Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

3. Metropollerin Ulusal kültürlerin Bütünleşme eğilimi Burada özellikle bir soruya cevap vermeden geçecek olursak, metropollerin kültürüne ilişkin yapmakta olduğumuz analiz, yarım kalacaktır: Metropolya halklarının kültürü nereye yönelmiştir?.. Ve neye dönüşmek yolundadır?.. Bu sorular, söz konusu kültürün gelişme dinamiği ile sıkı sıkıya ilişkili olup, onun en karakteristik ve önemli özelliklerini, ki bunlar yakın döneme yönelik olarak dünyanın gelişme perspektiflerine açıklık kazandırmaktadır, birini ortaya çıkarmaktadır. Biz, bu özelliği bütünleşme, diğer bir deyişle, metropolya halklarının ulusal ve maddi kültürlerinin merkezileşmiş bir şekilde bütün­leşmesi olarak tespit etmekteyiz.Böyle bir eğilim var mı? Evet vardır. Yani emperyalist savaş, savaş sonrasında da Rusya ve diğer ülkelerde yaşanan devrimsel depremler, “muzaffer” ülkelerin değişik grupları arasında günümüzde görülmekte olan “diplomasi” mücadelesi, batılı halkların değişik siyasi partilerinin sergiledikleri harıl harıl çalışmalar... Tüm bunlar, söz konusu eğilimin muhtelif şekillerde açığa vurulmasından başka bir şey değildir. Bu eğilim, şu iki çelişkinin baskısı altında cereyan etmektedir: 1. Metropolya halklarının mevcut maddi kültür yapısının (ulusal paraçalara bölünmüş olan özel mülkiyeti veya anarşist kapitalizm) özüne ters düşmektedir. 2. Bununla bağlantılı olarak, sömürgelerde metropollerin zulmünden kurtularak sosyal özgürlüğe ve ulusal kurtuluşlara kavuşma koşullarının oluşması, diğer bir deyişle sömürgelerin ulusal kurtuluş hareketleri güç kazanmaktadır.Birinci çelişkiyi ele alalım. Bunun cn somut ifadesi nedir?.. Şöyle açıklayabiliriz: Mevcut düzen, metropolya halklarının maddi kültür esaslarının mevcut yapısı, ileride onlara sömürge halklarını düzenli biçimde: cezasız, belasız ve tam anlamıyla istismar etme imkanı vermeyecektir. Metro­polya halklarının maddi ihtiyaçlan, bu halkların maddi kültü­rünün mevcut yapısını aşmış durumdadır. Köleleştirilmiş insanlığın can damarlarının herkes tarafından ayrı ayrı ortak bir plan ve merkezi bir irade olmaksızın sömürülmesi, verimlilik açisindan istedikleri etkinliği yaratamamakta, beklenilen azami sonucu verememesinin yanısıra, soyguncularının isteklerinin aksine çeşit çeşit sürprizi de beraberinde getirmektedir. Görülüyor ki, sömürgeler ile yan sömürgelerin ve insanlığın geriye kalan kısmının mevcut sömürülme sistemi, onlann bedenlerindeki kanın devinimini tamamen durdurmak için yeterli değildir. Onlar, yaşamsal yeteneklerini muhafaza edebilir... Yaşayabilir, soluyabilir ve zaman zaman bu istis­marcılar, başkalarının mallarını bölüşmek için kendi aralannda kavgaya tutuştuklannda, onlara karşı ayaklanabilirler. Fakat... Batılı halklar, sömürge halklarının bu tür hareketlerine göz yumma gibi bir ’lüks'e izin verebilirler mi?.. Elbetteki hayır. İsteseler de istemeseler de, kendi maddi kültürlerinin iç yapısının değiştirilmesi: yeni, daha ileri, daha düzenli ve mükemmel bir ekonomik yapının oluşturulması, ekonomik gündemlerini işgal etmektedir... Ve başka türlüsü de olamaz. İçinde bulunduğumuz ve artık geçmekte olan dönemde, metropolya halklarının maddi kültürünün iç yapısının özelliği nedir?,. Bu özellik, iki temel üzerinde bina edilmiştir: Ulusların kendi içlerinde özel mülkiyet ve uluslar arasında özel mülkiyet. Diğer bir deyişle, üretim araçlan ve elde