Gönderi

Galiyev'in 1995'e kadar saklı kalmış bir raporu
ASYA ve AVRUPA HALKLARININ SOSYO- POLİTİK,EKONOMİK ve KÜLTÜREL GELİŞMELERİNİN ESASLARINA İLİŞKİN BAZI GÖRÜŞLERİMİZ *Sultan Galiyev Metodoloji Asya ve Avrupa Türk halklarının çağımızdaki sosyo- politik. ekonomik ve kültürel gelişmelerini tesbit etmek için kullanılacak olan esasların belirlenmesinden önce konu ile ilgili görüşlerimizin metodolojisi üzerinde kısa bir şekilde olsa dahi durmamız gerekecektir.Herhangi bir anlaşmazlık ve belirsizliğin giderilmesi için, bir hususu ilk baştan açıkça söylemeliyiz ki, biz bu meseleye de (tüm diğer meseleler gibi) materyalist dünya görüşü ve materyalist felsefe açısından yaklaşmaktayız. Ayrıca biz. bu devrimci felsefe mektebinin daha radikal olan ve tarihi veya diyalektik materyalizm diye adlandırılan koluna önem veriyoruz. Kanımızca, materyalist felsefenin bu kolu, önemli unsurlarının anlaşılabilmesi için en doğru ve ve bilimsel açıdan daha sağlam bir fikir sistemidir. Zira, ancak onun yardımı ile (sosyal) hayat olaylarının nedenlerini daha net ve gerçekçi biçimde tahlil etmek ve sonuçlarını önceden kestirerek sezmek mümkündür. Fakat önceden şunu da söyleyelim ki, bizim diyalektik, daha doğrusu enerjetik materyalizm mektebine mensubiyetimiz bu mektebin Batı Avrupalı temsilcilerini (Marksist veya komünist denilenleri) körü körüne taklit etmemiz ve onların bu mektebin ürünü bildikleri veya öyle takdim ettikleri herşeyi körü körüne kopya etmemiz anlamına gelmez.Bunu aşağıdaki nedenlerden dolayı yapmıyoruz: 1.Bizce, materyalist felsefe, Batı Avrupa biliminin müstes­na malı değildir. Zira, belli bir düşünce sistemi olarak bu tür felsefe bu veya diğer şekilde (Fars, Arap, Çin, Türk, Moğol vb. gibi) birçok başka halklarda, üstelik çağdaş Batı Avrupa kültürünün ortaya çıkışından çok önceki tarihlerde görül­müştür. 2. Bizim birçoğumuz, daha sonra Rusya Devrimi öncesin­de, enerjetik materyalist dünya görüşüne sahip olmuştuk. Bu görüş, bizim aramıza yapay bir biçimde ve dışardan enjekte edilmiş olmayıp Rus milliyetçiliğinin ve Rus devletçiliğinin üzerimizdeki zalimane ekonomik, politik ve kültürel baskıla­rının bizi ezmekte olan ağır koşullarının doğal sonucu olarak ortaya çıkmıştı. 3. Bizim, tarihsel materyalizm taraftarlarına bağlılığımız; onların beyan ettikleri gibi diyalektik materyalizmin Rus ve Avrupa tekelcileri tarafından takdim edilen her türlü fikri nesneyi "kutsal" bir şeymiş gibi tartışmasız olarak kabul etmemizi de kesinlikle gerektirmez.İnsan kendisini bin kez materyalist, Marksist, komünist veya şimdilerde Rusya'da moda olan ifadesi ile Leninist ilan edebilir. Bunu tüm dünyada olanca gücü ve sesi ile bağırabilir. Bu konularda yüzlerce ve binlerce cilt kitap yazabilir. Fakat yine de asgari düzeyde bile gerçek materyalizm ve komünizm ile ilgisi olmayabilir. Tutum ve hareketlerinden de vazgeçelim, görüşlerinde ve vardıkları sonuçlarda da gerçek devrimcilik görülmeyebilir. Bu nedenden dolayı, biz, onlar karşısında her­hangi bir yükümlülük almamakla