Gönderi

Türk-İslam sentezinden "Türk-İslam ülküsü"ne Nihal Atsız'ın, İslam'ı algılayış bakımından Kemalist mirasın açık tesiri altındaki soy Türkçülüğü ile, Kafesoğlu'nun stratejik kaygılarla kotardığı sentez arasındaki asıl fark, ikinci çizginin zamanla, milliyetçi-muhafazakar iktidar stratejisinin avantajlarını kavramasıyla ilişkilidir. Yani söz konusu olan, Türkiye örneğinde fazlasıyla kurgusal ve kitabi kaçan milliyetçiliğin, kitlelerle bağ kurmak için İslam'ın, muhafazakar bir yorumuna ihtiyaç duymasıdır. (Taşkın, 2007: 146-147) Yüksel Taşkın'ın bu satırları, Ülkücü Hareket'in ideolojik dönüşümünde Türkçü faşizmin yerini neden Türk-İslam sentezinin aldığını anlamak bakımından son derece önemlidir. Atsız'ın doktrine ettiği Türkçü faşist ideoloji İslamiyet öncesi Türk mitolojisine ve Orta Asya'ya yaptığı vurguyla ülkücü gençlerin bir bölümü üzerinde ciddi bir etki bırakmaktadır ama bu komünizme karşı savaş için yeterli değildir. Taşkın'ın "fazlasıyla kurgusal ve kitabi" dediği bu milliyetçiliğin, din adına savaşmakla, cihatla, şehitlikle ve gazilikle donatılması, çoğu taşralı ve dindar ailelerin çocukları olan ülkücü militanları mobilize etmek açısından hayati bir öneme sahiptir. Benzer bir şekilde, Ülkücü Hareket'in özellikle taşra kentlerdeki Sünni-muhafazakar kesimler nezdinde popülerleşmesi ve hem AP hem MSP karşısında bir alternatif olabilmesi için de dinselleşmeye ihtiyaç vardır. Dolayısıyla, aslında daha önce Osman Yüksel Serdengeçti'nin "Tanrı Dağı kadar Türk, Hira Dağı kadar Müslüman" sloganıyla formülleştirdiği ama Aydınlar Ocağı ve İbrahim Kafesoğlu tarafından teorize edilen Türk-İslam sentezinin Ülkücü Hareket'in iktidar stratejisinin bir parçası olarak görülmesi gerekmektedir, Nasıl ki Necip Fazıl, kendi stratejisi açısından MHP'yi işlevsel bir örgüt olarak görmüşse, MHP de dinselleşmeyi ve Türk-İslam sentezini kendi stratejisi açısından işlevsel görmüş ve kullanmıştır, Türk-İslam sentezi özetle, Türklükle İslamiyet arasında varoluşsal bir ilişki kuruyor, ikisini birbirine metafizik bağlarla raptediyordu, Kafesoğlu ve diğer milliyetçi-muhafazakar entelektüeller, "Türklük" denilen mefhumun ancak Türk olmakla Müslüman olmayı birbirinden ayrılmaz bir şekilde düşünmekle söz konusu olabileceğini söylüyorlar, bu varoluşsal ilişkiyi komünizmle mücadelenin temeline yerleştiriyorlardı, Ancak yine de, her ne kadar Atsız'ın Türkçü faşizmine nazaran, daha az kitabi olsa da, Türk-İslam sentezi de nihayetinde bir grup elit tarafından doktrine edilmişti ve hala çok kitabiydL İşte bu noktada devreye başka bir isim, Seyyit Ahmet Arvasi girdi ve Türkİslam sentezi formülasyonuna itiraz ederek yerine "Türk-İslam ülküsü" kavramını önerdi. Dahası bu kavramı MHP'nin günlük gazetesi Hergün' deki kavramla aynı adı taşıyan köşesinde ülkücü gençliğin anlayabileceği bir basitlikte dile getirerek popülerleştirdi. Arvasi'nin "Türk-İslam sentezi" kavramına itirazının temelinde, sentezin ancak tez ve antitez arasında olabileceği, Türklük ve İslam'ın birbirinin antitezi olmadıkları, dolayısıyla sentezlenemeyecekleri iddiası bulunuyordu. Arvasi'ye göre Türklerin gerçek ideolojisi, faşizm, Nazizm, sosyalizm vs. değil İslamiyettir ve diğer ideolojiler Türklüğün bünyesine yabancı ideolojilerken İslam, Türklerin öz ideolojisi niteliğini haizdir. İslam'ın "beşer hayatına yön ve biçim veren" bir ideoloji olduğunu söyleyen Arvasi'ye göre; İslamiyet, hiçbir din ile kıyaslanmayacak kadar ileri, ilmin verilerine açık, dinamik, birleştirici ve kaynaştırıcı bir sistem