Gönderi

Ortanın solu ve Ecevit'in yükselişi Ecevit, CHP'nin Ulus gazetesinin genç ve parlak yazarlarından biri olarak tanınır hale gelmeye başladığı 1950'lerin sonuna doğru, 1957 seçimlerinde Ankara milletvekili olarak TBMM'ye girdi. 1958 yılında kurulan ve CHP politikalarına yön verecek olan CHP Araştırma Bürosu'nda görev aldı. Büronun başında Turhan Feyzioğlu vardı ve Turan Güneş, Doğan Avcıoğlu, Coşkun Kırca gibi isimler de büroda yer almaktaydı. Ecevit 1959'daki 14. CHP Kurultayı'nda Parti Meclisi'ne seçildi. Bu kurultayda kabul edilen "ilk hedefler beyannamesi" CHP'nin 60'ların ilk yarısı boyunca izleyeceği siyasetin temelini oluşturacaktı. 27 Mayıs darbesi sonrası yapılan ilk seçim olan 15 Ekim 1961 seçimlerinden sonra kurulan CHP-AP koalisyonunda henüz 36 yaşındayken Çalışma Bakanlığı görevi Ecevit'e verildi ve Ecevit 1961- 1965 yılları arasında İsmet İnönü'nün başbakanlığında kurulan üç koalisyon hükümetinde de aynı görevi sürdürdü. Türkiye işçi sınıfının siyasal yaşamda görünür hale gelmeye başladığı ve iktidarların işçilerin taleplerini gündeme almaya kendilerini mecbur hissettikleri bu yıllarda, yapılan yasa değişiklikleriyle işçilere sendika kurma, grev ve toplu sözleşme hakkı tanındı. Ecevit bu yasa değişikliklerinde kolaylaştırıcı bir rol oynadı. Ancak bir yandan işçilere bu hakkı "kötüye kullanmamaları" için uyarılarda bulunurken, sermaye çevrelerine de grev ve toplu sözleşmelerden korkmamaları gerektiğini, bunun işçilerin tüketim olanaklarını artıracağını ve pazarın genişleyeceğini, yani neticede kendilerinin kazançlı çıkacağını söyleyerek güven telkin etmeye çalıştı. 1965 seçimlerinin öncesinde, İnönü TİP'in yükselişine ve CHP tabanından oy çalma ihtimaline mukabil olarak CHP'nin "ortanın solu"nda olduğunu söylemişti. İnönü bunu söylerken, ortanın solunda olmanın herhangi bir şekilde sosyalizmle ilişkilendirilmemesi gerektiğini, kendilerinin Marksist ya da sosyalist olmadıklarını sıkça vurguluyor ve ortanın solunun Türkiyeyi "aşırı" akımlardan koruyacağını söylüyordu, Ortanın solu kavramını Ecevit sahiplendi ve ona bir içerik kazandırmaya, bir doktrin haline getirmeye yoğunlaştı. Ekim 1966'da yapılan kurultayda, "CHP halkçılık ilkemizin gereği olarak, büyük halk kitlelerinin yanında, onların yararına çalışan, onların sömürülmesine karşı çıkan Ortanın Solunda yer alan bir partidir" ifadesi, bunun sosyalizmle bir alakası olmadığı şerhiyle birlikte kurultay bildirisinde yer aldı ve Parti Meclisi'nde de çoğunluk ortanın solunu savunanlara geçti. Bu kurultay aynı zamanda Ecevit'in parti genel sekreteri olması ve parti örgütlerinin çoğunun desteğini arkasına alması anlamına da gelecekti. Ecevit 1966'da Ortanın Solu, 1968'de ise Bu Düzen Değişmelidir adlı kitapları yayımladı. 1969 seçimlerinde CHP'nin yayımladığı program, bu iki kitabın üzerine inşa edilmişti ve "Düzen Değişikliği" adını taşımaktaydı. Kapağında, "CHP'nin Düzen Değişikliği Programı" ve "İnsanca bir düzen kurmak için halktan yetki istiyoruz," yazan programın önsözünde, "Türkiye' deki düzenin bozuk olduğu, adaletsiz olduğu, hızlı gelişmeyi ve sınaileşmeyi engellediği, artık, devrimci aydınlarla birlikte, geniş halk topluluklarının da büyük ölçüde benimsediği bir gerçektir," ve seçimin kazanılması halinde CHP "bütün engelleri aşacak ve düzeni en kısa zamanda değiştirerek, Türkiye' de Anayasamızın da gereği olan İNSANCA BİR DÜZEN kuracaktır" deniliyordu. Programın birinci bölümü "Köylüye Yönelik Düzen Değişikliği" adını taşımaktaydı ve bu bölümde kalkınmanın köyden başlayacağı söyleniyordu. Kalkınma için yapılacak düzen değişikliği üç maddede özetlenmişti: 1- Köylünün üretimini artırması sağlanmalıdır. 