edilen zen­ginlikler, ister ulus içersinde, ister değişik uluslann arasında, göreceli olarak dağınık durumdadır.Birinci hususu, ulusun kendi içindeki mülkiyet olgusunu ele alalım: Bu husus, batılı halklann maddi kültürünün gelişme süreci içinde hangi sonuçları vermektedir?.. Bunlardan birin­cisi, mülkiyet sahipleri- yani kapitalistler ve onlann oluştur­dukları gruplar (tröstler, sendikalar, karteller vb.) - bazı durumlarda ise değişik sanayi dallan arasında yaşanan rekabettir, Bunlar, kazanç ve daha büyük karlar peşinde koşarak birbirleri ile mücadele ediyorlar ve enerjilerinin büyük bir kısmı, bu mücadeleye harcanıyor. Doğrudur... Söz konusu rekabet, özel mülkiyete dayalı kapitalizmin tek ve zaruri ilkesidir. Sermayenin birikimi ve merkezileştirilmesi açısından ilerici bir rol oynamaktadır. Fakat, toplumsal çapta ve bağımsızlığa kavuşmak için can atmakta olan sömürgelerin var olduğu bir ortamda, böylesi bir rekabet, metropollerin istismar yeteneğini azaltmakta olan bir faktördür. Örneğin, herhangi bir İngiliz, bir İngiliz kapitalist kuruluşu ile iş yapmak için Hindistan'a gidecekse, kendi sermayesinin bir kısmını benzeri bir İngiliz kuruluşu ile mücadele etmeye harcamak, güç ve imkanlarının bir kısmını bu yolda kaybetmek zorundadır. İngiliz sermayesinin Hindistan’daki soygun düzeni, ulusal düzeyde bir merkezileşme ve işbirliğinin olmayışı yüzünden, merkezileşme durumunun sağlayabileceği sonuç ve verim­liliğin tamamını yüzde yüz olarak temin edememektedir. Özel mülkiyet ilkesi, metropollerin gücü açısından diğer bir olum­suz faktörü, ulusun kendi içindeki sınıflararası eşitsizlikten doğan sınıf mücadelesini de beraberinde getirmektedir.Sınıfların mücadelesi ortamında, Avrupa’da mevcut olan başlıca sınıfların ideolojisini yansıtan üç siyasi akım oluşmuş­tur: Büyük burjuvazinin siyasi ideolojisi olan konservatizm... Orta ve küçük burjuvazinin siyasi ideolojisi olan liberalizm... ve işçi sınıfının ideolojisi olan sosyalizm. Bu sınıfların kendi aralarında verdikleri mücadele, ki fiilen ve belli ölçülerde siyasi iktidan ele geçirme isteklerini yansıtmaktadır, bazı durumlarda metropollerin sömürgelere yönelik baskı gücünü zayıflatacaktır. Bu noktada, Rusya’nın 1904 yılında Rus Japon savaşında yenilgiye uğramasını ömek gösterebiliriz. Bu dönemde, Rusya içinde yeterince açık görünen bir sınıf mücadelesi yaşanmış... Liberal Rus ticaret- sanayi buıjuvazisi, feodal toprak burjuvazisine yönelik birtakım talepler ileri sürmüştü. Rus işçi sınıfı da, bunların her ikisine yönelik siyasi taleplerle ayaklanmıştı. Bu durum, Rusların savaş alanlannda yenilmelerinin başlıca nedenini oluşturmuştu. Bu örneğin tersini kanıtlayan diğer bir örnek olarak da, Türkiye’nin uluslararası emperyalist çeteler üzerinde 1922 yılında muzaffer oluşunu gösterebiliriz. Ki bu zaferin esasen bir nedeni vardı: Bu dönemde ayaklanmış olan Kemalist Türkiye, ulusal bağım­sızlık tutkusuyla birlik olan Türk ulusu’nun tüm sınıflarının oluşturduğu bir bütündü. Düşman cephe ise ulusal ve sınıf çelişkilerinin fokurdatmakta olduğu bir volkandı.Biz burada bir hususu tespit etmek zorundayız: Çağdaş koşullar içersinde metropollerde sürdürülen sınıflar mücadelesi ve bunun gelişmesi, yine de batı hegemonyasının ilerlemesini engelleyici faktördür! Yukarıda hatırlatmış olduğumuz ikinci husus: metropolya halkları arasında özel mülkiyet, diğer bir deyişle bunların ulusal rekabeti ve bu