Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

224 syf.
2/10 puan verdi
A. M. Celal Şengör
Efendim Zümrüt Ayna kitabı 99 senesinin yazılarından oluşan bir kitapmış. Kolaya kaçmışlar. Ama kitap şöyle başlamış; Ahmet Necdet Sezer Bey’den bahsetmiş. Eski Cumhurbaşkanlarımızdan. Sezer üniversite nedir, nasıl yönetilir konusunda hiçbir fikri olmayan bir adamdı. Entelektüel bir tarafı bulunmayan bir adamdı, diyerek yani sözüm ona biraz kitaplarını okuduğunuzda göreceksiniz, Türkiye’de adam yok. Bir tek Celal hoca var. Onu merkeze alıyoruz. Bir her seferinde geri dönüp, ya bilim felsefesi hadi hoca, hadi bir şey anlat da şu ateizmin güzelliklerinden hep yardıra yardıra anlatıyorsun ya, bak biraz düzgün bir şey çıksın diye arıyoruz şimdi. Ama dakika bir gol bir, sayfanın daha başında siyasetle başladık konumuza. Abdullah Gül Bey’den de bahsediyor. Sezer’in kelimenin gerçek manasında simetriği diyor. Tek farkı Abdullah Bey’in İngilizce bilmesi diye ifade ediyor. Enteresan bir şekilde Türk üniversite tarihinde, Türk akademi tarihinde altın harflerin tersinde, simetrisinde simsiyah harflerle yazılmış Kemal Gürüz’den uluslararası şöhret sahibi büyük bir eğitimcinin artık YÖK’ün başında bulunduğunu anlatmaktan geri durmayarak bir Kemal Gürüz hikayesi dinliyoruz. Hiç öyle bir adam olmadığını da bilmekle beraber. Sonra, hani dedim ya filmin başında, kullanmayı hiç aklıma getiremeyeceğim o iğrenç replikte o küçük çocuğa Allahsız diye tabir ediyordu ya mahallenin bıçkın delikanlısı. YÖK’le geldik inkalar mayalara geçtik. Hoop geri dönüyoruz, sayfa daha üç. Bir edebiyat, en azından bir yazım akışı eğer bilimsel bir makale yazmışsanız konular arası geçiş, tez, antitez yok. Bunların hiçbiri yok Celal amcada. Poscidon’a 1000 boğa kurban et bir şey olmaz. Ediyorlar yine deprem oluyor. Sonra bir dakika diyorlar, bu böyle olmaz. Bunu da ilk söyleyen Miletoslu Tales. Tales Mısır’a gidiyor, orada kadastrocularla karşılaşıyor. Nil nehri her sene taşkın yapıyor ve insanların tarla işaretleri yok oluyor. Bunları ölçümlüyorlarmış. Celal hocanın bir Tales takıntısı var. Dücane Bey’deki diğer takıntılar gibi onda Logos, öbüründe Platon. Bunda da Tales takıntısı var. Tales’le yatıp, Tales’le kalkacağız. Sonra bu Mustafa Kemal’e dönüşecek. Ama Tales’i zannedersem Celal hoca pek inceleyememiş çünkü Nil kenarındaki ölçümler daha Firavun’dan çok önce başlamış bir süreç hocam. Hani biraz daha geçmişe gitseydiniz belki konu güzeldir. Bu bilgi kesindir ve kesinliği ispat edilebilir deyip bakın konuyu nereye bağlıyor; bunun için tanrıya ihtiyacım yok diyor Tales. Eğer Tales, Nil nehrinin kenarındaki su yükseliş artışının yani bu ölçümlemeden tanrıtanımazlığa gittiyse senin Tales’le bizim felsefe kitaplarında yazan Tales aynı Tales değil. Kesinlikle fakat dinler arasında da bir ayrım yapmak mümkün diyor. Bir yandan din adamı olarak çıkıyor şimdi karşımıza. Siyasetçi, felsefeci, ahanda din adamı. Kesinlikle fakat dinler arasında bir ayrım yapmak mümkün. Medeniyeti öldüren dinler genelde tek tanrılı dinler diyor. Sadece bilim felsefesi tarihinde bu konunun tam tersi yazar. Tek tanrılı dinlerin medeniyet kurgusunun temeli olduğunu. Ha siz bu medeniyetlerin böyle olmasını arzu etmeyebilirdiniz, der bilimsel olarak buradan bitirir. Yani ne yazık ki biz Celal hocadan beklediğimiz bilimsel terminolojiyi alamıyoruz. Mahalle köşesinde bekleyen, elinde tespih tutan amcadan çok bir farkı yok. Diyorum ya gençlerimiz bu kitapları açıp okumayınca Celal hocanın birkaç programda acayip bir şeyler söylediğini zannederek entelektüel bir sepete koydunuz ya, heh o sepet Karamürsel sepeti bile değil. Dollo Yasası’na göre evrim