Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

PUTİN’İN MERKEZİ YÖNETİMİ GÜÇLENDİRME ÇABALARI Rusya Federasyonu’nun iç politik yapısının temel sistematiğini anlamak için Rus politik yaşamında etkin olan unsurlara göz atmakta fayda var. Rus politik yaşamını şekillendiren unsurlardan en önemlileri şu üçü: Güç yapıları (bürokrat kesim, ordu, polis teşkilatı, ordunun sanayi tesislerinin yöneticileri vb.), bölgesel elitler (baronlar) ve büyük iş çevreleri (oligarklar). Putin’in yönetime gelmesinden önce, “güç yapısı” içindeki her bakanlık, tıpkı bir devlet gibi iç ve dış politikasını kendi üretiyor, “oligarklar” Rusya’nın zenginliklerini kullanırken vergiden kaçıyorlar ve “bölgesel baronlar” federal yasalara yeterince önem vermiyorlardı. Dolayısıyla sistemde bir merkezin eksikliği hissediliyordu. Putin yönetimi, işbaşına gelir gelmez merkezdeki bu eksikliği giderme yönünde politikalar üretmeye başladı. Rusya Federasyonu’nun iç politik sistemindeki bu üç temel unsuru bir piramidin üç ayağı, Devlet Başkanı ile simgelenen merkezi yönetimi de piramidin tepe noktası olarak düşünürsek, Putin’in yapmak istediği merkezi yönetim ile bu üç unsur arasındaki mesafeyi arttırmak, yani piramidin boyunu mümkün olduğunca uzatmaktı. Bu üç unsurdan her biri piramidin ayakta kalması için gerekli görüldüğünden toplumsal destek olması durumunda bile üç unsurun tamamen ortadan kaldırılması düşünülemezdi. Yapılması gereken, sadece üç unsurun, merkezi yönetime itaatlerinin garanti altına alınmasıydı. Putin yönetimi merkezi yönetimin hakimiyetini güçlendirme güdüsüyle işbaşına geldikten hemen sonra, bu yolda kitlesel desteğe sahip olmanın temel aracına da kavuştu. Kuşkusuz, küresel çağda vahşetin temel simgesi olan terör, bu eylemlere maruz kalan Rus halkında büyük bir tepkiyle karşılandı. Rusya yönetimi yukarıda aktarılan “üç unsurla”, “terörist eylemlere karşı alınacak önlemleri” ilişkilendirdi. Dahası, Rus toplumunda, bu ilişkinin varlığı neredeyse tartışmasız kabul gördü. Nitekim Baev’e göre, Rusya’da terörizmle mücadele, bu savaşın “mobilizasyon potansiyeli”nden faydalanarak, küreselleşme tarafından aşındırılmış devletin kontrol mekanizmalarını kuvvetlendirmek için araçlaştırıldı. Putin’in ABD tarafından başı çekilen “terör karşıtı koalisyonun” bir üyesi olması, gerçekte, ülke içinde kontrolü kuvvetlendirmek amacına yönelikti. Güç Yapıları Üzerinde Denetim Terörle mücadele sürecinde, tüm devlet birimleri arasında koordinasyonun gerekliliği üzerinde duran Putin, kurumların bünyelerinde özel birimler kurmalarını ve bu birimler arasındaki iletişim ile bir eşgüdümün sağlanmasının yolunu açtı. İstihbarat birimlerinin çok başlı yapısını ortadan kaldırarak, Federal Güvenlik Teşkilatı’nı (FSB) merkezi bir konuma getirip, tüm istihbarat birimlerini FSB’ye bağladı. Putin, ayrıca terörle mücadelenin toplumsal düzeyde destek bulmasından da yararlanarak, 17 Kasım 2004’te gerçekleşen geleneksel Ordu Komutanları Toplantısı’nda; komutanlardan, yeni tehditlere göre Rus kuvvetlerinin yapısının yeniden düzenlenmesi talebinde bulundu. Uzun süredir bekletilen ve Rusya bütçesinin yaklaşık yüzde yirmisine tekabül eden bu projeyi Putin’in merkezi devletin rolünün yeniden arttırılması sürecinde yeniden ortaya atması, projenin maddi yükünü çekecek Rus halkı tarafından terör sorununu çözmede bir gereklilik olarak kabul edilmesinin bir sonucuydu. Son olarak birkaç gün önce açıklanan Rusya Federasyonu 2006 yılı savunma bütçesi de dışa olduğu kadar içe dönük bazı mesajlarla yüklüydü. Rusya Federasyonu savunma bütçesinde daha önce %70’e %30 olan tedarik-ARGE oranı, Rusya Federasyonu Savuma Bakanı Sergei Ivanov’un açıkladığı bütçede %60’a %40 noktasına çekildi. 