Gönderi

“Delik bir çarşaf yüzünden parçalı bir hayata mahkûm edilsem de,” diye yazdım ve yüksek sesle okudum, “yine de dedemden daha şanslıydım; çünkü Adem Aziz çarşafın kurbanı olmayı sürdürdü, bense onun efendisi oldum - şimdi de Padma onun büyüsüne kapıldı. Sihirli gölgelerimde otururken ona her gün kendimin bir parçasını gösteriyorum -benim bağdaş kurmuş seyircimse, iki yana salınan bir kobra yılanının sabit bakışları karşısında hareket etmeden bekleyen bir gelincik gibi çaresiz, felç olmuş vaziyette -evet!- aşktan.” İşte kelime buydu: aşk. Yazılıp söylendiğinde Padma'nın sesini fevkalade tizleştirdi; kelimelere karşı hâlâ zayıf olsam beni yaralayabilecek bir şiddet boşaldı dudaklarından. “Seni sevmek mi?” diye bağırdı küçümsemeyle, “Neden sevecekmişim seni? Sen neye yararsın, küçük prens,” -işte coup de grâce girişimi- “bir âşık olarak?” Kolunu uzattı, kılları ışıkta parlıyordu, işe yaramadığı tescillenmiş organıma doğru aşağılayıcı işaret parmağını uzattı; kıskançlıktan kaskatı kesilmiş uzun, kalın bir parmak, ne yazık ki bana başka bir parmağı, geçmişte kalmış bir parmağı hatırlatmaktan öteye gidemedi... okunun hedefi vuramadığını görünce Padma bağırdı, “Delinin tekisin sen! O doktor haklıydı!” ve hırsla odadan fırladı. Madeni merdivende yankılanan ayak seslerinin fabrikanın zeminine indiğini duydum; karanlığa gömülmüş turşu kavanozlarının yanından geçti, kapının kilidi açıldı, sonra çarpılarak kapatıldı. Böyle terk edildikten sonra başka çarem olmadığından işime geri döndüm.
·
12 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.