tersine gitmez diyor. Dollo Yasası, evrimciler tarafından bile hala yasa olarak net kabul edilmiş bir şey değil. Hatta patladığı anlatılır. Celal hoca 1947’de kalmış olabilir tabi. Aa Celal hocanın bir de tarihçi tarafı var. Yok yok Celal hocada. Der ki Cengiz imparatorluğunun 44 milyon kilometre kareye yayılmış olmasının muazzamlığını hayal edebilirsiniz. Dünyada bu kadar büyük istilaları başarıyla yapan başka bir topluluk yok. Peki ne zaman çözülüyor bu büyük imparatorluk? Kubilay Budist oluyor. Çağatay İlhanlı ve Altınordu Müslüman oluyor. Kritik düşünce ortadan kalkıyor. Allah’ın buyruğu geliyor. Dogmalar geliyor. Akıl mı vahiy mi şeklinde bir çatışma ortaya çıkıyor. Sonuçlar malum. Lise tarihi zannedersem bunun yanlış olduğunu anlatmaya kafidir. Hiç girmeyeceğim Celal hoca ama zannedersem seni lise mezunları bile okumuyordur. İslam’da ise diyor, bireysel düzeyde oldukça cılız çalışmalar var. Mesela, cılızdan bahsettiği adamları sayıyoruz şimdi, mesela İbni Sina yaşarken 8000’den fazla kitabı hariç 7000 civarında makale yazmış zat İbni Sina. Bak kitapları hariç. Yazdığı kitaplar hariç. Hadi bir el notu tutayım dediği 7000 başlık altında 140 bin sayfaya varan evrakı olan İbni Sina. Gerisi yok diyor. Bak gerisi yok. İbni Haldun var, ama gerisi yok. İslam’daki tek ciddi tartışma diyor, Gazali’yle İbni Rüşd arasındaki tartışmadır. E ne yapsın garibim, duymadı ki Hasan Basri’yi, duymadı ki İbrahim Ethem’i, duymadı ki İmam Caferi’yi, duymadı ki İmamı Azam Ebu Hahefi’yi. Bak duymadıkilerle, sonra video bitecek. Sonra dönüyoruz. Şimdi Kemalist Celal. Atatürk esasında bir bilim felsefecisi ama kendi öyle tanımlamıyor. Kim tanımlıyor? Bu kadar hatayı ilk 18 sayfaya sokan Şengör amca tanımlıyor. Peki, Atatürk’ü de anlatacak bize. Territorial bir parçalanmadan mı söz ediyorsunuz diye soru soruyorlar, ondan da söz ediyorum çünkü bir millet değiliz. Birbirinden nefret eden bir kalabalığız diyor. Sizin mahalle kaç kişi Şengör abi? Ben onu sorasım geldi. Peki bu Atatürk’ün bir öngörüsüzlüğü olabilir mi diye soruyor röportajda adamcağız. Hayır diyor, bir özel toplantıda Atatürk kendi hocasına ben çöküşü durduramadım, 60 sene geciktirdim diyor. Bu abi çok okumuşluğu var ya Abdulhamit Hanlarla, Abdülmecitlerle filan bunları karıştırıyor. E tabi yaş da geçmiş. Doğru diyor Atatürk çok elegan bir diktatördü. Hani bunun edebiyatından mı tutayım, fiilinden mi tutayım, sıfatından mı tutayım? Elegan kelimesiyle diktatörlük arasında hani metafor bile yapamazsın bunu mu anlatayım? Biri Türkçe dersi versin Allah rızası için Celal’e. Demokrasinin çalıştığı toplumlar medenidir diyor. Şimdi bak burada bir cümle geldi şimdi. Geliyoruz aşağıya. Aşağıda bir yerde de diyor ki demokrasi diyor bu halka fazla. Eski Sanayi Bakanlarımızdan merhum Dr. Nuri Bayar, onun oğlu Mehmet Ali Bayar’ı siyasete sokmaya çalışıyorlar. Keşke becerebilseler. Mehmet Ali bayar asla böyle bir şeyi yapamayacağını da ifade etmiş bir amcamızdı. Keşke bunu da yazaydın. Mesela Avrupa’nın bazı ülkelerinde olan Hristiyan demokrat partililer kendi içinde çelişkili kurumlardır. Ya adamlar yıllardır Almanya’yı silip süpürüyor Celal hoca. Sen neden bahsediyorsun? Ya biri bunu uyandırsın. Dondurdular, tekrar mı getirdiler bu adamı? Neyse. Bu kitabı neden baştan basıyorsunuz? Belki topluma yeni bilgiler verebilir onun içinde. Yeni fikirler uyandırılabilir diye. Bu ümit, ümitsizliği yener. Iı, benim için bilim tarihi açısından yeni bir ümitsizlik açıldı Celal hoca. Rahmetli dayıcığım, burada ailesine giriyor. Bir bilim adamı kendi hayatındaki değerleriyle gençlere bir şey anlatacak. Dedesini, anasını, atasını anlatmadan duramıyor. Oraya da