birlikte, tüm beklentilerin aksine olarak, diyalektik materyalizm üzerindeki tekelcilik haklarını tartışmaya açmaya cesaret ediyoruz. Örneğin, birincisi sömürgeler meselesi, İkincisi de komünizmin, diğer bir deyişle sınıfsız ve kimsenin kimseyi istismar etmediği bir toplumun gerçekleştirilmesi yöntemleri.. Bu iki konuda Rus komünistleri ve onları takip eden Batı Avrupalı komünistler, aleni yanlışlar yapmaktalar... Bunun neticesinde de -insanlığın anarşi ve kargaşa baskısından kurtuluşu değil - talan, yoksulluk ve ölüm olacaktır. Onlar, Avrupa kapitalizmini ve soyguncu Avrupa emperyalizmini eleştirdikleri ve yerdiklerinde, her zaman ve her konuda olmamakla birlikte kendileri ile mutabıkız. Keza çağdaş Avrupa kapitalist kültürünün gerici­liğini gündeme getirdiklerinde de mutabıkız. Ne var ki, tüm bu düşüncelerden çıkardıkları sonuçlar ve sundukları reçeteler konusunda, kesinlikle mutabık değiliz.Bizce onların sundukları reçete -ki Avrupa Toplumu’nun bir sınıfın (buıjuvazinin) dünya üzerindeki diktatoryası yerine, onun karşıtı olan diğer sınıfın (proletaryanın) diktatoryasım öngörmektedir- insanlığın ezilen kısmının sosyal hayatına hiçbir önemli değişiklik getirmeyecektir. Her halükarda nesnel bir değişiklik olacaksa da, bu değişiklik iyileşme yolunda değil, kötüleşme yolunda olacaktır. Bu, sadece daha az gücü olan ve daha aşağı düzeyde organize bir diktatöryanın yerine, aynı kapitalist Avrupa'nın (ki, Amerikayı’da buraya dahil etmek gerekir) Avrupa çapında bütünleştirilmiş olan tüm güçlerinin dünyanın geriye kalan kısmı üzerinde ortak diktatoryasının getirilmesi demektir. Biz, bunun karşısında farklı bir tez ortaya koyuyoruz. Şöyle ki, insanlığın yeniden yapılandırılmasının maddi zemini, yalnızca sömürge ve yarısömürgelerin metropoller üzerindeki diktatöryası aracılığı ile oluşturulabilir. Zira yalnızca bu yol, yer kürenin Batı emperyalizmi tarafından zincirlere vurulmuş olan üretici güçlerinin kurtuluşu ve atılım yapması için gerçek bir teminat sağlayabilir. Biz bu metodolojiden hareketle, belirli bir sorular sistemi oluşturuyoruz ki, bunlara verilen cevaplar, başlıca meselemizin doğru bir biçimde çözümlendirilmesini sağla­yacaktır. Bu sorular, aşağıdaki konulan içermektedir: 1. Bir sosyo-ekonomik organizma olarak Türk Dünyası, çağdaş dünyanın ekonomik ve politik sisteminde nasıl bir görüntü vermektedir? 2. Türk halklarının, tümü bir arada ve ayrı dallar olarak, normal ekonomik, politik ve kültürel gelişmeleri için hangi iç ve dış koşullara ihtiyaç duyulmaktadır? 3. Bu koşullar hangi yollardan hareketle sağlanabilir? Evrim yolu ile mi, yoksa devrimci atılımlarla mı? 4. Bu veya diğer yönde yapılacak olan çalışmaların somut yöntemleri ne olmalıdır:a) Strateji ve taktik yönünden?b) Organizasyon biçimleri yönünden 2. Çağdaş Dünyanın Ekonomi ve Politik Sistematiği İçinde Bir Sosyo-ekonomik Organizma Olarak Türk Dün­yasıGünümüz dünyasının ekonomik ve siyasi sistematiği içersinde çağdaş Türk dünyası'nın yeri ve rolü konusunun çok önemli olduğu kanısındayız. Asya