu dünyadaki duruşumuz? Bize bakan ne derdi bizim için? Bizi gören, şu dünyada bir misafir veya bir yolcu hali mi okurdu halimizde? S 86- Gözü fıldır fıldır dünyayı tarayan bir mü'min, hangi gafili ahiret iklimine çağırabilirdi ki? Eli ayağı dünyaya koşan, üstü başı dünyalık taşan bir mü'minin ağzı "Dünya hayatı bir aldanış metaından öte bir şey değildir" gerçeğini her gün bin kere söylese insanlığa, kime nasıl tesir ederdi ki ? ... Bu dünya bir aldanış metaından öte bir şey değilse ve asıl olan ahiret yurdu ise eğer, mü'minler bunu yalnız dilleriyle değil, halleriyle de tasdik etmeliydi. S 87- Dünya sevgisi, kudsî nebinin ihbarıyla bütün hataların başıydı çünkü. Onun kendisinden sonraki zamanlara, hele ki ahir zamana dair hadisleri mü'minlerin 'darlık'la değil, 'varlık'la sınanacağı çetin imtihanları haber veriyordu. S 91- Neden zordu 'sıradan' olmak? Neden zordu fani dünyadan 'ihtiyaç miktarında' nasiplenmek? Zor muydu açların çok olduğu bir dünyada tokların sofrasına oturmamak? Zor muydu Allah toklardan kıldıysa eğer, bunu imrendirmek için değil de infak için istimal etmek? ... Güya ahiret adamları idik, ama dünyalık konusunda ehl-i dünya ile yarış içindeydik. S 118- Özü sözü bir olmanın uzağında; çifte sözlü, çifte dilli, çifte yaşantılı bir haldeydik. Verilen söz, istisnalar bir yana, güven vermiyordu bize. S 122- Söylemimizin gücüne güveniyorduk ama, yapıp eylediklerimiz onun zıddına ise, kimse ağzımızdan akanın bal olmasına aldırmazdı. S 124- Oysa hadislerin ışığında görüyorduk ki, sahabilerin yaşadığı büyük dönüşümün mihveri, ahlâk idi. Onlar, inandığı doğruları yaşayan, yaşayamadığı yerde istiğfarı başaran insanlardı. Sözleri ile özleri birdi. Dürüsttüler. Yanılabiliyor, ama yalan söylemiyorlardı. S 126- Küfrün mahiyeti yalandır, imanın mahiyeti sıdktır. S 127- Yapıp ettiklerimiz, Medine kokusu taşımalı insanların dünyasına. İnsanlar, elimizden ve dilimizden emin olmalı. Sabır okunmalı hayatımızda. Yüzlerimiz, içten bir gülümseme taşımalı; içten, sımsıcak, gerçek ve derin. Sözlerimiz kulaklara giderken, yaşayışımız gözlere 'şahidim ol' diyebilmeli. Yüzlerimiz secde iziyle birlikte yalansızlık alâmetini taşıyabilmeli. Sözün kısası, farkımız, ahlâkımız olmalı. Ve bu da, birileri desinler diye değil, O'nun için olmalı... S 129- Cahiliye içindeki bir toplumu alıp kendini bilmenin, haddini bilmenin, Rabbini bilmenin zirvesine ulaştıran; kız çocuğunu diri diri gömen Ömer'i alıp iz'an ve insaf eleğinden geçirerek Dicle kenarında ayağı incinen kuzunun dahi tasasını çeker bir adalet timsaline dönüştüren; bedevî bir topluluğu medenî bir ümmet haline getiren; ilk şehri Medine'yi bir medeniyet vahası kılan bir dindi o. S 135- Meselâ, yalan söyleyen bir dindarın bu yanlışından dolayı yalanı yasaklayan İslâm'a küsmek ve saldırmak yerine, "Yalan söylemeyi yasaklayan bir dine mensup olduğun halde yalan söylüyor olman sana yakışmıyor" diyebilmeli; dindar bir kişiden kaba bir davranış gördüklerinde, o insana mensup olduğu dinin peygamberinin inceliğini hatırlatabilmeliydiler. S 148- Oysa yeryüzü yıldızları, yaklaştıkça küçülen cinstendi. Yakınına vardıkça, onun da bizden biri, hatta birçok açıdan bizden geri olduğunu anlıyorduk onların. S 154- Oysa 'istişare' farz iken 'istihare'nin sünnet oluşunun verdiği mesajı önemseyen biriydim ben; istihareye evet de, istişareden çıkan sonuç açık ise istihareye pek de mahal olmadığı görüşündeydim. Hatta belki biraz da bu yüzden bir rüya fakiriydim. Ama rica kuvvetli, ısrar şiddetliydi. 'Başkası adına' istihareye pek anlam veremesem de, kıramadığım bir hatır için, üç gece istihareye niyetlenmiştim. S 156- Bir çıkış yolu arıyorsa ahir zaman mü'minleri, sahabilerin durumunu örnek almalı... S 157- Bir 'rüya-yı sâdıka' olarak düşünürsek, rüya demedeydi ki, Rabb-ı Rahîm bir Ömer, bir Ali, bir Osman, bir Mus'ab, bir Ebu Zer mizacında yaratmış değildir seni. Ne Ömer kadar celâlli, ne Osman kadar hayâ sahibi ve yumuşak huylu, ne Ali kadar bilgili, ne Mus'ab gibi yakışıklı, ne Ebu Zer kadar keskin birisin. Ama baksan, mizacının Sa'd'ın mizacına yakınlığını hissedebilirsin. Kendi kemalin için örtüsünü kaldırıp yolunda yürümen gereken yıldız odur. S 160- Öyle ki, Muaviye b. Ebi Süfyan, Hz. Ali'ye ve evlatlarına Cuma hutbelerinde lânet okuma bahtsızlığına, ancak Sa'dın ölümünden sonra teşebbüs edebilmişti. S 168- Oysa bugün sert davranılıyordu bize. Sert davranıyorduk birbirimize. Mü'min kalpler serin değildi birbirine, derin değildi dostluklarımız, fıldır fıldır suçlamaya yarayacak bir emare arıyordu gözlerimiz. S 175- O gün, kendimizi de kurtaracağımız bir gündür üstelik. Ancak bağışlayandır ki bağışlanmaya hak kazanır, ancak affedendir ki affedilir zira. "Merhamet etmeyene merhamet edilmez" buyurmuştur kudsî nebi. Hesap günü merhametle muamele görmenin lâzımı, bu dünyada merhamettir...
·
155 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.