geleceğiz. Nasıl fabrikalar kurmuşlar, nasıl zengin olmuşlar? Allah’tan ki dilinde kelime tutamayan birisi de dökülünce rahat rahat dökülüvermiş. Biz de hiçbir şey anlatmadan yorumsuz verebiliyoruz. Efendim Selin Sipahioğlu bana bir gün demişti ki paranı kaybedersen önemli bir şey kaybetmiş olursun. Şerefini kaybedersen çok daha büyük bir şey kaybetmiş olursun. Ama ümidini kaybedersen her şeyini kaybetmişsin demektir. Yorum yapayım mı? Şeref küçüktür ümit. Neyse. Bilimin yanıldığında en fazla ve en hızlı artış 2. Dünya Savaşı esnasında ve ondan sonra olmuştur derken klasik İngiltere’de başlamış çelik dönüşümünü zannedersem atlamış. Unutmuş adamcağız. E yaşlı sonuçta. Buradaki sözde liberal, gerçekte dar kafalı Reagan ve Thatcher hükümetleri kurtuluşu bilimsel araştırmaya ve üniversiteye verilen parayı kısmakta buldular. Benim bildiğim Reagan sadece Yıldız Savaşlarına harcadığı para 200 milyar doları aşmış bir paraydı. Daha o dönemde. Sonrası da var. Yani NASA dönemi Reagan’la başlamış bir süreçtir. Hatta bu çok büyük bir soğuk savaş sürecinin de devamı olarak anlatılır. Keşke biraz da politika bilseydik. Devlet bilim ve kültürü kollamayı Napolyan’dan beri görev edinmişti ve bunu Fransa’nın kollanması olarak görüyordu. Napolyan’dan biraz sonra olmasın o. Geçtim. Daha doğru bir şey bulamadım. Bizi affet ama ilerde bir gün Türk ulusu kendisini yaratan bütün tanrılarına bir Panteon diktiği vakit… dinsiz adam kime söylüyor bunu; Fuat köprülü’ye. Diyor ki çok müthiş adamdı ve Fuat Köprülü’ye yazdığı deneme mi diyeyim fıkra mı diyeyim, ben bu ne diyeyim? Bir şeyin sonundaki ifade Allahsız Şengör’ün, tırnak içinde, Allahsız diye bir şey çok kötü bir laf ama ne yazık ki bu adama cuk diye oturuyor. Bizi affet ama ilerde bir gün Türk ulusu kendisini yaratan bütün tanrılarına bir Panteon diktiği vakit torunlarımız senin eserlerini gerçekten bilecek. Torunlarımız gelip sana saygı ve sevgilerini bizden çok daha bilinçli bir şekilde sunacaklardır. Rahat uyu büyük adam. Senin için hani ölüm uyku değildi, çürümekti. E hani tanrıları reddediyordun. E Fuat hocayı niye Panteonları tanrıların eline tutuşturdun. Geçtik. Maymunun sirke kazandırılması için tam 30 milyon ödenmişti bir başka sirke diye. Şimdi burada bir hakikatli hikaye anlatmaya kalkıyor. Celal hocanın hikaye denemesi. Maymunlu öğretmen. E hikaye de maymundan olacak tabi. Şimdi bak, hikayenin sonu şuraya geliyor. Bak evladım diyor, herkes hep yeteri kadar eğlenmediğinden yakınır. Onun için eğlencenin müşterisi çoktur. Aklının kıtlığından yakınanı hiç duydun mu? ben akıl satıyorum, bunun alıcısı genellikle gönüllü olmaz. Zira aklın yokluğu, acısı hemen çıkmaz. Nesiller sonra çıkar. Celal hoca hikayenin başında 30 milyon dolar ödenen maymunun kendisi değil. Maymunu eğiten adama 30 milyon dolar veriyorlar. Ya daha yazdığın hikayenin faili kim, onun farkında değilsin. Sonda verdiğin çelişiyor. Allah okuyana yardım etsin. Baha Bey öleli 30 yıl oldu diye bir yazı yazar. Arada böyle bir eskilere kayıyor. Edremit’te Atatürk’ün geleceği bir törende kravat takmamakta direnen uzun boylu imama sandalye üzerine çıkarak aşk ettiği tokat ise yobazlığın halkına yüzyıllardır çektirdiği acıları iyi bilen bir aydının isyanıydı. Bu aydın bunu yaptı mı bilmiyorum. Niye, çünkü Celal hocanın kafa gidiyor geliyor. Adamcağızı bir kenara bırakalım ama bu olaydan sandalye üstüne çıkıp bir imama tokatlamanın ne kadar da hoş bir şey olduğunu bana bir entelektüel bilim adamı diye anlatana da zeka ve ahlak problemi var derim. Bu kitabın içeriğini okumayan savcıya da hele bir bak artık derim. Geçtik. Babam demokrasiyi çok ciddiye alıyordu. Halka rağmen dayatmayla değil