ve Avrupa Türk halklarının sosyo-politik, ekonomik ve kültürel gelişmelerinin esasları ile ilgili çözüm yollarım, buradan hareketle çizebiliriz. Dünya’nın sosyal ve hukuksal ilişkileri kapsamında, kim ve ne olduğumuzu, bu ilişkilerin içeriğini anlamadan, kim olmamız gerektiğini de tesbit edemeyiz. Konun analizini, ikinci bölüm­den, diğer bir deyişle çağdaş dünyanın sosyal ve hukuksal - ekonomik, politik ve kültürel sistematiğini ele alarak başla­yabiliriz: 1. Çağdaş Dünya Ekonomisi ve Politikasının Köleci- Sömür geci-Emperyalist Karakteri; Yerkürenin halkları arasındaki sosyal ve hukuksal ilişkilerin analizi, bir hususu ortaya koymaktadır: Çağdaş insanlığı oluşturan milletler, sayı, sosyal ve hukuksal açılardan eşit olmayan iki kampa bölünmüş durumdadır. Bu kamplardan birisinde, insanlığın yalnızca yüzde 20 ile yüzde 30'unu oluşturan ve tüm yer küreyi, altında ve üstündeki var olan her türlü ölü ve canlı zenginlikleri ile birlikte ele geçirmiş olan halklar bulunmaktadır. Diğerinde ise, insanlığın beşte dördünü oluşturan ve birinci kampa mensup bulunan halkların, diğer bir deyişle ’efendi’ halkların ekono­mik, siyasal ve kültürel tahakkümü ve köleliği altında inleyen halklar yer almaktadır. Efendilerin kendi medeni dillerinde 'uygar' olarak adlandırılan ve birinci kampa mensup olan halklar, insanlığın kölelikten, cehaletten ve sefaletten kurtarıl­ması ile ilgili görevlendirilmişler... ikinci gruba mensup olan halklar ise onların dillerinde 'vahşi', yerli’ ve bu tür ibarelerle tanımlanmakta olup, birincilerin bilimsel görüşlerine göre: “Efendi halkların çıkarlarına hizmet etmek için yaratılmışlar!” Yerliler ve vahşiler ise kendi kelime bagajlarının yoksulluğu ve bilim yoksunlukları yüzünden "medeni" halkları tanımla­yabilmek için özel terimler üretememişler ve bunları yalnızca 'köpekler', ’eşkiyalar", 'cellatlar' veya benzer yakışıksız ve anlaşılmaz sıfatlar kullanarak tanımlama yoluna gitmişlerdir.Avrupa ve Amerika'nın 'medeni' halkları, ki yerkürenin diğer kısımlarına da yayılmakta ve genel olarak 'Batı halkları' diye adlandjnlmaktalar, birinci kategoriye aittirler. Asya, Afrika halkları ile Avrupalılarca sömürgeleştirilmiş olan Avustralya ve Amerikanın yerli halkları da ikinci kategoriye girmektedirler. Bu iki grup arasındaki ilişkileri irdeleyerek şu noktayı tespit etmiş bulunuyoruz: Batı halklarının (metro­poller), sömürge veya yarı sömürge halkları ile ilişkileri, tam bir kölelik ilişkileri niteliğindedir. Batılı halkların teknolojik ve kültürel gelişmelerini etkileyen birtakım tarihsel ve doğal coğrafya koşullan, dünyanın değişik bölgelerinde bulunan halklar arasında ekonomik ve kültürel ilişki araçlarının, diğer bir deyişle uluslararası ulaşım yollannın ve askeri stratejik mıntıkalann, bu halklann eline geçmesini sağlamıştır. Bu durum, Batı-Doğu medeniyetlerine mensup bulunan halklar arasındaki uluslararası siyasi ve ekonomik ilişkilerde tüm inisi­yatifin onlann elinde birikmesi için zemin oluşturmuştur.Avrupa'nın teknolojisi ve kültürü, tarihin