uluslar arasında müca­deleyi tahrik eden maddi kültürlerinde görülen bölünmüşlük de böyle bir faktördür. Bu faktörün varoluşu, dünyanın efendileri olarak metropolya halklarının durumlarını zorlaştırmakta, onların sömürgelere karşı ortaklaşa uygulamakta oldukları baskıları zayıflatmakta, sömürgelere manevra ve belli bir hareket imkanı sağlamaktadır. Türkiye’nin bağımsızlığının muhafaza edilişi, Afganistan’ın bağımsızlığının ihya edilişi, Mısır’da bağımsızlık eğilimi belirtilerinin artışı nasıl mümkün olabilmiştir?... Hindistan'da, Marakeş’te, Çin’de ve buna benzer yerlerde ulusal kurtuluş hareketlerinin güç kazanması hangi zeminde gerçekleşebilmiştir?.. Polonya gibi bazı eski ülkelerin yeniden ihya olması: Çekoslovakya, Litvanya, Letonya, Estonya ve İrlanda'nın kurulabilmeleri nasıl gerçekleşebilmiştir?.. Nihayet Rusya'daki Rus olmayan ulusların ulusal kurtuluş hareketlerinin ivme kazanması hangi zeminde gerçekleşmektedir?.. Tüm bunlar, aslında metropol­lerin madde kültürlerinin bölünmüşlüğü sayesinde mümkün olabilmiştir. Metropolya halklarının kendi aralarında birincilik ve dünya hegemonyası uğrunda kavgaları, sömürgelere karşı uyguladıkları baskıların gevşemesine neden olmakta ve bu sonuncuların siyasi bağımsızlık mücadeleleri için imkan sağlamaktadır. İkinci çelişkiye, sömürge ve yarı sömürgelerin kurtuluş mücadelelerine gelelim... Böyle bir hareket gerçekten var mı? Eğer var ise gerçektende gelişiyor ve büyüyor mu? Bu sorulara gerçeklerin dili ile cevap verelim:Japonya: Yarım asır önce Japonya, fazla büyük olmayan yarı sömürge bir ülke idi Uluslararsı politikalara karışmayı hayal bile edemezdi. Fakat bir kez uyanmaya başlaması, Asyalı halkların korkulu düşü olmaya, Avrupa'nın Jandarması ve azılı feodal emperyalist olan Rusya’yı tuzla buz etmeye yetti ve arttı bile!.. Aradan 10 yıl bile geçmemiştir ki, Japonya, Rusya’dan sonra diğer bir Avrupah emperyalist devletin Almanya’nın ezilmesine iştirak ediyor. Uzun süreli mi, değil mi?. Şimdilik Almanya rayından çıkartılmıştır. Japonya ise İngiltere'ye karşı, Fransa, Çin ve Rusya'yı da içine alan bir blok oluşturmaktadır. Eğer bu niyetleri gerçekleşirse, yarın deniz ötesi devleti ABD'ye karşı bloka da iştirak edecektir. Japon halkının gele­ceği, yerleşim için Sibirya kapılarının açılması, Japon sanayi ve ticaret sermayesinin faaliyetleri için Çin ve diğer ülkelerin kapılarının açılmasını zorunlu kılmaktadır, Avrupalı emper­yalist devletlerin parça parça edilerek ezilmeleri, Japonya’nın çıkarlarına uygun düşmektedir.Türkiye: Bu ülkede olup bitenler, çilekeş Türk Ulusu’nun en azılı düşmanlarınca dahi yakından bilinmektedir. Bu ülkede yeni baştan sağlıklı bir ulusal canlanma süreci yaşanmaktadır. Bu sürece inanmayanlar veya kuşku ile bakanlar, sonuçlarını kendi içlerinde denemiş oldular. Türkiye'nin ulusal kalkın­masına gönül vermiş olan Türk işçi ve köylülerinin, ilerici Türk aydınlarının süngüleri, gereken kişilere gereken derslerini vererek nasıl düşünmek gerektiğini öğrettiler. Eğer 400 yıl önce Rus Çarlan, Kazan'ı, Kuzey Türklüğünün bu kalesini düşürmeyi ve yalnız Tatar savaşçılarının üzerinden geçerek Doğuya ilerlemeyi başarmışlarsa, bugün için de Batı Avrupalı emperyalistler yine Doğuya doğru kendilerine yol açabilmek için Güney Türklerini- Osmanlıları yenmek zorundalar. Batılı halkların doğuya yayılmaları öncesinde, Türkiye, onların çılgınca saldırılarına maruz kalmadı mı? Batılı