halkı ikna ederek, onların rızasıyla işlerin yürümesi için istiyordu. Kim için söylüyormuş bunu? Hasan Ali Yücel için. Hasan Ali Yücel’e aşık. Ama hocam diye itiraz ettim. Halk bilgisiz. Halk habersizse bu olmaz. Demokrasi bence muhakeme yapabilen, düşünebilen, tartışabilen insanların rejimidir. İki seçenekten hangisinin iyi olacağı bilgisiz, tartışmasız, eleştirel düşüncesiz bilinmez bulunamaz diyor. E hani demokrasi medeniyetti. Ha bunlar işte 1947 tek parti dönemin dar kafalı bilim adamları. Dogmatik. Devam ettik bakalım. Lagari Hasan Çelebi’yi basınımız ve bilim geleneği derken hah diyorsun Celal hoca yavaş yavaş hadi bakalım biraz bilim, ne vereceğiz? 1719 yılında 3. Ahmed’in oğullarının sünnet düğünü esnasında Haliç’teki sandallar arasında birden ortaya çıkan bir timsah büyük paniğe yol açmıştı. Timsah tersane kasrı karşısında görüldükten sonra tekrar kaybolmuş, bir saat kadar sonra yine yüzeye çıkarak ağzını açmış. Bu sefer içinden çıkan Hanende, Sazende ve Rakkaseler bir gösteri yaptıktan sonra tekrar timsahın içine girmişler. Timsah da Haliç’in sularına dalarak geldiği gibi kaybolmuştu. Daha sonra timsahın tersane mimarı İbrahim Efendi’nin sünnet düğünü için tasarladığı bir denizaltı aracı olduğu öğrenildi. Ne oldu İbrahim Efendi’ye? Adını kaçımız biliriz? Celal hoca, bunun timsahla denizaltı arasındaki farkı belirleyemeyen 3. Ahmet hikayesini halk arasında meşhur bir komiklik fıkrası olduğunu aşağı yukarı orta seviye bütün tarihçiler bilir. Ne diyeyim ki? Nasıl ki Çin’de icat edilen barut, kağıt baskı makinesi, pusula gibi buluşlar Zang He’nin keşif gezileri, bireysel kalıp geliştirilemediyse… Çin’den bahsediyor. Bireysel bir kalıp geliştiremediler diyor. Muazzam kültürel birikimine ve uzun tarihine rağmen Çin uygarlaşamadıysa Osmanlı’da uygar olamadı. Eleştirel adla bilime dayanamayan her kültür gibi dünyayla ilişkisi kopup fosilleşip, için için çürüdü. Hoca, senin uygarlaşma hocan kimdir? Yani uygarlık tarihi almışsındır büyük ihtimalle ama. Arada bir müziğe girmeye niyet etti. Şöyle yazdı: Eğer Türkiye’de Manço’yu ödüllendirecek düzeyde bir coğrafya cemiyeti olsaydı, Manço’yu coğrafya cemiyeti ödüllendirecek! Abdi İpekçi’nin ne de Uğur Mumcu’nun ölümünü anıyor olurduk. Ölümsüz olacaklar ya. İşte Manço öyle bir Türkiye’yi entellektüellerini katletmeyen, dünyayı tanıyan, insanlığı bilen, ona katı yapan bir Türkiye’yi özlüyordu. İyi ama bu katliamı yapan devlet değildi Celal hoca. Bu devlet düşmanlığı nereden mi geliyor? İlerde biraz göreceksiniz. Hiçbir tarafından tutamıyorum. Bu kanunlarla… Hangi kanunlardan bahsediyor? 3 Mart Uygarlık Bayramı. Hani Osmanlı’da uygarlık yoktu. Cumhuriyetle geldi ya o uygarlık. Heh o maddelerden bahsederken şöyle söylüyor Celal Bey; bu kanunlarla sözde ilahi bir yetkiyle donatılmış bir ailenin Türk insanı üzerindeki 600 yıllık tahakkümü son buluyor. Ya şimdi Celal hoca, hoca demeyeceğim. Celal bak, 600 yıllık tahakkümat millete inat yapılamaz. 10 yaparsın, 20 yaparsın, 30. yılda bu millet elinde silah olan yeni çeteleriyle o saltanatı adamın başına geçirirler. Zaten Yeniçeriler biliyorsun… Ha pardon bilmiyorsun. Tarihte zaman zaman isyan ettiler Celal hoca. Yaz bunları bir kenara isyan tarihlerini. İsyan edebilen bir milletiz biz. Hani uymadı bana kardeşim, yanlış yapıyorsun. Padişahım deyip isyan etmişler. Sen diyorsun yok. 600 yıl tahakkümat. Ya Celal, buna tarih desem değil. Buna ne bileyim hani eleştiri desem değil. Bilim desem değil. Yazı desem değil. Tahakküm kelimesinin kullanıldığı yer doğru değil. Profesörlük ibaresini özellikle mi kullanmıyor acaba? Fakat bir kere faaliyete başladı mı her şey yavaş yavaş intizama girer