Gönderi

Safiyeciğim İyi ki Bu Dönemde Yaşamamışsın...
“İki sene evvel Beyoğlu’ndan dolmuşa bindim, nasılsa başka yolcu çıkmadı, şoför hırslandı, benden kurtulmak istiyordu, sessiz sadâsız parayı ödeyip yarı yolda inmeye çoktan gönüllenmiştim ki Tepebaşı’nda arabayı durdurdu, baş parmağını gerisin geriye bana doğru çakarak diğer bir şoföre haykırdı: ‘Mahmut! Şunu Cağaloğlu’na atsana..’ Atmak tabirine içerlemeyecek kadar şoför argosunu öğrenmiştim, biz hepimiz onların nazarında birer denk, bohça, sandık, sepet, kısaca birer yükten ibâretiz. Ama benden bahsederken ‘şunu’ diyeceğine ‘hanımı’ dese şahsiyetinden eksik mi düşerdi? Şehir içinde itilip kakılmaya, horlanmaya, daniskadan aşırı kabalıkları sîneye çekmeye alıştık. Ya kendi mahallemiz esnafına ne diyelim? Onlar ki bizi dâima selamla girer, ricâ ile ister, teşekkürle alır, vedâ ile ayrılır görmüşlerdir. Hatta hal hatır soruşur, bayramlarda, kandillerde tebrikleşiriz. İşte gördüm ki bu mahalle esnafımız da işi azıttı. Sebze meyve aldığımız dükkânda hep gedikli müşterileriz, eski bir gelenektir ki çıraklara yardım olsun diye bâzen kendimiz meselâ portakalı yâhut enginarı üç beş alır, terâziye taşırız. Bu itiyatla birkaç deste dolmalık yaprağı gelişi güzel tutmuştum ki çırak ‘Hanım, mostraları kendine seçme’ diye bağırıyordu. Terbiyesizin zoruna bak. Demet demet basılmış yaprakların da mostrası olur muymuş? Olsa bile bana tenezzül yaraşmayacağını şu dükkân bilmez m?”
Sayfa 94 - Kubbealtı Neşriyat, 4.baskı, 2016.Kitabı okudu
·
24 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.