Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Bill İşte yine gitmiş genel kurulu arıyordu. Tanrı her şeyi biliyordu ama yine de ne zaman dünyaya gidip eski kendime oyun oynasam böyle yapıyordu. Tanrı benimle oyunlar oynamayı severdi. Genel kurul diye bir şey olmadığından şüpheleniyordum. Sadece benim genel kurul diye bir şeyin var olduğunu düşünmemi istediğinden şüpheleniyordum. Oyun içinde oyunu, anlatı içinde anlatıyı, alt metin içinde alt metni sevdiğimi bildiğini bildiğimi bileceğini biliyordum aslında . Hatta Tanrı bana çeşitli formlarda beliriyordu, diğerlerine olduğu gibi. Yine de diğerlerine bir, belki iki formda belirdiğinden de şüpheleniyordum. Joe'ya, her zaman yaşlı bir adam olarak, hep okuduğu dini kitaplardaki şekliyle belirdiğini biliyordum . Albert Einstein Tanrı'nın kütle ve enerji karmaşası olduğuna yeminler etmişti, bir tür kütlenerji; bir kelime daha ürettim. Hatta Kamar gezegeninden Kamardianlar, Tanrı 'nın bir sürü gövdesi bulunan bir ağaç olduğunu söylüyordu . Bana hep oyunlarımdan bir kadın karakter olarak görünüyordu. Kendi karakterlerim karşısındaki şaşkınlığıma bayılıyor olmalıydı. Benim karakterlerim. Benim uydurduğum karakterler. Ya da uydurmuş olmam gereken. Sanırım on yedinci yüzyıla dönüp durmamdan ya da on yedinci yüzyılın geri dönüşünden memnun değilmiş gibi davranıyordu. Bunu yapmak zorunda olduğumu biliyordu, yoksa tarih değişirdi. O oyunların hepsini yazmak zorundaydım. Dünyanın gördüğü en mükemmel yazar, William Shakespeare olmak zorundaydım. Sadece Tanrı ve ben bunun büyük bir yalan olduğunu biliyorduk. Ancak edebiyat zaten yalandı. Philip Sidney bu kelimelerle ifade etmese de bunu hep söylemişti. Yazma konusundaki gerçek fikirlerini saklamak için hep büyük kelimeler kullanırdı. Onun yerine İspanya 'ya büyük bir saldırı planlamayı tercih etmişti. Kafayı buna takmıştı. Buralarda bir yerlerdeydi ama daha karşılaşmamıştık. Etraftaki İspanyollara karşı olumsuz duygularını saklamak için epey zorlanıyor olmalıydı. Ancak burası cennetti, hepimiz de harika vakit geçiriyorduk. Hepimiz cennetten beklediklerimizi alıyorduk. O da cennette hiç İspanyol olmayacağını hayal etmiş olmalıydı ancak Tanrı bunu sağlayamazdı. İspanya ona epey iyilik yapmıştı, hatta onu buralardaki en yakın dostum Joe da dahil bir sürü insana tanıtmıştı. Tanrı eskiden Stratford-upon-Avon'lu, arkadaşlarımın Will diye çağırdığı William Shakespeare olmamı, bütün oyunlarımın da Shakespeare kitaplarındaki şekliyle kronolojik olarak Bookamin' i olmasını seviyordu. Yaşayan insanlar hala daha benim gibi bir cahilin, Will 'in, nasıl böyle muhteşem oyunlar yazabildiğini merak ediyordu. Tabii ki onları asla şahsen yazamazdım ! Hayattayken değildi ! Okulu hiç bitirememiştim. Zavallı Ben Jonson' ın söylediği gibi, biraz Latince, daha da az Yunanca biliyordum. Belki de beni kıskanıyordu ama şu an kıskançlığı hayal edemiyordum çünkü burada ölümcül günahlarımız yoktu. Tam olarak haklı da sayılmazdı. Latincem hiç yoktu, Yunanca eksiydi; eğer eksi bilgi diye bir şey varsa. Sanırım Albert bana negatif sayılar filan hakkında bir şeyler söylemişti ama önümde öğrenmek için sonsuzluk varken bile matematik güçlü yanım değildi; kendimi oturmuş bir şeyler hesaplarken hayal dahi edemiyordum. Sonuçta matematiğin özü buydu. Sadece hesaplamaydı. Kimseye, özellikle de ne hayattayken ne de cennette hakkımda kötü tek kelime etmemiş, nazik Albert'e bunu asla söylemiyordum. Burada asla tartışmıyorduk ki bu benim için kolay değildi çünkü ben bir oyun yazarıydım, oyun yazarıyım ve oyunlar tartışmaları ve çekişmeleriyle yaşar ya da