Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Duman Hanım
İyi günler. #90249311öykü etkinliği kapsamında ismini vermek istemeyen genç bir arkadaşın DUMAN'lı bir öyküsünü paylaşıyorum sizinle. Umarım yorumlarınızı esirgemezsiniz. İyi okumalar. "Çok olmamıştı gün batalı. Soğuk olurdu o kış akşamları. Yedi yaşıma yeni girdiğim zamanlardı. Benim hikayem o zamanlar başladı... Okul çıkışı babam beni almaya geldiğinde ellerimden tutardı. Elleri yüreğinin aksine hep sıcaktı. Kış akşamlarına benzerdi babam. Soğuk, karanlık, sessiz... Ve ben... Tıpkı bacalardan çıkan duman gibiydimsokaklarda. Neşeyle dolaşan, özgürce uçan... Her okul çıkışı Duman'ı almaya gelirdi Akşam. Sokaklarda beraber yürürlerdi sonra. Ah şu sokaklar... Ne dekarlı olurdu o zamanlar. Sokak lambalarının ışığının altında dans ederlerdi Kar taneleri. Kimi el ele dolaşır, kimi kavga eder, kimi sevişirdi. Ne tuhaftır şu sokak lambaları! Herkesi aydınlatır, onlara yol gösterir ama kendi karanlığında iki adım öteye bile gidemez. Sanırım babam sokak lambalarına da benziyor. Bazı akşamlar kar dizlerimin altına kadar gelirdi. O zamanlar babam önden gider, ben de onun ayak izlerini takip ederdim. Yanımızdan evlerine dönen arabalara bakıp dururdum. Bunun için kara düştüğüm de oldu. İçindeki insanlar tuhaf gelirdi bana. Yavaş gittikleri için bazen yüzlerini görürdüm. Evlerine gidip eşlerini, çocuklarını. görecekleri için değil de aç oldukları için bir sabırsız olurlardı. İki kuruş için didinen bu insanlar gerçekten de tuhaf mahluklardı. Hayattaki tek amaçları bir iş kurup, güzel bir ev ve araba alıp,rahat bir emeklilik geçirmek. Bir insanın yaşlanmak için yaşaması çok gülünç. Ve tabi bu insanlar hep mutsuzlardı. Yorgunlukla karışık bir mutsuzluktu bu. Ama hüzün değildi. Çünkü hüzün sadece masum ve iyi insanların hissedebilecekleri bir hismiş gibi gelirdi bana. Bu güzel havada dışarı çıkıp, havayı içine çekip, karanliğı izleyip, huzuru dinlemek varken hızlıca evlerine gidip perdeleri çekip uyuyan insanlar masum olamazdı. Ama yaşlı amca, ellerinde poşet olan, onun yüzünde hep bir hüzün, poşetinde gofret olurdu. Ölen oğlunun çocuğuna götürürdü o gofretleri. Babam anlatmıştı. Poşetli Amca ( eskiden hep öyle derdim) küçükken babasını kaybetmiş. Kimseleri de yokmuş. Annesiyle birlikte yokluk içinde yaşamışlar. Bir gün annesi bakkaldan ona gofret almak istemiş ama Poşetli Amca annesinin parasının olmadığını bildiği için gofret sevmediğini söylemiş. Oysa tadını bile bilmiyormuş. Poşetli Amca çocukluğunda hiç gofret yiyememiş. Bu yüzden de her gittiğinde torununa gofret alır. Poşetli Amca'nın yüzündeki bu yüzden mutsuzluk değil, hüzündü. Üşüyen aç kediler gibi... İnsanların hatalarının bedelini ödeyen masum kediler... İnsanlar kedilere çok haksızlık yapıyorlardı. Tabi o zamanlar bunun sadece kedilere yapıldığını sanırdım. Şu yanından geçtiğimiz mezarlıktaki tüm mezarlarda yaşayan insanlara da yapmışlar. "Mezarlarda yaşayan insanlar..."; Ölüler yaşayabilirler miydi gerçekten? Ya da bizler yaşıyor muyduk? Mesela şu yanımızda hızlıca geçen genç. Nasıl bir hayatı var acaba? "Yaşıyorum" demeye değer bir hayat mıdır? Acaba büyüyünce o da babama benzer mi? Babam da amma hızlı yürüyor. Yetişemiyorum. Daha size az önce çöp döken kadından, pencereden sürekli dışarı bakıp duran genç kızdan, bisikletli çocuktan, geçenlerde bacağı kesilen Necmettin Amca'dan, gözlerini sürekli mora boyayan Nazlı Abla'dan bahsedecektim. Ve bizim sokak. O zamanlar havadaki sis mi, yoksa soba dumanı mı tam hatırlamıyorum. Tek hatırladığım çok üşüdüğüm. Bizim sokakta beni kucağına alırdı babam. Çok karanlık olurdu.Küçük evimize geldiğim an, ilk defa insanların önünde şiir okumaya çıkmış bir çocuk gibi heyecanlanır; ilkbahara yeni girer gibi sevinirdim. İçerisi yemek değil, huzur kokardı. Annem gülüşüyle ısıtırdı beni. Ne güzel kadındı annem. Tabi bir de sobamız... En sıcak kanlımız oydu. Bu soğuk gecelerde bize masallar anlatır; şarkılar, türküler söyler içimizi ısıtırdı. Huzur insanın uykusunu getirirdi. Erkenden uyurdum. Huzur içinde... Huzur içinde uyuyan bir tek ben olmadım. Yıllar sonra yine bir kış akşamı eve dönüyordum. Yalnızdım ama mutsuz değildim çünkü bu yalnızlık sadece sokaktaydı. Ben , yani "Duman Hanım " birazdan eve gidekti. Bizim sokağa girer girmez "Duman Hanım"ı gördüm. Benden önce gitmişti eve. Yoksa nedendi bu duman? Belki de sistir diyordu içimden bir ses. Söylerken kendisi bile inanmıyordu buna. Bu kadar sis neden çıkardı bir evden? Gözlerim doldu ama ağlamamalıydım. Çünkü gerçek değildi. Ben burdaydım. Evdeki duman neydi o zaman? Koşmak istedim ama ayaklarım kara batmıştı. Babam gelip kucağına alacaktı beni. Bekledim. Ama gözyaşlarım beklemedi. Evin önündeki kalabalık bana bakıyor ama kimse bir şey demiyordu. Tamam işte, bir şey yoktu. Olsaydı söylerlerdi. Bu bir rüyaydı ve birazdan uyanacaktım. Ama uyanmadım. Onlar da uyanmadı. Ve ben "Duman Hanım" özgürce gökyüzüne uçup, onlar daha çok uzaklaşmadan, son bir kes sarıldım. Sarılırken çok ağladık. O günden beridir, kışları kar yağmaz bu sokağa. Gözyaşlarımız yağar usulca. Ve artık anlıyor ki Duman Hanım, ölüler de yaşayabilirmiş. Kimi Akşam'da, kimi Duman'da, Kimi yağmurla damlayan bir gözyaşında..."
··
63 görüntüleme
Bu yorum görüntülenemiyor
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.