2- Bu üretim artışından meydana gelecek değer, geniş ölçüde köylünün olmalıdır. 3- Köylü, artan ekonomik gücüyle Türkiye'nin hızlı sınaileşmesine katkıda bulunmalıdır. Bunun için toprak reformu yapılacağı, toprak ağalığına son verileceği, köylünün işlediği toprağın ve kullandığı suyun sahibi olacağı söyleniyordu. O ünlü "toprak işleyenin, su kullananın" sloganı buradan çıkmıştı. Bunun yanı sıra "çok yönlü tarım"a geçileceği, tarımsal kredilerin artırılacağı, kooperatifler eliyle yatırım yapılacağı, tarım sigortası uygulamasına geçileceği ve "köykent" adı altında okulların, dükkanların, kursların, tesislerin bulunacağı merkez köyler kurulacağı programda yer almaktaydı. Programın ikinci bölümüne "Bağımsız Sanayi Toplumuna Geçiş" adı verilmişti. Bu bölümde, "CHP insan emeğinin sömürülmesine dayanan veya özgürlüğü kısıcı rejim ve yöntemlerle yürütülen bir ekonomik gelişmeyi ve sınaileşmeyi reddeder," deniliyor, kapitalizm ve sosyalizmin dışında bir "üçüncü yol" dan söz ediliyordu. Sanayileşmek için tarımdan sanayiye kaynak aktarılacak, sanayi dış ticarete yönlendirilecek, döviz gelirleri artırılacak, büyük bir yatırım bankası kurulacak, köylüler kooperatifleşmeye, işçiler sendikalar aracılığı ile sanayi yatırımları yapmaya, memurlar dayanışma sandıkları oluşturmaya, esnaflar bir araya gelerek büyük işletmeler kurmaya teşvik edilecekti. Amaç "fabrika yapan fabrikalar" kurulması, "makine yapan makineler" yapılması, yani ağır sanayide uzmanlaşmaydı. Bunun için ekonomi "karma ekonomi" modeline göre örgütlenecek, "devlet kesimi özel girişimleri engellemeyecek, fakat özel girişimler de devlet kesiminden beslenmeyecek"ti. Devlet kesiminin ve özel kesimin koordineli bir şekilde çalışabilmesi için "Ulusal Sanayii Koordinasyon" merkezi kurulacaktı. Sanayileşmeye bir sosyal plan eşlik edecek, kentleşme, sosyal güvenlik, göç vb. konular bu plan aracılığıyla düzenlenecekti. Bir fikir vermesi açısından sadece ilk iki bölümü üzerinde durduğumuz programın devamında, orman köylüleri ile ilgili yapılacak düzenlemeler, eğitim reformu, ulusal savunma politikası, "Doğu sorunu", doğal kaynakların kullanımı, emek rejiminin düzenlenmesi, sosyal güvenlik sistemi, konut sorunu ve kentleşme, hukuk, devlet yönetimi, anayasa başlıkları altında son derece ayrıntılı bir şekilde yapılacaklar anlatılmıştı. Programın sonunda ise programın bilimsel olduğu kadar halkçı bir program olduğu, Türkiye'nin gerçeklerine dayandığı, bu bakımdan ulusal bir nitelik taşıdığı, ancak aynı zamanda azgelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere örnek teşkil edecek evrensel bir karaktere de sahip olduğu söyleniyordu. Bu ayrıntılı program, CHP'nin 1969 seçimlerinden birinci parti olarak çıkmasını sağlamadı. Oy oranlarında 6 puanlık bir düşüş olsa da AP seçimlerden yine birinci parti olarak çıkmıştı, CHP'nin oylarında ise 2 puanlık bir düşüş vardı. Programın toplumda bir karşılık bulması ise ancak 12 