ve düzelir. Fikir birlikteliğinde bir aşamayı kendince öyle çözümlemiş. Hadi gidiyoruz. Büyük birader sorunu. Benim yapacak daha önemli işlerim vardı, bilim yapmak gibi. Evet Celal, bilim yapmışsın ama bilimi yapmışsın. Yanlış olmuş. Yıllardır bu garip davranış türünün nedenini düşünüp duruyorum. Bulabildiğim tek neden özellikle Anadolu toplumunun pederşahi yapısının, otoriter havasının bireyin teşebbüs gücünü yok ettiğidir. Kişi otoriteyi sarsmayı göze alamadığı için eleştiriyi öğrenememekte, eleştiri imkanı olmadığı için de kendi gözlemine güvenememektedir. Celal hoca, köyde eleştiri olmaz. Hayvanlar olur, güdersin. Tarla olur, ekersin. Oradan elde ettiğin kazanç, alın terini harcar bu millet uğrunda savaşacak zamana kadar beklersin. Anadolu tarihi lütfen, biraz, ucundan, azcık, hadi. Evrim kuramı. Hadi diyorum ya bak evrimcisin, ateistsin, aslan gibi ateistsin. Bak bir anlat şunu. Yok aslan gibi olmaz ya maymun gibi. Konu neredeyse gün aşırı postadan çıkan ve güya bilimsel iddialarla Darwin’e ve Evrim teorisine sövüp sayan, buna mukabil Kuran’dan ilgili ilgisiz Ayetler sıralayan garip bildirilere geldi. Ayhan Hanım, bundan acı acı şikayetçi oldu. Ee hadi bakalım. Şimdi bize anlatacak evrime geldi. Bak diyor, çevrenin baskısıyla oluşan, gelişigüzel yenilikler yeni nesillere değişiklik olarak geçiyor. Tamam hoca, hadi anlat. Nasıl ki otomobil modelleri değişen çevreye göre her modelcinin aklına esen yeni uyarlamalarla ortaya çıkarılıyor. Mercedes’in yeni çevre koşullarına göre düşündüğünü egzoz şekli, Chrysler’ınkinden değişik oluyor. O da Toyota’nınkinden, o da Lada’nınkinden. Ama hepsi üç aşağı beş yukarı genel hatlarıyla benzeşiyor. Nasıl ki Asya’nın plasental kurguyla Avusturalya’nın keseli “kurdu” birbirlerine benziyorlar. E Celal hoca, biz yıllar önce senin gibi zeka seviyesi daha aşağıda olan kişilere diyorduk ki bak her şeyi yapan birisi var. Bu arabayı nasıl yapmış, bu sanatın bir sanatkarı varsa bu alemin de bir sanatkarı var diyorduk. E bu bizim örnekler hoca. Yani arabayla evrim anlatıyorsun. Biz senin düzeye inip bak şu sanata, sanatkar gerekmez mi deyince bilimsizlik bu deyiveriyorsun öyle gıdıklarını şişirip. Chrysler anlatıyorsun, Lada anlatıyorsun. Evrimci bu adam. Ya sevgili gençler biraz okuyun ya biraz. Bir tanesini oku, 30. sayfaya gel zaten diyorsun ki he yanlış yanlış. O televizyondaki pompaymış. Ver parasını konuş amcası. Halk Partisi tüzüğü konuşulurken kürsüye gelen hoca milletvekillerinden biri yeniliklere atıp tutarak bu asri kelimesi de ne demektir diye kasıtlı olarak sorunca kendini tutamayan Mustafa Kemal başkanlık kürsüsünden konuşmayınca onu sarkarak adam olmak demektir hocam, adam olmak adam diye bağırmıştı. Asri olmak, adam olmak. Fotoğraf ne? Fotoğraf bu. Eh Celal’in asri hayatı. Ne yapsın adamcağız? Kepler Kanunlarının sanıldığı gibi doğrudan gözlemlerden değil, Keplerin bazı metafizik inançlarından türemesiydi. Keplerin bazı metafizik inançlarından türediğine dair sakın Amerika’da bir cümle kurmaya kalkma. Zar zor aldığın diplomanı da yakarlar. Keplerle ne alakası var metafiziğin. Bak altı okumayacağım. Acıyorum. Frankel ve Laudan gibi bilim tarihçilerinin de giderek farkına vardıkları gibi levha taktoniği teorisi kökleri hatta 19. yüzyıla Edward Suzan’ın ölümsüz eseri arzın çehresine dayanan uzun ve detaylı bir evrimin doruk noktasıdır. Yanlış. 