belli bir aşamasındaki varoluş mücadelesi sırasında, sözkonusu aşamada onlann üzerine çökmüş bulunan ve zamanının dünya efendileri olan Müslüman Asya ve Afrika halklarının teknoloji ve kültürüne kıyasla, daha güçlü bir direnç ve rasyonalizm sergilemiştir ki, bu da onlann diğerlerini ezmelerini ve gereken üslerin işgal edilmesinden sonra Asya ve Afrika kıtalarına yaymalarını sağlamıştır. Dünya ticaret yollan, pazarlar ve hammadde kaynaklan, küçük istisnalar dışında, Batı halkla­rının eline geçmiştir. Batı halklan, kendi ulusal kölelik sistem­lerini, ki feodalizm dönemindeki toprak köleliği sistemi aslında köle ekonomisi olduğu gibi kapitalizm döneminde de sınıf baskısı bir tür kölelikten, insanın insan tarafından fakat bu sefer farklı bir biçimde istismarından başka bir şey değildir, siyah ve san kıtalardaki kendi sömürgelerine de taşmış ve bu kölelik sistemine uluslararası bir nitelik kazandırmışlardır. Böylece, bu kıtalann halkları, fiiliyatta, kendi ülkelerinin zen­ginlikleri üzerinde mülkiyet hakları olmayan ve 'medeni efendilerinin (metropolya halklarının) refahlan için çalışan birer köle durumuna gelmişlerdir2. Metropollerin Maddi Kültür Esaslarının Paraziter ve Gerici Karakteri, Çağımız Dünyasındaki Gelişmelerin Başlıca Faktörüdür. Çağdaş dünya ekonomisinin kapitalist köleci seciyesi, onun bir diğer özelliğini, günümüz dünyasında görülen gelişmelerin başlıca faktörü olarak çağdaş Batılı halkların kültürlerinin toptan paraziter ve gerici karakterini de belirlemiştir. Metropollerin maddi kültürünün anlatılan özellik­leri, şu iki hususu açığa çıkarmaktadır:a)Statik Husus: İnsanlara gerekli olan tüketim madde­lerinin üretim ve tedavül araçlannın metropolya halklarının ellerinde tekel halinde birikmiş olması, Belli başlı tüm üretim araçları (fabrikasyon endüstrisi), tedavül araçları (banka sermayesi ve bunun alt yapısı), ulaşım ve iletişim araçları (deniz yollan, demir yollan, hava ulaşım araçları, telgraf ve radyograf, hammadde (petrol, taş kömürü, filizler, hayvansal ve bitkisel ürünler) kaynaklan, keza endüstriyel ürünlerin satış pazarları, topu topu 300-350 milyon nüfusa sahip bulunan metropollerin ellerinde birikmiş durumdadır. Batı, bu açıdan aynen dev bir ahtapot gibi, insanlığın beşte dörtlük kısmım sarmış ve onun tüm yaşamsal kaynaklarını sömürmektedir. Ve bu ahtapot, sadece bir deniz ahtapotu olmayıp, Batının askeri buluşlarının ve savaş sanatının en yeni teknolojileri ile silah­lanmış zırhlı bir ahtapottur... Vurucu bir ahtapottur... ölümcül bir ahtapottur!.. Elbetteki bu kazanımlar, ahtapotun cesaret ve yiğitliğini arttımıamıştır. Ne var ki, ahtapotun korkakça zalimliği ve açgözlülüğü artış göstermiştir. Ahtapot şimdi sömürge ve yarı sömürge halkların kanlannı emerek, dünya halklannın daha geniş olan kısmının zayıflaması, yozlaşması ve ölümü hesabına, daha küçük olan diğer kısmını zenginleş­tirmektedir.bjDinamik Husus: İnsanlığın üretici güçlerinin azami gelişmesi açısından metropollerin maddi kültürünün paraziter ve gerici olması. Bu