ölürdü. Tanrı, Shakespeare Bookamin'lerinde pratik zekamı görmekten memnun oluyordu. Bazen eski halimin bira bardağına bir tane atıveriyordum. Bazen de ağzım kocaman açık horlarken ağzıma atıyordum. Bazen de ben, yani Will, her zaman yaptığı gibi asla dinlemeyip yemek pişirmeyi sürdüren karısına bir şey anlatırken araya sıkıştırıyordum. Her seferinde başarılı oluyordum. Tanrı 'nın dünyaya gönderdiği diğer tipler gibi değildim. Onlar bazen, çoğu zaman başarısız oluyorlardı. Ben de bir kere başarısız olmuştum; yanlışlıkla Yeter ki Sonu İyi Bitsin'i barmenin ağzına düşürmüştüm. Will'le yanak yanağa şarkı söylerken o kadar çok hareket ediyorlardı ki yanlış ağzı hedef almıştım. Ona şimdiye dek yirmi dört oyunun Bookamin' ini vermiştim. VI. Henry' den beri yirmi dört olmuştu. Sonuncusu da Troilus ve Cressida'ydı. O kadar iyi bir oyun değildi ama yazmış olmam gerekiyordu, o yüzden fındıkları ağzıyla yakaladığı sırada yutmasını sağlamıştım. Zavallı Will. Zavallı ben. Trajedilerin ne kadar zekice olduğunun, dünyayı nasıl da yerinden oynattığının, pek çok dildeki pek çok yerde tekrar tekrar sahnelendiğinin, hatta filmlerinin çekileceğinin o zamanlar farkında bile değildim. Hatta dizelerimin klişe olacağının! Doğruyu söylemek gerekirse şimdi bile ne kadar zekice oldukları konusunda fikrim yoktu. Onları o zaman da yazmamıştım, şimdi de yazmıyordum. Sadece şu Danny Livingstone denen adamdan Bookamin'leri alıp Will'in, yani benim ağzıma atıyordum. Bu gece horladığı sırada Yeter ki Sonu İyi Bitsin'i yutmasını sağlayacaktım. Bu oyunu anlıyordum. Burada hapı yutmama da gerek yoktu, Joe bana konusunu anlatmıştı. Bayılmıştım. Halktan bir doktor kadın hakkındaydı. Kralın oğluna aşık oluyordu ama evlenemiyorlardı çünkü sıradan bir kadındı. Aksilikler üst üste geliyordu ama sonu beklendiği gibiydi. Tabii ki mutlu sondu çünkü bir komediydi. Mutlu sonları çok seviyordum ama diğer oyunlarımda mutlu son yoktu. O oyunların neden böyle olduğunu da bilmiyordum. Açıkçası üzerine para vermem gerekse oyunlarımı izlemezdim. Ben, yani Will, Yeter ki Sonu İyi Bitsin'i sevecekti. Basitti, öyle Danimarka prensi ya da kadından doğmamış adam hakkındaki gibi karmaşık değildi. Kadından doğmamış! Hepimiz kadınlardan doğardık, en azından dünya üzerindekiler. Kamardian'ları bilmiyordum gerçi. Hop! Neredeyse yine olumsuz bir şey söyleyecektim. Tanrı beni buraya getirdiğine pişman olmalıydı ama herkesi buraya getiriyordu. Ah, hatta felsefelerinde olmadığı için cenneti hiç düşlememiş olanları bile. Gördünüz mü, Will'in Bookamin'lerinden bir şeyler öğrenmiştim. Şimdi bir bakmalıydım. Oradaydım, uyuyordum, felsefeleri ya da cennet ve dünyadaki veya herhangi bir yerdeki bir şeyi rüyamda görmüyor, öylece horluyordum. Zavallı, cahil William Shakespeare. Zavallı, cahil ben. Keşke bütün o akademisyenler bu oyunların Stratford-upon-Avon'lu Will ya da cennetteki ben tarafından yazılmadığını bilselerdi. Aslında bu oyunları kimin yazdığını da bilmiyordum. Belki Tanrı yazmıştı. On Emir'i ve kim bilir daha neleri o yazmıştı sonuçta. Bazıları İncil'i de Tanrı 'nın yazdığını söylüyordu ama onu Kral James yazmıştı ve o herif. . . Neyse. En iyisi bir an önce şu Bookamin'i eski benliğimin ağzına atıp cennete dönmemdi. Tanrı belki sabırlılar sabırlısı olabilirdi ama yine de Tanrı'ydı ve onun iradesini izlemeliydim. İradesi cennette her zaman hüküm sürerdi. Komikti ama orada hala, "Senin iraden cennet gibi dünyada da hüküm sürecek," diye dua ediyorlardı. Bu nafile bir umuttu ancak sadece cennettekiler bunu bilebilirdi.
40 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.