19. yüzyıldan önce bu teori vardı. Teori olarak henüz kabul edilmemişti Celal’cim. Kendi mesleğinde biraz, hadi. Eski Yunan tanrılarıyla eski Ortadoğu tanrıları arasında önemli bir fark vardır. Tanrıtanımaz tanrıları kıyas ediyor, bakıyoruz. Yunan tanrıları kainatı yaratmamışlardır ama mevcut bir kainat içinde daha önce den var olan şekilsiz, yersiz malzemeyle ve ilelebet geçerli yasalar çerçevesinde her şeyi yaratmışlardır. Ortadoğu tanrılarıysa kainatın yaratıcısıdırlar. Taa kartal kafalı Mısır ilahı Plah’dan beri olanlar “ol” derler ve kainat olur. Hoca, tanrıları tanımıyorsun ama tanrılar arasında seçim yapıyorsun. O kadar politik bilim adamısın ki tanrılar arasında Ortadoğu tarihine geldiğinde onu bile yerin dibine sokmaya çalışıyorsun. Hoca, Ortadoğu tanrılarıyla Mısır ilahları arasında bugüne kadar sanat tarihinde özleşik tek bir ibare olmadı. Ama helal olsun, ilksin, ilklerdensin. Kalbimizde değilsin Celal hoca. O gün benzerlerinin en eski ve en prestijli olan 1807 doğumlu, Londra Jeoloji cemiyeti bana 1876 yılında ihdas edilmiş Bigsby madalyasını verdi. Valla 1876 olur. Sana olur o 1876 uygun. Konuşmanın sonuna yaklaştım ki salona doğru dönen bakışlarıma daha önce orada olduklarını hiç fark etmemiş olduğum iki misafir takıldı. Bak bir bilim adamı, her şey göreceli. Gördüğüme inanırım, gerisine inanmam. Hadi tanrı, göster, yok. Bak ben sana çikolata veriyorum kafasındaki adamın cümleye bak şimdi, ödül almış. Ödülden sonra gözü iki misafire takılmış. Vay diyorsun, kimdir acaba? Konuşmam, eşime teşekkürle bitmek üzereyken birden başka döndüm ve kendilerine şükran borcumu ifade etmek istediğim fakat hiç tanımadığım iki adam daha vardı deyiverdim. Nerede, salonda. Kimmiş? İçinde bilimin mümkün olduğu modern Türkiye’yi yaratan Mustafa Kemal Atatürk ve Türklerin eğiticisi olarak onun tek gerçek izleyicisi Hasan Ali Yücel. Şimdi şizofren değil, bilim adamı. Ama salonda o, bakın şöyle yazıyor; çıkık elmacık kemiklerinden bana bakıyor, hafifçe ona eğilmiş gibi oturan siyah saçlı iri ve güzel kaşları daha topluca çehresini söyleyen badem bıyıklı adamsa babacan yüzünde içten bir mutlulukla gülümsüyordu. Ölülerle görüşebiliyor Celal hoca. Ama şey tanrıya inanmıyor. Türkiye’de de bilimin en üst idari gruplarından birisi olarak görev yaptım. Yok yapmadın Celal. Gördüğüm manzara ne yazık ki Avrupa’da ve Amerika’da gördüklerimin tam tersi olmuştur. Genellikle hepsinden de istifa yoluyla ayrılmışımdır. İstifadan önce yaptığın kavgaları niye anlatmıyorlar? Çekiniyorlar çünkü senden. Dil uzun olunca. Türk meslektaş gelip de Turnquist Hattı uluslararası projesine Türkiye Yunanistan’ın baskısıyla alınmamış demesin. Demesin mi? Demedi. Dışişleri Bakanlığından gelmemiş, senin arkadaşının gazete haberinden sana yapıştırdığı şeyi buraya almak oldu mu Celal? Yapma ya. Hah geldik büyük yalana. 1905 sonunda Selanik’e kaçtığı çünkü hürriyet için en müsait iklimi yalnızca Rumeli’de gördüğü bilinen bir gerçektir. Kim? Hasan Tahsin. Anadolu’ysa tam tersine yüzyıllardır cehalet ve taassup balçığına gömülmüş, başıboş bırakılmış. Ya Anadolu yok, yok. Yani 1920’ye kadar Anadolu yok. İnsanlar böyle şey, hebele, bu. Ondan sonra başladı. Bir anda hop altın çağa geçtik biz. Sakarya Meydan Savaşı’ndan hemen önce askerin yarısının kaçtığını duyan Mustafa Kemal… Tarihte hiçbir yerde bulamazsın bu yalanı. Bir milleti yüzlerce yıl cahil ve bilinçsiz bırakırsanız sonu bu olur diyerek, bu da Mustafa Kemal’in sözü değil. Feci olayı anlayışla karşılamış, kızmamıştı. Bak ben size bir yalan daha söyleyeyim. İzmir’de işgalcilere ilk kurşun atan Hasan Tahsin değildir. Hasan Tahsin, işgalciler onu kelepçeleyip hapse atacaklar korkusundan sağa sola ateş atmış, onu da bir türlü tutturmayı becerememiştir. Anlattırıyorsunuz ya. Sultan Mahmut hastası. Nereden geliyor? E dinleyici biliyor bizim. Sultan Mahmut’un tahta çıkmış olması çok önemlidir. Sultan Selim’in tüm fikirlerini inançla benimsemiş olan bu genç adam