husus, birinci husus ile sıkı sıkıya bağlı olup onun devamım oluşturmaktadır. Gerçekten de, yaşa­dığımız bu dönemde, (dünyanın düzenleyicileri olarak metro­pollerin çağdaş kültürü nasıl bir şeydir?.. Neyin üzerine bina edilmiştir ve nereye doğru gitmektedir?.. Mesele, Batı’nın madde kültürünün niteliğinin ve bu ekonomik sistemin (tekelci kapitalizm ve emperyalizm) yalnızca tekelci karekterde olma­sıyla da bitmiyor. Mesele buradadır ki, metropollerin maddi kültürünün içeriği, diğer bir deyişle tüm bu ’tekelci kapitalizmlerin 'emperyalizmlerin’ ve Batı toplumuna ait diğer sosyal kategorilerin asıl özü, onun şekli ile ilgili değil, dinamiklen ve özgün gelişme eğilimi ile bağlantılıdır. Bu eğilim, Batı halklarının çağdaş maddi kültürünün varoluşu ve gelişmesinin, sadece Doğulu halklara karşı uygulanan kölelik ve tahakküm sisteminin korunması (diğer bir deyişle sömürge ve yarı sömürgelerin doğal zenginliklerinin istisman) olarak değil, aynı zamanda bu ülkelerin üretim güçlerinin engellen­mesi ve bunlann maddi kültürünün artışına karşı set çekici bir baskı uygulaması olarak açıklanabilir. Çağdaş Batı kültürü, hangi prensiplere dayandırılmıştır?.. Metropoller ve sömür­geciler için mal üretimi ve pazarlanması, diğer bir deyişle dünyanın ekonomik süreci içersinde tekelcilik prensiplerine dayandırılmıştır. Çağdaş Batı kültürü ne üzerine inşa edilmiştir?.. Sömürge ve yarı sömürgelerin kendi iç ekonomik gelişmelerinin engellenmesi, ulusal endüstri'niıı yokluğu, diğer bir deyişle bu ülkelerin tarımcı - köylü karakterinin sürdü­rülmesi üzerine inşa edilmiştir ki, bu durumda bu ülkeler, kendi ekonomik faaliyetleri sırasında, metropollerin, yani dünyanın tekelci endüstrisinin ’yardımı'na başvurmak zonanda kalsınlar. Tekelci sanayinin yardımına başvurma zorunda kalma süreci, somut olarak aşağıdaki unsurlardan oluşmak­tadır:a.Metropol ekonomilerinin başlıca unsuru olan ekono­minin ucuz hammadde temini ile yaşatılması. Batılı Halklann hammadde kaynağı olarak Asya ve Afrika ülkelerine yönelik işgalci politikaları ve bu politikalannı beraberinde getirdikleri tüm diğer olaylar, bu noktadan kaynaklanmaktadır: Birincisi, yarı sömürgelerdeki bağımsızlık kırıntılarına karşı verilen acımasız mücadeleler ve sömürgeler tarafından bağımsızlık yönünde sergilenen en küçük girişimin bile zalimce cezalan- dınlması... İkincisi ise metropollerin belli başlı ulusal grupları arsında sömürge mülkleri için aralıksız olarak sürdürülen rekabet savaşlarıdır... Diğer bir deyişle, bir taraftan metropoller ile sömürgeler arasındaki sosyal ilıtilaflann artışı, diğer taraftan da diktatör metropollerin farklı soyları arşındaki ulusal ihtilafların kökenleri burada saklıdır.b. Sanayi ürünlerinin ucuza mal edilişinin sağlanması. Üretim teknolojisinin geliştirilmesi, metropollerin sanayi işçilerinin ve sömürgelerin yardımcı işçilerinin istismarı yoluyla gerçekleştirilmektedir. Metropollerde sınıfsal ihtilafla­rın varlığı ve bu ihtilaflara dayalı olarak sınıfsal siyasi parti­lerin ortaya çikış nedenleri bu