getirmektedir. O, kapitalizm, sosyalizm, komünizm, faşizm ve Nazizm, .. gibi, yabancı ideolojilerin saçtığı zehirleri bertaraf edecek bir panzehir ve hayat kaynağıdır. Bu noktada belirtelim ki, Türk Milleti'nin ve dolayısı ile Türk milliyetçiliğinin alemşümul davası ve ideolojisi, Allah ve Resulünün davasıdır ve bunun adı İslamiyet'tir. Aksini iddia edenler, Türk milliyetçilerini ya tanımamakta, yahut bühtan etmektedirler. (Arvasi, 2013: 450) Arvasi İslam'ın evrensel olmakla birlikte kozmopolitizmi yüceltmediğini ve milletleri inkar etmediğini söyler ve "kendisini kabul eden milletlerin, kavimlerin ve ırkların güçlenmesine ve milli hüviyetleri içinde gelişip yücelmesine de imkan hazırlamıştır," der. Ancak "millet"i tanımlarken, Atsız'ın soy ve kan esasına dayalı milliyetçiliği yerine "içtimai ırk" kavramından türetilmiş ve merkezinde dinin bulunduğu bir milliyetçiliği formüle etmeye çalışır. Arvasi, "içtimai ırk"ı şöyle tanımlamaktadır: Adından da anlaşılacağı üzere "içtimai ırk" biyolojinin konusu değildir, sosyolojinin konusudur. Bir milleti teşkil eden fertlerin, ailelerin, sınıf ve tabakaların "soybirliği şuuru" dur. Ortak bir şuur tarzında beliren "mensubiyet duygusunun" soy ve kan birliği şeklinde duyulmasıdır. Zaten biyolojik verasetin yanında, ortak kültür, ortak coğrafya, ortak hayat tarzı ve ortak mücadeleler, bir milletin fert ve tabakalarını hem ruhi hem de fiziki bakımdan birbirine yaklaştırır. Aynı kültürün içinde yaşayan ve aynı kaderi paylaşan insanlar arasında "evlenmeler" kolaylaşacağından, tarih içinde bir oluş ve yoğruluş halinde insanlar "fizikman" da birbirlerine benzemeye başlar. Yani sosyal, kültürel, ekonomik ve politik bütünleşmelerden sosyolojik bir zaruret olarak, zamanla bir "içtimai ırk" doğar. (Arvasi, 2013: 102) Yani bir soyun mensubu olmak için gerekli olan şey biyolojik unsurlardan ziyade sosyolojik unsurlar, bir "soy bilinci" dir. Dolayısıyla Arvasi etnisiteyi bütünüyle reddetmez ama farklı etnisitelerin tek bir millet içerisinde eriyebileceğini, aynı medeniyet ve kültür içerisinde yaşamanın bunu kolaylaştıracağını söyler. Türklük için de bu böyledir. Türk olmak için mutlaka etnik olarak Türk olmak gerekmez, millet bilincine ulaşan ve kendisini Türk olarak gören herkes Türk'tür. O bilince ulaşmayı sağlayan faktör ise Türkler için İslam' dır. İslam kültür ve medeniyeti, Türk kimliğini sadece etnik Türklerin ötesinde bir yere taşımış ve bir Türk milleti yaratmıştır, Ayrıca İslam bilimsel ve teknolojik gelişmelere karşı olmayıp, bilakis bir medenileşme projesidir. Geçmişte nasıl ki Selçuklu, Osmanlı gibi Türk-İslam imparatorlukları medeniyetler kurmuşlar ve dünyaya hakim olmuşlarsa, aynısını bugün de yapmak mümkündür: Herkes bilsin ki, biz, imanımız ve lslam'ımızı soysuzlaştırımadan en ileri hamlelere talibiz, Ecdadımız ispat etmiştir ki, İslam, doğru, güzel, iyi ve helal olan bütün gelişmelere ve hamlelere açıktır, Biz, ecdadın, bu çizgisinde, gelecek çağlara doğru imanla, ilimle, teknikle, güzel, doğru, iyi ve helal olan bütün değerlerle birlikte yürüyeceğiz, Bizim medeniyetimiz, yeniden ve en güçlü biçimde mabetlerimizin, laboratuvarlarımızın ve sanat abidelerimizin yüce atmosferinde filizlenip, dal budak salacaktır, Biz Osman'ın rüyasına benzer bir rüya görüyoruz. Bu rüyayı, Osman gerçekleştirmişti, Şimdi sıra Türk-İslam ülküsüne bağlı ve "diriliş İslam' da" diye coşkun bir heyecan içinde ayağa kalkan genç "Oğuz çocuklarında" dır. (Arvasi, 2013: 631)
·
73 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.