Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

...Üç nokta… Ya üç nokta… üç noktanın hikayesini hiç duydunuz mu? … “Üç noktanın ima ettiğini, yeri gelir, bütün bir edebiyat açıklamaktan aciz kalır. Hiç bir harf ve hiçbir kelime üç noktanın ima ettiğini kucaklayamaz… O bunu biliyordu, askere giderken eşiyle son kere yalnız kaldığında demişti ki: “Eve gönderdiğim her mektubun sonuna üç tane nokta koyacağım; Üç tane nokta… O üç nokta senin içindir, anladın değil mi ?” Uzun askerlik yıllarında eve gönderdiği her mektupta hep o üç nokta vardı… Büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden öpüldüğü, teyzeler, amcalar, komşular ve tanıdıkların hal ve hatırlarının sual edildiği, sağlık ve sıhhat dilekleriyle baki selam temennisiyle son verilen mektupların sonunda hep üç nokta vardı. Eşi mektupta yazılanlara aldırış etmiyordu. O son satırın sonundaki üç noktayı arıyor, buluyor, okuyor. Buğulanmış gözlerinden süzdüğü üç damla gözyaşı ile yıkıyordu. Seneler, seneler sonra, bütün sözlerin mahremiyet yaşmağını yırtıp, üryan tekilliklere düştüğü bir gün, yüreğinin tam üzerinde sakladığı son mektubu çıkarıp sonundaki üç noktayı okşarcasına seyrederek sevgilisine şöyle demişti : Sahi Ahmet bey, ne güzel mektuplar yazardın eskiden ?...”. Üç nokta için bir şeyler söylemek gerekirse... Gerçekten dede, nine ve amcalarla beraber yaşadığımız o kalabalık aile yıllarında, askerden evine mektup yazan biri mektupta eşine sevgi sözcükleri yazamazdı. Bu bir edepti. O zamanın kadınları da eşlerini hiçbir zaman söze dökülmeyen kelimelerle severler ya da sevgisizliklerini mahrem bir hastalık gibi yüreklerinin derinliklerinde bir ömür boyu saklarlardı. Bizim neslin çocukları babaları tarafından dedelerinin yanında hiç sevilmemişlerdir. Bu edep hallerine zamanımız ne çok muhtaç... Ahmet Turan Alkan
··
52 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.