Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

HAKÎKATİN MASALI // MASALIN HAKÎKATİ... Bir varmış, bir yokmuş... "Bir" hep varmış, ezelden beri varmış da, ondan başka "Bir" yokmuş... Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde... Ve rûhum kan içinde, canım Cânân içinde... Sırlı bir ân içinde, meçhul mekân içinde... Yürürüm yürürüm varılmaz, ararım ararım bulunmaz, Kaf Dağı'nın ardında, elmas kuşlar yurdunda, bu masala kulak kabartan kişi, nerede olmak isterse, işte orada... Belki hiç yok öyle bir yer, belki de tam şurada... Uzakların bile ayaklarını yoran uzak mı uzak bir ülkede, ayın ondördüne parmak ısırtan, saçlarına dokunmak için geceyi sabırsızlandıran, uyku mahmuru gözlerine süzülmek için güneşi telaşlandıran bir Mahperi yaşarmış... Değil mi ki, herkes mutlaka bir Sevgili'ye aşıktır da, Aşk'ın kendisi, adına "İmkânsız" denilen bir güzele âşıktır... Gün gelmiş, kırk yamalı abasından başka hiçbir şeyi olmayan, yalınayağını dikenler yaralamasın diye, ayaklarına çamur sıvayan, cılız mı cılız, kara-kuru, teni sarı, kalbi duru bir delikanlı âşık olmuş, güzeller güzeli, zenginler zengini, sedeften sarayların Prensesi Mahperi'ye... Gönüldür bu Efendim... Akıl dümenini bir defâ eline almayagörsün... Sabah dememiş, akşam dememiş, Mahperi'nin peşinde dolaşmaya başlamış fukarâ delikanlıcağız... Tenhâda da düşmüş Ay Yüzlü'nün peşine, kalabalıkta da... Sarayının çevresini de mesken tutmuş, pazar meydanını da... Mahperi de farkındaymış aslında sessiz ve değersiz gölgenin. Farkındaymış farkında olmasına da, tenezzül bile etmemiş, takip edilişinden rahatsız olmaya... Günler birbirini kovalaya dursun, garip âşık da kovalamış durmuş bir vuslat umudunu... Ve nihayet, Efendimin âlâsına söyleyeyim, dayanamamış daha fazla Mahperi... Çok güneşli, huzurlu ve sakin bir günde, hiç beklenmeyen bir kum fırtınası gibi dönüvermiş yüzünü, perişan âşığına: -Nedir bu edepsizliğin Ey dilenci kılıklı ucûbe ?!... Ne diye dolaşmaktasın peşimde vakit-saat bilmeden?!... Yüzünü ayağının altına alır sefil delikanlı... Yâr dilinden işittiği hakaretlerin her birini, som altından bir şeref madalyası bilip, takar boynuna... -Ben... der delikanlı... Âşığım sana... Hiç şaşırmamıştır Mahperi. Nice şehzâdeler, ismi namlı beyzâdeler âşık olmuşlardır onun güzelliğine ne de olsa... Kızmıştır aksine... Ne büyük bir tahkirdir bu... Böylesi bir çul yoksunu tarafından sevilmek... -Sen mi ?... der delikanlıya. Bu hâlinle mi?... Bu fakirliğinle, boyundan büyük sefilliğinle mi?... Hâline bir bak da acıyıver Ey dilenciler meclisinde, dilencileri dahi hâline şükrettiren... Neyin var bana verecek?... Bir nazarımın, maâzallah bir gülüşümün mehirini istesem senden, neyin var bedelini ödeyecek?... -Canım var... der delikanlı hiç tereddütsüz... Al canımı, götür pazara... Para mıdır istediğin, servet midir?... Satıver canımı, parası senin olsun ... İyice hiddetlenmiştir Mahperi Sultan... Ee, öyle ya, "Ve vardır her vahşi çiçekte gurur..." Bu hilkat garîbesine esaslı bir ders vermenin vaktidir o vakit... -Öyle mi?... Der Yıldızların Nedîmesi Mahperi. Canın mı var ?... Peki öyleyse, düş önüme. Kaç para ediyormuş bakalım canın... Sürükleyiverir boynundan prangalı bir esir misâli pervâsız âşığını köleler pazarına... Ve çıkarıverir, âciz delikanlıyı, mezat sehpâsına... Vakit geçer, saat geçer, gün akşama döner, ne ki kimsecikler tâlip olmaz böğürtlen çalısına dönmüş delikanlıya... Satılan da, satıcı da umudunu kesmek üzereyken bu ticâretten, yaşlıca bir adamcağız çıkagelir Mahperi'nin köle vitrini tablasına. -Bu köle... der yaşlı adam. Senin mi bu?... -Benim... der Mahperi, güvercin gerdanlığı boynunu, çiy yorgunu bir gül gibi bükerek... O an, dünya bir beşik gibi ırgalanır delikanlının ayaklarının altında. Gözleri kararır, bakışları bulanır... Ve yığılıverir saatlerdir ayakta durduğu tezgâhın üzerine... -Ama nasıl?!... Öyle mi?... Öyle mi sâhiden?... Onu kastederek, "benim" mi demiştir Mahperi... Yani o, yâni fakir bir dilenci, "Mahperi'nin midir şimdi o" ?... Gözlerini açtığında, çoktan satıldığını, uzunca bir mesâfeye baygın hâlde taşındığını, kendisini satın alan Efendisinin evinde olduğunu farkeder delikanlı... -Uyandın mı zavallıcık ? der adam... Buyur, özgürsün, gidebilirsin... -Ama neden?... der delikanlı. Siz beni satın aldınız ya... -Ben... der adam, rahmetli anacığıma söz vermiştim, o öldükten sonra her yıl bir köle satın alacağıma ve onun ruhuna ecir niyetiyle âzâd edeceğime... Ve şimdi, annemin niyetiyle âzâd ediyorum seni... Ve yürüyüp gider delikanlı, sılasıyken gurbet oluveren memleketine... Bir-iki gün geçmiş veya geçmemiştir ki, Mahperi Saray selâmlığından çıkıp, sahn-ı bezirgânın yolunu tutmuşken, bir adım ötesinde göz göze geliverir dîvâne âşığıyla... -Yine mi Sen... der, a deli, kurtuluş yok mu senden ?... Boynunu kırılmışçasına büküverir delikanlı. Bakışları, Sevgili'nin ayakuçlarındadır... -Yalvarırım, der... Ey Sevgili... Nazarına da, azarına da sevdâlandığım Sevgili... Yüzünün Nûru hakkı için... Köleler pazarına bir daha götürür müsün beni ?... Ne olur, ne olur Ey parmakları kevser katresi... Bir müşteri daha geliverirse yanıbaşına... Sorarsa bir kişi daha "Bu köle kimin" diye, Ne olur Ey Mehtâb saçlarına tâc olası, "Bu, yolunda çer-çöp olan kölene, bir kez daha "Benim" der misin ?...
·
51 görüntüleme
Bu yorum görüntülenemiyor
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.