Mart darbesinden sonra, 1973 seçimlerinde söz konusu olacaktı. Ecevit 12 Mart darbesinin ardından, hükümeti kurma görevinin Nihat Erim'e verildiğini gördükten sonra, bunun ortanın solunun önünü kesmek için yapıldığı kanaatine vardı ve bir basın toplantısı yaparak, "12 Mart bana karşı yapılmıştır," dedi: Bu aslında hükümete karşı yapılmış bir darbe değildir. Cumhurbaşkanı ve bazı kumandanların desteği olmasaydı, hükümet, bugüne kadar demokratik mekanizmanın işleyişi ile zaten düşmüş olacaktı. Bence müdahale, gene muhtemelen bazı kumandanların iradeleri dışında bir saptırma ile CHP'ye, Ortanın Solunda CHP'ye yönelen bir darbe sonucunu vermiştir . ... Demokrasiyle önlenemeyen, kurultayda önlenemeyen, seçimle önlenemeyeceği görülen bir hareket, bir darbe ile önlenmiştir. Ortanın solu hareketinin ve benim demokrasi kuralları içinde yenilemeyeceğimiz anlaşılmıştır. Onun üzerine demokrasi kuralları dışına çıkılarak yenilgimiz sağlanmıştır. (Çolak, 2016: 1 33) Ecevit, "Çok önemli bir noktada çok saydığım genel başkanımla ters düşmüş bulunuyorum. Ona rağmen ve onunla karşı karşıya gelerek partiyi yönetemem. Onun için genel sekreterlikten çekiliyorum," açıklamasıyla birlikte görevinden istifa etti. Onunla birlikte Merkez Yönetim Kurulu da istifa edecekti. İnönü'nün Erim hükümetini destekleyeceklerini açıklaması süreci hızlandırdı ve yapılan il kongrelerini Ecevit yanlıları kazandı. Ecevit'in giderek güçlendiğini gören İnönü ve ekibi, baskın bir kurultay düzenleme kararı aldı ve 7 Mayıs 1972'de olağanüstü kurultaya gidildi. Bir gün önce kalp krizi geçiren İnönü kurultaya doktor nezaretinde geldi. Ecevit yanlılarının çoğunlukta olduğu Parti Meclisi'ne güven duymadığını açıkça ifade etti. Yapılan oylamada Parti Meclisi 507 güvensizlik oyuna karşılık 709 güven oyu aldı, bu ise İnönü için büyük bir hezimet anlamına geliyordu. 8 Mayıs'ta istifa etti ve Ecevit oybirliğine yakın bir çoğunlukla CHP'nin genel başkanı oldu. 1973 seçimlerine Ecevit'in liderliğinde giden CHP, "Ak Günlere Doğru" adlı bir seçim bildirgesi yayımladı. Ecevit'in şair yönünün damgasını vurduğu bu bildirgenin sunuşunda Cumhuriyet'i kuran parti olan CHP'nin şimdi de hakça bir düzen kuracağı söyleniyor ve bu düzen şöyle anlatılıyordu: Hakça bir düzen olacaktır bu... Kimse kimseden insanca yaşama hakkını esirgemeyecektir bu düzende; insan insanı, yabancılar vatanı sömüremeyecektir. Herkes özgür olacaktır bu ülkede. Özgürlük, eğitimdeki, gelirdeki dengesizliklerin sınırlamasından kurtulacaktır. Toplum yararı kişisel çıkarlardan önde gözetilecektir bu düzende, fakat toplum yararı gerekçesiyle de olsa kimsenin kişiliğini serbestçe geliştirmesi engellenemeyecektir. Halkın üstünde egemenlik olmayacaktır bu düzende. Devlete de servete de kul olmayacaktır hiç kimse . . . Bildirgenin giriş kısmında ise 12 Mart darbesi ile birlikte ülkede bir rejim bunalımı yaşanmaya başlandığı, demokrasinin askıya alınmasıyla "halkın siyasetteki ağırlığı"nın ve "devlet yönetimi" üzerindeki etkisinin azaldığı, "varlıklı çıkar çevreleri ve onların yandaşı olan tutucu partiler"in bundan yararlanarak sosyal ve ekonomik politikaları sağa kaydırdığından söz ediliyordu. Devalüasyona, hayat pahalılığına, plansız ekonomiye, hızlı yoksullaşmaya, temel gıda maddelerine ulaşmada yaşanan sıkıntılara