noktada saklıdır.c. Metropollerin sanayi ürünleri için ucuz (kârlı) satış pazarlarının sağlanması. Metropollerin, sömürgeleri ve yan sömürgeleri yalnızca kendi ellerinde kendi boyundurukları altında tutmak yönünde değil, aynı zamanda metropollerin sanayi ürünlerinin daimi satış pazarlan olarak elde tutmaya yönelik sömürgeci politikalarının yoğunlaştınlması bu hususla ilgilidir. Bu politikalar, sömürgeler ile metropoller arasındaki sosyal ihtilafların yalnızca yoğunlaşmasına neden olmaktadır ve bu ihtilaflar, birinci derecede uluslararası faktör niteliği kazanmaktadır. Metropol maddi kültürlerinin gelişme süreci­nin bu sonuncu unsuru, sömürgeler ile metropoller arsında oluşan ilişkiler açısından özellikle büyük önem taşımaktadır. Zira bu unsur, çağdaş Batılı halkların kültürünün başlıca dinamiğini ve çağdaş insanlığın gelişme sürecinde ortaya çıkan tüm sosyal sapmalann da başlıca nedenini oluşturmaktadır.Söz konusu sapmalar aleni olarak ortadadır ve bunları yalnızca körler ve siyasi açıdan dejenere olmuş tipler inkara yeltenebilirler. Bu sapmaları şu şekilde sıralayabiliriz:a. Yerküre ve özellikle de sömürge ve yan sömürgelerini zenginliklerinin insanlığın genel çıkarları açısından hunharca ve verimsizce işletilmesi. Bu gerçeği yeniden kanıtlamaya ihtiyaç yoktur kanısındayım. Zira metropollerin kendi ’evlerin- de’ki ve sömürgelerindeki ekonomik faaliyetlerine bakmak yeterlidir.b. Dünya üretim sürecinin genel tedavül sürecinin irras­yonel düzeni ve bunun sonucu olarak kütlevi insan enerjisinin verimsiz bir şekilde yokedilişi. Metropollerin elinde yoğun bir şekilde birikmiş olan üretim araçlarının, hammadde ana kaynaklarından ve dünya satış pazarlanndan uzakta bulun­malarından dolayı, hammaddenin üretim araçlarına ve bunlardan alınan ürünlerin de (malların) satış pazarlarına yönelik olarak uzak mesafelere taşınmaları gerekmektedir, Örneğin, yün ve deri ham maddesinin Tibet’ten Hindistan veya Afganistan’dan Büyük Britanya'ya doğru taşınması... Burada kumaş, ayakkabı ve diğer mallara dönüşerek gerisin geriye tekrar kendi anavatanına yolculuk yapmak zorundadır. Aynen bunun gibi Türkistan veya Güney Kafkasya pamuğu (bu arada Baku petrolü de) önce medeni ülkelere söz gelimi Moskova veya îvanovo Voznessensk'e seyahat etmek, burada manifatura veya başka bir şeye dönüştükten sonra tekrar Türkistan veya Güney Kafkasya’ya, bazen de daha uzaklara (İran, Afganistan, vb.) geri dönmek zorundadır. Araçların ve insan enerçisinin ekonomik kullanımı açısından tam tersi bir yöntem, diğer bir deyişle, hammaddeyi kendi vatanında, yani sömürge ve yarı sömürge ülkelerde gerekli tüketim mallarına dönüştürmek, daha doğru bir hareket olacaktır. Bu ülkelerdeki üretim araçları, ki bunları metropollerden sağlamak ve yeniden orga­nize etmek mümkündür, dışında kalan tüm koşullar (ham­madde, sıvı yakıt, kullanılmayan ve boşu boşuna yok olup giden insan enerjisi bunun yanısıra sömürge halklarının fabrika mallarına karşı duydukları kütlevi ihtiyaç) mevcuttur. Söz konusu mallar, yalnız