amcaoğlundan çok daha kararlı ve sert bir karakterde daha büyük bir zekaya ve daha büyük bir sabra sahiptir. IQ testi de yapabiliyor Celal, güzel. Ya çok zor, hangi birini… Yani Vakıayı Hayriye’yi anlatıyor, yanlış. Baştan sona yanlış hani. Arada anlatacağım bir şey yok. Bak güzel babası, dedesini anlatıyor. Anasının babası Mehmet Nuri Sipahioğlu 14 Haziran 1969 cumartesi günü Yeşilköy’deki köşkünde, müthiş bir parası var ama nasıl var? Bak ne güzel dökülmüş burada. Kurtuluş Savaşı zaferle neticelendikten sonra ve Cumhuriyet kurulduktan sonra şeker fabrikalarının kurulma faaliyeti Mehmet Nuri’ye de şans getiriyor. O sıralarda evlendiği Çanakkale komutanlarından Esat Paşa’nın kuzeni Prevezeli Kudret Hanım’ın teyze çocuğu Kazım Taşkent onu daha sonra şeker kralı diye anılacak olan Hayri İpar’la tanıştırıyor. Şeker fabrikaları işi Mehmet Nuri’yi zengin etmiştir. Bak dedesini anlatmış. Aferin, en azından dürüst adam. Hangi devletin parasını nasıl yediğini de anlatıyor. Bak burada takdir ettim. Thank you. Devam. İyi bildiğim tek şey varsa, dur. Bildiği bir şey yakaladık. Ne biliyormuş? Arkadaşım Kemal Gürüz’ün Ankara’da çok bunaldığı zamanlarda Anıtkabir’e dönüp orada yatan adaşı ve hemşerisiyle sessiz ama içten bir sohbete dalıp gittiğidir. Yorumsuz. Üniversiteye standart yerleştirmek için Gürüz, geçtiğimiz dört yılda neler yapmıştır? İşte standart yerleştirmiştir binlerce kız kardeşimize, evlatlarımıza geçirdiği yılları iyi biliriz. Sonra içeri atılmadan önce nasıl YÖK’ten para götürdüğü hakkında yapılan soruşturmalar. Neyse hadi… Bilim konuşmayacak mıydık biz, ne oldu şimdi? Avrupa ülkeleri de en muhteşem örneğini Osmanlı İmparatorluğu’nda gördüğümüz gibi tarihe gömülüp yok olmuşlar. Amerika’da ise durum böyle değil. geçen yüzyıldan beri Amerika’daki jeoloji araştırmaları en çok dört beş merkez tarafından finanse edilmektedir. Derdi finans olan Celal hoca 100’er bin doların da nasıl onlardan alındığını kitabında ucundan yanlışlıkla yazıveriyor. 1923 Türkiye’si. Elde kalan sekiz milyonluk ülkede okur yazar sayısı ancak bir milyon. Celal, bu rakamın doğru olmadığı bin defa ispat edildi. Ne olur biraz tarih oku. Yavaş söyleyeyim, hızlı söyleyince anlamıyormuş. Tales’in büyük marifeti kafasının başkalarınınkinden farklı çalışmasıydı. Her olaya insan kafasının anlayabileceği rasyonel bir neden araması onu mitolojiden uzaklaştırmış, kendi başına neden sonuç ilişkileri kurmaya götürmüştü. Bu yüzden de Tales felsefe tarihinde net, kesin kabul görmüş bir delil olarak hiç görülmedi. Bir Celal. Bir Celal çok sevmiş bu Tales’i. Filhakika, parantezle gerçekten yazmış sağ ol, bu İbrani ve Arap hurufatında böyle olduğu gibi mesela Orhun kitabelerindeki Türk alfabesinde de kısmen böyledir. İlkel insanlarda alfabenin sesli hurufatı muhtevi olmaması, içermemesi herhangi bir zorluk çıkarmaz. Zira kelime haznesi sınırlı olduğu gibi yazılı metinlerden mahdut ve basittir. İnanın bana Orhun kitabelerini okumamış. İddia ediyorum ve net bir şekilde söylüyorum. Çünkü Orhun Kitabeleri döneminin en önemli edebiyat parçası olarak dünya çapında kabul edilmiş. Efendim… Jeo=yer ve logos=söylem kelimelerinden oluşan jeoloji adının verilmiş olduğu bilim tüm doğa bilimlerinin en temelidir. Sakın üniversitede söyleme bu cümleyi. Toplanılan notaları müzik haline getirmek her babayiğidin harcı değildir. Celal, notalar toplanmaz. Önce hayal edilir o müzik kafada. Sonra o müzik notalara aktarılır. Girme. Valla girme, böyle şeylere girme. Doğanın horladığı toplum. Batı Kızıldeniz’den veya Akdeniz’den burnunu her çıkardığında doğanın tokadıyla… Batı 400 yüz yıl Osmanlı’yı methetti Celal. Bu Osmanlı’yla bir şeyi