2011 yılında bu oranın %50’ye %50 noktasına getirileceğinin planlandığı aktarıldı. Ayrıca Rusya’nın savunma önceliklerinde hava gücüne verilen önemin arttırılacağı ifade edildi. Böylelikle, SSCB’den miras, dinamikliğini büyük ölçüde yitirmiş bir ordunun özellikle merkeze uzak bölgelerdeki özerkleşmiş birimlerine ve bu birimlerin baronlaşmış (!) yöneticilerine “artık sizin devriniz bitti” mesajı verildi. Bununla da yetinilmedi, bölgesel baronlara, “biz askeri olarak da buradayız” denildi. Baronlar Üzerinde Denetim Terörle mücadele süreci “baronlar” açısından da sonuçlar doğurdu. Rusya Devlet Başkanı Putin, iktidara geldiği ilk günlerde Rusya Federasyonu’nda merkezi otoriteyi sağlamlaştırmak için, 89 bölgeden oluşan federasyonun tüm valilerini görevden alıp Federasyon’u yedi temel bölgeye ayırmış ve 1 Eylül 2004’te Beslan’da gerçekleşen terörist eylemin ardından, eskiden seçimle işbaşına gelen yerel yöneticileri, doğrudan merkezden atama yetkisini Duma’dan almayı başarmıştı. Böylelikle, hem merkezden uzaklaştıkça etkileri artan “baronların” destekçisi olmayanlarını sistemden temizleme yönünde önemli bir adım atmış; hem de etnik kökenli istemlerin ve/veya ayrılıkçı hareketlerin güçlenebilme olasılığının bulunduğu bölgelerde merkezi yönetimin kontrolünü güçlendirmiş; bu süreci askeri gücünün yeniden yapılandırılması süreci ile desteklemişti. Putin’in merkezi yönetimi güçlendirme adına izlediği bu strateji, özellikle liberal çevrelerden “seçme ve seçilme hakkının engellenmesi” olarak yorumlanıp ciddi tepkiler alsa da, Gorbaçov’un da belirttiği gibi, Putin bu stratejisinde büyük bir halk desteğini arkasına almıştı. Gorbaçov, Putin’in bu uygulaması konusunda ne kadar eleştirilerde bulunsa da, şunları söylemekten de geri kalmıyordu: “Putin, Yeltsin’in yaptığının tersine çoğunluğun çıkarlarını savunmaya yöneldi. Yeltsin yönetiminin politikaları büyük oranda küçük grup ve klanların amaçlarına hizmet etmekteydi.” Putin, baronlar üzerinde denetim kurma amacına dönük yöntemin zorlayıcı yanını vurguladığı gibi, bu zorlayıcılığın uygulamaya aktarılmasını kolaylaştıracak “bölgesel desteği” arkasına almak için ekonomi düzleminde de adımlar attı. Ekonomi düzleminde atılan adımlarda, Tataristan neredeyse bir “pilot bölge” seçildi. Örneğin, Özerk Tataristan’ın başkenti Kazan’ın tarihi merkezi, kendi Kremlin’i dahil, yeniden inşa edildi. Ayrıca kentte inşa edilen yeni bir köprü ve Rusya’nın en yeni metrosu da, zamanında tamamlanıp açıldı. Oniki eski Sovyet Cumhuriyetinin liderlerini biraya getiren Bağımsız Devletler Topluluğu’nun son zirvesi de burada yapıldı. Böylelikle merkezle işbirliğine açık ve merkezin otoritesini tanıyan her birimin ekonomi ve politika düzlemlerinde de güçleneceği/güçlendirileceği mesajı Rusya Federasyonu’nun tüm “sujelerine” aktarıldı. Putin’in bu mesajları, özellikle Sovyet kültürünü içselleştirmiş bölgelerde çok daha olumlu yankılandı. Ayrıca, paylaşılan ortak Sovyet kültürünün birleştiriciliği, Rusya Federasyonu topraklarının ötesinde, eski Sovyet coğrafyasının önemli bir bölümünde de hissedilmekteydi. Ronald Gregor Suny’nin ifade ettiği gibi “insanları Sovyetler Birliği’nin içinden çıkarmak mümkündü. Ancak en azından uzunca bir süre, “Sovyeti” insanların içinden çıkarmak mümkün değildi...” Bu durum, hem iç politikada (Çeçenistan örneği hariç) Putin yönetiminin işini kolaylaştırdı, hem de Bağımsız Devletler Topluluğu’nun “ortak değerler” çerçevesinde örgütlenmesini kolaylaştırdı. Böylelikle -en azından kısa vadede- “yakın çevreden” ülke sınırları içine girebilecek tehditler marjinale indirildi. “Bölge dışı aktörlerin” (özellikle ABD) bölgeye müdahale olasılıkları karşısında da Şangay İşbirliği Örgütü çerçevesinde önlemler alınmaya çalışıldı. Böylelikle bölgesel baronlar ve bağımsızlık peşinde koşan sorunlu bölgelerle (özellikle Çeçenistan ), bölge dışı aktörlerin olası ilişkisi de marjinale indirilebilecekti. Oligarklar Üzerinde Denetim Gorbaçov’un reformları ile başlatılan liberalleşme denemeleri sayesinde ilk sermaye birikimlerini gerçekleştiren “oligarklar”, SSCB’nin dağılmasından sonra hayata geçirilen özelleştirme sayesinde ülkedeki mal varlıklarının büyük bir kısmını genelde hukukdışı yollarla üzerlerine geçirmişlerdi. (Böylece Lavelle’nin deyimiyle “oligarkların kapitalizmi” ortaya çıkmıştı. İşte Putin’in de temel amaçlarından biri, özellikle Yeltsin iktidarının “muktedirleri” konumuna taşınan bu oligarkları “zararsızlaştırmak” oldu. Putin, bu amaca hizmet etmede de terörle mücadeleyi araçsallaştırdı. Putin, göreve gelir gelmez önemli televizyon kanallarını da kontrollerinde tutan iki oligarkı; 1996 seçimlerinde Yeltsin’e verdiği destekle onu bir kez daha iktidara taşıyan Boris Berezovski ve Vladimir Gusinski’yi daha sonra da petrol devi Yukos’un patronu Mikhail Khordorkovski’yi sistemin dışına itti. Ardından Rusya’nın en büyük sermaye gruplarından olan Yukos şirketi parçalanıp, yeniden devlet denetimine girdi. Birçok oligarkın, sistem içinde iş yapamaz hâle getirilmesinin bir gerekçesi ise “terörle mücadele” sürecinde oligarkların sahip oldukları medya kanallarının terörle mücadeleyi etkisizleştirmesi olarak gösterildi. Son olarak, Eylül ayı içinde Politik Araştırma Enstitüsü Müdürü Sergey Markov, Ulusal Strateji Konseyi Başkanı Valeri Komyalov ve Bölgesel Sorunlar Enstitüsü Müdürü Maksim Dianov’un, oligarklar konusunda Putin yönetiminin attığı “zararsızlaştırma adımları”nın yeterli olmadığı fikrini ileri sürmeleri Rusya’da yeni tartışmalar yarattı. Bu üç siyaset bilimciye göre, Putin-oligark çekişmesi yakın gelecekte de şiddetlenerek sürecek. Putin yönetiminin yabancı sermayenin iç politikaya karışmasına dirençle karşı koyması bu süreci hızlandıracak. Seçimlerin yapılacağı 2008 yılı ise “oligarşi cuntası” kurma adına girişime geçildiği zaman olacak. Markov, Komyalov ve Dianov, ortaya attıkları bu senaryoda oligarşi muhalefetinin ana aktörünün özellikle bankacılık sektöründe önemli olan ülkenin en büyük sermaye gruplarından Alfa Grubunun başkanı Mikhail Fridman olacağı fikrindeler. Sonuç Putin yönetimi, bürokrat kesim, ordu ve polis teşkilatını içine alan güç yapıları; bölgesel baronlar ve oligarklar üzerindeki denetimini arttırıp merkezi yönetimi kuvvetlendirmek adına önemli yol almış görünmekte. Bu süreci hızlandıran ve Putin yönetiminin merkezi yönetimi güçlendirme adına elini güçlendiren etmenlerin başında terörizmle mücadelenin araçsallaştırılması stratejisi geliyor. Özellikle bölgesel baronlar üzerinde devlet denetimini kurmada, bölge halkının desteğinin sağlanmasında ekonomik yardımlardan da yararlanılmakta. Bu doğrultuda, Tataristan’ın gelişmesi bir örnek olarak sunulmaktadır. Potansiyel iç muhalif örgütlenmelerin, dışarıdan desteklenmesinin engellenmeye çalışılması da Putin’in politikasının bir diğer ayağı. Bu noktada, birincisi Putin yönetimi askeri modernizasyonunu olabildiğince batılı kurumlardan (özellikle NATO) bağımsız olarak gerçekleştirme, böylelikle özellikle ABD unsurunun askeri çevrelere mümkün olduğunca az sızmasını garantileme gayretinde. İkincisi, özellikle Şangay İşbirliği Örgütü’nü işlevselleştirme ve askeri modernizasyonu gerçekleştirme yollarıyla bölgesel baronların olası isyanlarının önüne geçip, “bölge dışı aktörlerin” Rus sorunlu bölgelerinde strateji üretmesinin önüne geçilmesi amaçlanmakta. Üçüncüsü, oligarkların dış işbirlikçilerinin üzerinde durulmakta. Bir başka deyişle, yabancı sermayenin bir “karşı devrim sürecine (!)” maddi destekte bulunmasının yolları kapatılmaya çalışılmakta...
42 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.