Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Yemek konusu dışında babamla anlaşamadığımız hiçbir konu yoktu. Alman usulü çocuk yetiştirme gariplikliklerine de hiçbir zaman itirazım olmamıştı. Alman çocukları gibi akşamları erkenden yatar, hem gece hem de gündüz evde yalnız başıma kalabilir, kendi kendimi oyuncaklarımla, kitap ve dergilerle oyalayabilirdim. Büyüklerin sözüne karışmaz, şımarıklık yapmaz ama bana soru sorulduğunda büyük biriymiş gibi yanıtlamaya yönlendirilirdim.Kitaplara ilgimin kaynağı da babamdı. Daha okuyup yazmayı öğrenmeden Grimm Kardeşler'le, Dede Korkut’un masallarını, Alman edebiyatının başyapıtlarının özetlerini su gibi biliyordum babam sayesinde. İlkokula başlayınca bu kitap kurtluğu daha da arttı. Aybaşlarında, maaş alınır alınmaz babamla Ulus'taki Akba Kitabevine giderdik. İstediğim kitabı alma özgürlüğüm vardı burada. Çocuk Haftası ve Doğan Kardeş dergilerinin de hastasıydım.Babam bunca işi arasında Milli Eğitim Bakanlığı Tercüme Bürosu'nda hem çevirmen hem de Almanca çevirilerin editörü olarak görevli olduğundan o sıralarda yayımlanan tüm "klasik"lerin birer kopyasını eve getirirdi. Evde tek başıma kaldığımda bu "klasik"lerin çoğunu yarım yamalak da olsa anlamaya çalışarak okurdum. Böylece daha ilkokulu bitirmeden Goethe, Schiller, Heine, Puşkin, Dostoyevski, Tolstoy, Gogol,Stefan Zweig, Shakespeare, Steinbeck gibi dünya yazarların eserlerini okuyarak küçük bir ukala kimliğine hak kazanmıştım bile. Babama göre küçük kızının küçük bir ukala olmasının hiçbir mahzuru yoktu. Başka babalar çocuklarına uykuya dalmadan önce ninni söylerlerdi belki ama benimkisi yanıma uzanır ya yeni yazdığı bir öyküyü ya da dünya edebiyatından seçtiği bir şiir, öykü ya da romanı sadeleştirerek masal gibi anlatırdı bana. Tek çocuk olmanın yararlarından biri de tek başına olabilme ve başını dinleme lüksüdür. Doğrusu, ben hiç kardeşim yok diye hayıflandığımı anımsamıyorum. Evde canım sıkılınca sokakta veya arka bahçede mahalle arkadaşlarımla oynamak ve başka sokaklarda oturan arkadaşlarımın evlerine gitme özgürlüğüm vardı. Hem annem hem de babam beni sokak sokak gezme konusunda hiç kısıtlamazlardı. Zaten okul çıkışı doğrudan doğruya eve döndüğüm hemen hemen hiç görülmemişti. Okul çıkışı akşam üstü çay saatlerimi çoğu zaman arkadaşlarımın evlerinde değerlendirdiğimi annem de bildiğinden, beni merak edip sokaklara dökülmezdi. Yaz aylarında bu sokak faslı hava karardıktan sonra da sürer, gece vakti Karanfil Sokağın girdili çıktılı arka bahçelerinde saklambaç oynamanın tadına doyum olmazdı.Bir yaz, ipek böceği yetiştirmeye merak sarmıştım. Tırtıllar dut yaprağı yiyerek göz göre göre semiriyorlardı. Bu obur yaratıklara dut yaprağı yetiştirm ek başlıbaşına bir uğraştı. Komşu bahçelerdeki dut ağaçlarına izinsiz tırmanıp, yaprak toplamak pek o kadar da kolay bir iş değildi. Aksi gibi geleneksel yaramazlığım ve sakarlığım sonucu koşmaca oynarken düşmüş ve ayak bileğimi fena halde burkmuştum. Davul gibi şişip, mosmor çürüyen bileğime bifteklik çiğ et dahil her türlü kocakarı ilacı tatbik edilmekteydi. Oysa benim daha önemli sorunlarım vardı. İpek böceklerimin hayatta kalabilmeleri için gerekli olan dut yapraklarını kim toplayacaktı ağaçlardan şimdi? Tabii ki babam. Sevgili kızının bir dediğini iki etmeyen babam, tırtıllar iyice semirip kozalarını örmeye başlayana kadar bir dolu işi arasına akşamları ortalıktan el ayak çekildiğinde dut yaprağı hırsızlığı yapmayı da eklemek zorunda kalmıştı.
·
24 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.