ve karaborsacılığa, yani ekonomideki tehlikeli gidişata özel bir ağırlık veriliyor ve tüm bu başlıklara yönelik tespitlerden sonra şöyle deniliyordu: Türk ekonomisine, Türk halkına ve Türk demokrasisine yönelen bu büyük tehlike karşısında, Cumhuriyet Halk Partisi'nin, sermayeyi sınırlı ellerde yoğunlaştırıp o ellerle yatırıma yöneltme yerine, öncelikle üretici halkın ve çalışanların eliyle yatırıma yöneltmeyi öngören tutumu, büyük önem kazanmaktadır. CHP'nin kendi demokratik sol doğrultusundaki bu tutumu, ekonomimizdeki daralmayı sona erdireceği, halkta belirginleşen tasarruf ve yatırım eğilimini azami ölçüde değerlendireceği gibi, hızlı kalkınma ile yaygın sosyal adaletin bir arada gerçekleşmesini de sağlayacaktır. Üstelik halkın ekonomik gücüyle birlikte ekonomideki ağırlığını artıracağı için, demokrasimizi de daha sağlam bir tabana oturtacaktır. CHP 1973 seçimlerinde %33'lük oy oranıyla birinci parti oldu, ancak tek başına hükümet kuracak vekil sayısına ulaşamadı. Ecevit bunun üzerine koalisyon kurma arayışlarına başladı ve bu arayışın sonunda bulunan ortak Necmettin Erbakan'ın Milli Selamet Partisi (MSP) oldu. Seçimler 14 Ekim 1973'te yapılmış, hükümet ise ancak 7 Şubat 1974'te güvenoyu alarak kurulabilmişti. 235 gün süren CHP-MSP koalisyonuna üç önemli olay damgasını vurmuştu. Bunlardan birincisi haşhaş ekimi meselesi, ikincisi genel af tartışmaları ve üçüncüsü de Kıbrıs harekatıydı. Hükümet programında da belirtildiği üzere Nihat Erim döneminde ABD'nin isteği üzerine alınan haşhaş ekimi yasağı kaldırıldı ve bu süreçte kamuoyunda anti-Amerikan, antiemperyalist bir rüzgar hakim oldu, siyasal iklime Amerikan karşıtlığı damgasını vurdu. Af tartışmaları ise hükümet ortakları arasında hayli gerilimli bir seyir izledi. CHP siyasi mahkumlar da dahil herkese yönelik bir genel af isterken, MSP'liler siyasi mahkumların affın dışında tutulması gerektiğini söylüyorlardı. TBMM'de 15 Mayıs 1974'te yapılan af görüşmeleri sırasında MSP'li vekiller diğer sağ partilerle birlikte hareket ettiler ve siyasi mahkumlar af kapsamının dışında kaldı. Affın yasalaşmasının ardından CHP'li vekiller yasayı Anayasa Mahkemesi'ne götürdüler ve mahkeme eşitlik ilkesi uyarınca siyasi mahkumları da af kapsamına aldı. Bu afla birlikte 12 Mart döneminde cezaevine konulan solcu mahkumlar da tahliye olacak, Türkiye solu üç yıllık bir aradan sonra yeniden yükseliş dönemine girecekti. CHP-MSP koalisyonuna damga vuran üçüncü olay olan Kıbrıs harekatı ise 15 Temmuz 1974'te EOKA liderlerinden Sampson'un Kıbrıs Cumhurbaşkanı Makarios'u bir darbe ile devirmesinin ardından, 20 Temmuz 1974'te gerçekleşti. Harekat hem Yunanistan'daki Albaylar Cuntasının devrilmesiyle hem de Sampson'un görevi Klerides'e devretmesiyle sonuçlandı ve sonrasında da Türkiye, Yunanistan ve Kıbrıs arasında ABD ve İngiltere'nin girişimleriyle bir diplomasi masası kuruldu. Birinci Milliyetçi Cephe (MC) hükümetinin kuruluşuna giden yol, Kıbrıs harekatı sonrası başladı. Çünkü Ecevit, Kıbrıs'ta kazanılan başarıyı ve yakaladığı popülariteyi tek başına iktidar için kullanmak istemiş ve bu nedenle de koalisyonu bozarak erken seçime gitmeye karar vermişti. Kuruluşundan 235 gün sonra, 17 Kasım 1974'te CHP-MSP koalisyon hükümeti sona erdi.
103 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.