halklar, Asya ve Afrika'daki durumu gerçek anlamda kontrol altına alabilmek için Türk- Osmanlı savaşçılarının cesetleri üzerinden geçmek zorundalar. Kazan’ın Rus saldırıları karşısında düşüşü de bir gün içersinde gerçekleşmiş değildir. Ruslar, buraya onlarca kez saldırdılar. Tataristan’ın işgaline kadar, dönemin iki kuzeyli devi; Moskova ile Kazan arasındaki mücadele, on yıllar boyunca sürüp gitti. Bu zaferi sağlama almak, galip taraf için pek kolay olmadı. Yenilenler ile yenenler arasında acımasız katliamlar ve kıyımlarla dolu bir gerilla savaşı, on yıllarca devam etti. Bundan sonra, yenilenlerin azimleri kırıldı. Türkleri zayıflatmak; Balkanları, Mısır'ı, Arabistan'ı, Mezopo­tamya'yı Türklerin ellerinden almak için mücadele vermek zorunda kaldı. Avrupalı hükümdarlara Türkiye'yi sindirmek nasip olmadı. Olmayacaktır da. Türkiye yaşıyor ve yaşaya­caktır. Türkiye yalnızca kendisi yaşamakla yetinmeyecek ve Avrupa tarafından zorla kopartılmış olan kendi eski parçalarına ve geri kalan tüm Orta Doğu'ya da hayat verecektir.Çin: Dünya üzerindeki eski halkların en eskisi olan Çin Halkı, uzun süre uyudu. Fakat sonunda gözlerini açtı. Şimdilerde uyanmak üzeredir. Asırlık uykusundan uyanıyor. Şimdilik yatağında uzanmış haldedir ve uyuşmuş olan eklem­lerini doğrultmakla meşguldür.. Ama yakında ayağa kalkacaktır. Artık hiç kimse onu yatakta tutamaz. Son yıllar içersinde olup bitenler, bu halkın canlanmakta olduğunu göstermektedir. Çin Halkı, 1911 Devrimini yapabildi. Bir dev­rim daha yapabilir. Çin'in bölük pörçük olan parçalan, bu devrim sonrasında öylesine çelik bir yumruk haline dönüş­müştür ki, Batılı halklar bu yumruğu yedikten sonra kendilerine çok zor gelirler. Çin’de periyodik olarak görülen iç savaş patlamaları, 400 milyonluk Çin halkının vereceği büyük konserin sadece uvertür kısmıdır. Çin halkı’nın bu kanlı iç savaşında on binler, hatta yüz binler ölebilir. Fakat bu kurban verişler kaçınılmazdır, ve verilen kurbanlar boşuna verilmiş olmayacaktır. Çin’de iç savaşlar, Çin halkı’nın bütünleşme sürecinin bir ifadesidir. Bu sürecin tamamlanabilmesi için bir kaç on yıl daha geçecektir.Hindistan: Hindistan da uyanmaktadır. Hindistan’ıncanlanma süreci, Çin’e kıyasla daha sancılı yaşanmaktadır ve bu anlaşılabilir bir durumdur. Hindistan Avrupalı eşkiyalar arasında en güçlü olanın-îngiltere’nin- sömürgesidir. Fakat bu eski deniz korsanı her ne kadar korkunç olursa olsun. Hindistan'ın kurtuluş hareketinin karşısında dayanamayacaktır, İngiltere: baskı, satınalma, provokasyon ve diplomatikcambazlıklar ile Hindistan’ın kurtuluş sürecini belki bir parça geciktirebilir, ama asla durduramaz. Hindistan’ın kurtuluş hareketi dalgalı bir seyir sergilemektedir. Devrimsel gerilimin yükselişi, zaman zaman yerini inişlere terk etmektedir. Fakat bir husus gayet iyi bilinmektedir. Hindistan halkının direni­şinde görülen bu tür geçici inişler, yalnızca bir soluk alma niteliğinde olup, daha güçlü ve daha korkunç dalgalann gelmekte olduğunu haber vermektedir. Biz, kesinlikle eminiz ki, birgün gelecek, Hindistan'ın kurtuluş hareketi, İngiltere’nin oluşturduğu her türlü yapay barajları aşacak ve tüm dünyayı - Mısır’ı, Marakeş’i ve Rusya'nın sömürgelerini de etkileyecektir. Batının zulmünden kurtuluş korosu Mısır, Marakeş ve Rusya sömürgelerinin hareketleri ile bir kat daha güç kazanmaktadır. Ve bu hareketler Çin, Hindistan ve Türkiye gibi ülkelerin kurtuluş