karıştırıyor arada ama neyse. Şehadetimizden neredeyse 80 sene sonra bir deprem, bir meydan muharebesi kadar insanı yok ettiği ülkemizde bizler ölüme koşarken en tiksindiğimiz ses güya ilahi çağrılarla bizlere vatanı ihanete teşvik eden pespayelerin sesiydi. Celal o tiksindiğin sesin ataları olmasaydı senin deden o şeker fabrikalarının sahibi olamazdı. Yani Müslümanlara hakaret ederek bilim olmuyor. Ki birazdan ne yazık ki son kitabına geleceğim. Bilim adamı da değilsin. Daha kendi alanında çakabildiğin tek çivi olmadı, araştırdık bulduk. Avusturyalı dahi jeolog Edward Suese, 1914. Viyana şehrinin doğal yapısıyla halkın sağlığı arasındaki ilişkileri inceleyen Suese önce Viyana’yı hala kullanılan ve hala kullanılan temiz suyuna kavuşturdu. Hayır, yalan söylüyorsun. Viyana’ya temiz suyu götürme projesi Osmanlı’ya aitti. Viyana sonradan parayı bulunca yaptı Celal. Jeolojide de yok. O da yok. Ne var ki? hangi gençler kitabını okuyup, seni bir daha dinleyecek ki? Hayyam’ın rubaileri insanın içini açan, insana insan olma onurunu hatırlatan, insan zekasının ihtişamına ve sınırlarını bir arada anlatan, insanın içinde yaşadığı alemden görerek, düşünerek, sorarak ve hissederek nasıl zevk alabileceğimizi gözler önüne seren bıt bıt bıt… Senin için alem tasviri olamaz Celal. Bir ateistin alem tasviri olmaz. Hepsi tek, yek bir vücuttur. On sekiz bin alem kavramı olmaz bir ateistte. En azından düzgün ateist ol ya. Halkın önünde tartışmak bizim yalnızca tercihimiz değil, görevimizdir de. E para getiriyor. Bu en çok halka en kötü ihtimali açmak demektir. Tartışan bilim adamının kalibresini ölçmekse bu bilişim çağında halk için bile kolaydır. Evet, biz gariban halk ölçtük. 262 makalenle dünyanın hiçbir yerinde net çözümlediğin hiçbir keşfin yokken, bu ülkede seni jeoloji mühendisi sandı ya. Helal olsun. Ki İTÜ’de tutunamadın ayrı mesele. Fakat bu yazının konusu Keckermann’ın unutulmuş olması değil, genel coğrafya kavramının nasıl icat ettiğidir. Bunu izleyebilmek için reformasyon Avrupasına gidecek. Reformasyonu yaratan insanların dine ve tanrıya bakışlarına bir göz atacağız. Atma çünkü coğrafyadaki bu süreç reformasyondan önce 1400’lü yılların sonuna başladı canım benim. reformasyondan sonra değil. Bana diyecekler ki sen jeoloji mühendisi misin? Yazın google’a, Celal’in söylediği her şeyin aksi var. Bu, hayal dünyası. Acaba şey miydi bu, hikaye kitabı mıydı ya? Neyse. Kendi kuralları içinde insanlar tamamen bağımsız işleyen fakat anlaşılır olan deprem gibi bir doğa olayını tanrıya yıkarak onu bebek katili durumuna sokanlar acaba hiç kendi inançları çerçevesinde bile küfre girmiş olabileceklerini düşündüler mi? Celal, akaid konusuna girme. Sen daha ateistin akaidini bilmiyorsun. Önce adam gibi ateist ol, jeoloji mühendisi ol, sonra gel bizim akideden konuşalım. Sen zaten mükellef değilsin. Yanlış anlamayın Müslüman olmadığı için. Yoksa bir de İslam’da akıl baliğ olmadığı için mükellefiyet yok. 10 Kasım’dan önceki gece bilim kitabında. Nereye geldik? Ah be Hasan Ali. Akıllı yaşamın tek hedef olduğunu unuttu bunlar. Ne benim ne senin vaktin yetti. Aklın, insan yaşamının esası, eğitimin de aklın temeli olduğunu anlatmaya. Bu cümleyi niye verdim? Entelektüel ya. Aha Türkçesi; geç. Geç, geç baygınlık gelecek. Sokrates gibi peygamber özentilerinin gözünde azaltıyordu. Sokrates ve Platon kesin tanrısal bilginin bilgi adına laik tek şey olduğunu öğreterek… Bir bilim adamı kesin kelimesi kullanıyor Sokrates’le Platon adına. Sanki görmüş adamları. Bu bilim adamı he. Geçtim.
Zümrüt Ayna
Zümrüt AynaCelal Şengör · İnkılap Kitabevi · 2018296 okunma
··
1.537 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.