bundan sonra ihtiyaca göre yurt dışı yolculuklanna artık doğal biçimlerinde değil, medeni mallara dönüşmüş olarak ve oralardan gelecek olan tüketici talepleri ile orantılı olarak gönderilecektir.cMevcut durumun ve mevcut yapının (yani dünyanın ekonomik düzeninde görülen irrasyonalliğin ve bundan ileri gelen sosyal sapmaların - adaletsizliklerin) sürekli ve düzenli bir biçimde korunması için insan enerjisi kütlevi ve verimsiz bir şekilde harcanmaktadır. Bu husus, Batı’nm azgın militariz­minde, onun kara, deniz, ve hava kuvvetlerinin, iç ve dış koruyucu kontejyanmın akıl almaz bir şekilde artırılması ile açığa vurulmuş bir durumdadır. Batılı halklar, yalnızca her türlü ’sarı', 'siyah* ve diğer 'tehlike' ve ’panizm' lerden değil, aynı zamanda 'birbirlerinden' de korunmaktalar.d. Sömürge ve yarı sömürge ülkelerin üretim güçlerinin (yeryüzü nüfusunun büyük bir kısmı) doğal bir şekilde gelişme­sinin engellenm esiki, bu zeminde sömürge ve yarı sömürge halklar ile metropolya halkları arasında aleni bir sosyal eşitsizlik oluşmakta, bir bütün olarak çağdaş insanlığın medeni yönden gelişmesi engellenmektedir. Sömürge ülkelerdeki gerici ekonomik ve sosyal düzenlerin muhafaza edilmesi, sömürgeci Batı emperyalizmi'nın işine gelmektedir. Zira metropollerin eşkıya kültürü yalnızca bu gerilik zemini üzerinde soluk alabilir ve gelişebilir. Sömürge halklarının karanlık ve baskı içinde tutulması, kendi tarihsel gelişme süreçleri içerisinde insanlığın başına hapishane gardiyanı kesilmiş olan batılı halklar ıçiıı gerçek ve yaşamsal bir ihtiyaçtır. Metropolya halk­ları ve onlar tarafından sömürülmekte olan sömürge halkları arasında görülen sosyal eşitsizliğin nedeni burada saklıdır. Metropolya halklan, her türlü medeniyet nimetlerinden, tekno­loji ve bilimden yararlandıkları halde, sömürge halklarının ana kitlesi, yarı aç ve dilenci hayatı içinde sürünmektedirler.Bir tarafta çelik ve granitten yapılmış gökdelenler, diğer tarafta miskin ve izbe barakalar... Bir tarafta otomobil, tram­vay, otobüs, tren, buharlı gemiler ve uçaklar... Diğer tarafta tembel kısraklar, Nuh zamanından kalma kağnılar ve arabalar... Bir tarafta elektirikli sabanlar, traktörler, buharlı değirmenler, sulama sistemleri, yapay gübreler... Diğer tarafta kara saban, kürek, kazma, ve tırmık... Bir tarafta elektrik, telefon, telgraf ve radyo... Diğer tarafta kara çıra, gaz lambası ve artı tüm diğer şeylerin yokluğu... Bir tarafta güzel sanatlar, edebiyat, oyunlar, ve kahkahalar...Diğer tarafta umutsuzluk ve karanlık, sürekli acılar ve gözyaşları.. Bir tarafta tokluk, güven ve her yönüyle teminat altına alınmış bir yaşam... Diğer tarafta açlık, soğuk, sefalet, ölüm ve yozlaşma!... Bu duruma hak verebilir miyiz? Bütün bunları normal bir durum ve normal bir düzen olarak kabul edebilir miyiz? Hayır ve yine Hayır!.. Bu durum, hangi ahlak öğretisi açısından bakılırsa bakılsın, en büyük sosyal sapmanın ve dünya çapındaki sosyal adalet­sizliğin ifadesidir!
·
176 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.