hareketlerinden hiçbir şekilde farklı değillerdir. Bu hareketlerin tümü de emperyalizmden, daha doğru bir deyişle batılı halkların egemenliğinden kurtuluş sloganı altında yürü­tülmektedir. Yalnızca, ülkelerin ve zamanlarının koşullarına bağlı olarak biçim ve tempo yönünden farklılık arz edebilirler. Güçlü veya zayıf... Hızlı veya yavaş... Fırtınalı veya sakin... Büyük veya küçük çaplı olabilirler.Rusya’nın sömürge halkları: Mısır, Marakeş ve Batı'nın diğer Asya ve Afrika sömürgelerinde görülen hareketler üzerinde daha ayrıntılı bir biçimde durmayacağız. Zira, bunların ana çizgileri gayet iyi bilinmektedir. Burada, Rus­ya’nın sömürge halklarının kurtuluş hareketlerini gözden geçireceğiz. Bizim tespitlerimize göre, Rusya’nın sömürge­lerinde -Türkistan, Kafkasya, Ukrayna, Belorusya'da - Türk Fin ve Moğol halklarının kurtuluş hareketleri açıkça ortadadır. Rusya’nın Japonya karşısında aldığı ve 1905 Devrimi'ne neden olan yenilgi, bu ülkenin sömürgelerinin ve ezilen halklarının ulusal bilinçlerinin uyanmasına imkan sağlamıştı. Rusyanın dünya savaşı sırasında batı ve Kafkas cephelerinde uğramış olduğu yenilgiler, 1917 Devrimi’ne neden oldu ve bu halkların kurtuluş süreçlerini hızlandırdı. Polonya, Finlandiya ve küçük Baltık devletlerinin Rusya'dan kopmaları, egemenlik hakla­rının genişletilmesi için sürekli olarak mücadele veren Tataris­tan, Başkurdistan, Kırgızistan, Orta Asya, Güney Kafkasya, Ukrayna ve Belorusya ile diğer cumhuriyetlerin, bunlarla birlikte tam 10 özerk ulusal cumhuriyetin kurulması bu görüşün en somut kanıtlandır. Pan-Rusistler ve Pan-Rusist yandaşlan, 'demokrat1 veya 'komünist' hangi maskenin arkasına saklanırsa saklansınlar, bu hareketi istedikleri kadar yok etmeye ve bölgeleri sıradan Rus eyaletleri durumuna sokmaya ve zayıflatmaya çalışsalar da, şimdilere kadar bu arzulannı gerçekleştirememişlerdir. Ulusal kurtuluş ve bağımsızlık için mücadele veren uluslann artmakta olan aktifliği karşısında, ne tür cambazlıklara başvursalar da, yine de yapamayacaklardır. Bugüne kadar her ne yapmışlar ise her şey, onlann istedik­lerinin tamamen tersine sonuçlar vermiştir. Pan-Rusistler, SSCB’nin kurulması ile fiilen tek ve bölünmez Rusya'yı yeniden ihya etmek, diğer halklann üzerinde Velikorus egemenliğini yeniden temin etmek istediler. Aradan bir yıl bile geçmemişti ki, tüm halklar, Moskova’nın Pan-Rusist merkeziyetçi eğilimleri karşısında itiraz seslerini yükselttiler. (Sovyetler Birliği Merkez idare Kurulunun son Genel Kurulu’nda Milletler Sovyeti toplantısında olduğu gibi) Moskova Türkistan'ı ekonomik ve siyasi yönden zayıflatmak için Turan halklarını muhtelif küçük kabilelere bölmektedir. Fakat en geç iki yıl içersinde, Turan’ın bu bölünmüş parçalan yeniden bütünleşme konusunu gündeme getirecek: daha güçlü, kudretli ve düzenli bir devlet kuracaklardır. Rusya bugün Moğolistan'ı, Çin’den ayırmakta ve bu ülkeyi 'ehlileştirmek' istemektedir. Moğolistan da Moskova'nın kucağına oturmanın pek aleyhinde değilmiş gibi gözüküyor. Fakat bu Moğolistan yarın kendi ayaklarının üzerinde doğrulmayı başanr da kendi Kuruldan'ını (kurultay) sağlamlaştınrsa, bu duruma ne der, orası belli değildir. Son Rusya devrimi deneyiminden hareketle bu sonuca varıyoruz ki, Rusya da iktidara hangi sınıf gelirse gelsin, bu ülkenin eski ’ihtişam’ ve 'gücü’nü hiç kimse yeniden geriye getiremez.
·
129 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.