Gönderi

Bu arada Sabahattin Ali'nin 1934'den başlayarak a rt arda kitapları yayımlanmaktadır. İlk şiir kitabı Dağlar ve Rüzgar (1934) Değirmen (1935) öykü kitabı izler. 1936'da Kağnı, 1937'de ise Ses ile ilk romanı Kuyucaklı Yusuf yayımlanır. 1943'den sonra Değirmen ile Dağlar ve Rüzgar, Kağnı ile de Ses birleşerek yeniden yayımlanır.1940'lı yıllarda Ankara Türkiye'nin kalburüstü bürokratları, bilim ve sanat adamlarının toplandığı yeni kurulmakta olan bir kent idi. Gündelik Ankara hayatı Yenişehir'de Karanfil Sokak, Konur Sokak, Selanik Caddesi, Sümer Sokak, Uçak Sokak ve o sıralarda yeni inşa edilmekte olan Bahçelievler ve Saraçoğlu mahallelerinde geçiyordu. Karanfil Sokak, Adalar Apatmam’nm en üst katındaki dairemiz içiçe üç odalı küçücük bir yerdi. Dairemizin en güzel yeri balkonuydu. Çünkü bütün binanın üç köşesini dönen bu balkona üç daire açılıyordu. Ev sahibimiz Kıbrıslı Semih Bey'lerin dairesi ile balkonlarımız bitişikti, araya bir tahta perde konmuştu sınırı belli etmek amacıyla ama ben tahta perdenin arasından sıyrılıp binanın arkasına dolanınca babası kurmay subay olan Berrakların dairesine ulaşabiliyordum. Evcilik oynamak için ideal bir mekandı bu balkon ve ben de tek olmanın tüm özelliklerini benliğinde taşıyan bir çocuktum. Yani, kendi hayal dünyamda yaşar, kimi zaman hayal dünyam asıl dünyadan daha gerçek olabilirdi. Balkonun bir köşesini kaplayan mor salkımların altında sadece bana ait olan yerde özel dünyamın özel kişileriyle sohbetleri koyulaştırır, dünyayı dolaşır, babamın her gece savaş haberlerini dinlediği yabancı radyolardan kulak dolgunluğu ile öğrendiğim Almanca, İngilizce, Fransızca ve Rusça kelimelerle yepyeni bir dil yaratırdım. Babam, her konuya olduğu gibi çocuk sahibi olmaya ve çocuk yetiştirmeye de bilimsel olarak yaklaşıyordu. Daha ben dünyaya gelmeden Alman gibi yetiştirileceğim tartışm asız belli olmuştu bile. Annem doğumu evde ebeyle yapacağına Sıraselviler'deki Alman Hastanesi'nde yaparak kaderimi çizmişti. Babam, elindeki Almanca çocuk bakımı kitabı ile anneme bebeğin bakımında nasıl bilimsel olunması gerektiğini öğretmekteydi. Mamalar, yani ne zaman meyve ve sebzeye ya da ete geçileceği konuları yine babamın güvendiği Dr. Ali Şükrü'nün denetiminde ve gözetiminde hazırlanmaktaydı.Bu yemek meselesi babamın benimle ilgili tek takıntısıydı zaten. Belki de onun yemek konusundaki aşırı hassaslığı yüzünden can sıkıcı derecede mızmız bir çocuk olmuştum. Izgara köfte ve pilavdan başka hiçbir yiyeceği normal sürede çiğneyip yuttuğum görülmemişti. Lokmalar bir yanağımdan ötekine transfer olur bu arada babam gözlerini koca koca açarak bana "yut" diye bağırırdı. İştahsız ve mızmız çocuğunun her an zafiyet geçirebileceği korkusuyla en ufak ateşlenmede Karanfil Sokak'ta oturan Alman komşularımızdan Dr. Eckstein hemen eve çağrılır, ciğerlerimde leke olup olmadığı konuları görüşülürdü. Dr. Eckstein'ın, babamın aşırı paniği karşısında bir gün "evdeki bütün dereceleri kırıp atmasını ve bir daha benim ateşime bakmamasını" tavsiye ettiğini dün gibi anımsıyorum.İşte 18 Temmuz 1944 tarihinde anneme Ankara'dan yazdığı mektubun bir yerinde yine benim ateş meselem gündeme geliyor. Biz anlaşılan Erenköy'de anneannemlerin evinde yazlıktayız:.... Filiz'in sıhhatine dikkat et, her gün sabah akşam derece koy ve derecelerini bana yaz.Burada Eckstein idrarda bir şey bulamadı. Ciğerleri de temiz olduğuna göre ehemmiyetli bir hastalık olmasa gerek. Fakat sonbahara kadar iyice kendini toplamazsa önümüzdeki sene mektebe gitmesi doğru olmaz..." 3 Kasım 1947 tarihinde İstanbul’dan yazdığı mektubunda da benim kilolarımla uğraşıyor babam:"Sevgili Filizim, Bana uzun ve güzel mektuplar yaz. Hikaye gibi olsun. Ben gelinceye kadar en aşağı iki kilo şişmanla, gözlerinden, yanaklarından öperim."
16 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.