Gönderi

25 Kasım 1947 günü piyasaya sunulan Alibaba ancak dört sayı çıkabildi. Kağıt, basım, dağıtım konusunda karşılaşılan türlü engellemeler yüzünden 16 Aralık'ta kapandı. Üstelik, Merhum Paşa’nın 26.5. 1947 tarihli sayısında yayımlanan "Mahkeme Koridorlarında" başlıklı yazıdan ötürü 'adaleti tahkir' suçlamasıyla yeni bir kovuşturma açılmış ve 14 Kasım'da tutuklama kararı verilmişti. Sabahattin Ali bunu duyunca İzmir'e doğru yolculuğa çıktı. Fakat aklanacağına inandığından geri döndü. 20 Aralık'ta tutuklandı. On bir gün Sultanahmet'te yattı. 30 Aralık'ta, ilk duruşmada aklandı. Hapisten çıktığında durumu daha da bozulmuştu. İşsizdi, yazacak yer bulamıyordu. Sıkılıyordu. Nicedir yazmayı tasarladığı Ankara romanına bir türlü başlayamıyordu. Oysa, kafasında iyice hazırladığı bir şeyi eskiden ne kadar kolay kağıda dökerdi ! Arkadaşlarından Mediha Esenel'e birkaç kez, "Ankara için kafamda müthiş bir eser hazırlanıyor," demişti. "Bu eser Ankara'nın yaman bir eleştirisi olacak. Bundan sonraki romanımın adı Ankara." Gel gelelim, ne bu romanı yazabiliyor, ne de bir iş tutabiliyordu. Tedirgin ve aylak dolaşıyordu. Öyleyken, polis peşinden ayrılmıyor, sağcı basında karalama ve saldırmalar eksik olmuyordu. Bütün bunlar namuslu kalmanın, yurdunu ve halkını sevmenin, özgürlük ve kardeşliği savunmanın karşılığıydı. "Ne Zor Şeymiş" başlıklı yazısında bu acı gerçeğe parmak basmıştı: "Bugünün itibarlı kişileri gibi, kese doldurmadık, makam peşinde koşmadık. İç ve dış bankalara para yatırmak, han, apartman sahibi olmak, sağdan soldan vurmak ve milleti kasıp kavurmak emellerine kapılmadık. Bütün kavgamızda kendimiz için hiçbir şey istemedik. Yalnız ve yalnız, bu yurdun bütün yükünü omuzlarında taşıyan milyonlarca insanın derdine derman olacak yolları araştırmak istedik. Bu ne affedilmez suçmuş meğer! Neredeyse, yoldan geçerken mide uşakları arkamızdan bağıracaklar: 'Görüyor musun şu haini ! İlle de namuslu kalmak istiyor ve ahengimizi bozuyor. .. ' Çalmadan, çırpmadan, bize ekmeğimizi verenleri aç, bizi giydirenleri donsuz bırakmadan yaşamak istemek bu kadar güç, bu kadar mihnetli, hatta bu kadar tehlikeli mi olmalı idi?" Olmamalıydı, ama oluyordu işte. Sabahattin Ali baskıdan iyice bunalmıştı. Çokça içiyor, kızı Filiz'in cüzdanındaki fotoğrafını çıkarıp öpüyor, Aziz Nesin gibi arkadaşlarının yanında bazen ağlıyordu. Ne çalışabiliyor, ne yazabiliyor, ne de yaşayabiliyordu. Dostlarından Rasih Nuri İleri’nin Nişantaşı'ndaki evinde saklanıyor, polise yakalanmamak için tebdil dolaşıyordu. Paltosunun yakasım kaldırıyor, kasketini öne eğiyor, boynuna eşarbını iyice sarıyor, öyle sokağa çıkıyordu. Boş zamanlarında durmadan okuyor, kitaplara yeşil kalemiyle notlar düşüyordu. Örneğin, Köprülüzade Mehmet Fuat'ın Divan Şiiri Antolojisi'nde ölçü ve uyak yanlışlarını bulup not etmişti günün birinde. Diğer bir özelliği de kızına, küçük Filiz'ine olan sonsuz aşkıydı. Bir gün radyoda, çocuk saatinde kızı konuşacak diye adeta yerinde oturamaz olmuştu. O körpecik sesi işitince gözlükleri buğulanmış, onları çıkarıp silerken gözlerinden yaşlar boşanmıştı. Ankara'da iken Filiz'le kırlarda dolaştığı, koşmaca ve saklambaç oynadığı günleri anıyordu. Efes harabelerini birlikte gezmişler, ona Afrodit'i, Zeus'u coşkuyla anlatmıştı. Bir gün evde daktilosunu dizlerinin üstüne koyarak yazdığı "Ayran" hikâyesini okumuştu da kızı içini çeke çeke ağlamıştı. O sıra Filiz ilkokulun dördüncü sınıfındaydı. Daha sonra babası "Çirkince", "Böbrek" vb. hikâyelerini de okumuş, ondan izlenimlerini öğrenmeye çalışmıştı. Sabahattin Ali topluluktan hoşlanan, dostlarıyla söyleşmeyi seven, yaşama bağlı, bir yerde duramayan, cıvıl cıvıl, cıva gibi bir insandı. Kafeste yaşayamazdı. Hapishanede tutsak, hareketsiz yaşamaya yaradılışı elverişli değildi. Dayanamazdı. Onun için artık buralardan gitmeliydi. Arkadaşlarıyla çıkaracakları gazete için Amerika'dan getirttikleri, fakat gümrük resmini veremedikleri baskı makinasını Ocak sonuna doğru Rüştü Diktürk'e devren satmış, borçlarını ödemişti. Elinde kalan paradan dokuz yüz lirayı da Ankara'da karısına göndermişti. Fransa'ya gitmek amacıyla ilgili yerlere başvurduysa da pasaport alamadı. Bunun üzerine, kaçmayı düşünmeye başladı. Tasarısını Rasih Nuri'ye açtı: Ona iki mektup bırakacaktı. Sının geçtiğinde, işlettiği kamyonun hesapları ve faturalarıyla birlikte mektuplardan biri Mehmet Ali Cimcoz'a verilecekti. Öbür mektup ise eşi Aliye Hanım'a iletilecekti. Rasih Nuri İleri’nin yıllarca sonra, 1978'de açıkldığına göre, plan şöyle idi: "Sabahattin Ali sının geçince Ali Ertekin'e yeşil kalemiyle imzalayacağı bir kartvizit verecekti. Ertekin ise onu berber Hasan'a verip ücretini alacaktı." Rasih Nuri imzadaki noktalamalardan sının geçip geçmediğini anlayacak ve ona göre mektupları yerlerine ulaştırıp ulaştırmama kararını verecekti. Sabahattin Ali'nin Cimcoz'lara verilmesini istediği 28 Mart 1948 tarihli mektubunda şunlar yazılıydı: "Bu mektubu aldığınız zaman ben bir müddet için ortadan yok olmuş olacağım. Herkesin beni geçen seferki gibi tebdil dolaşır bilmesi münasiptir. Bu kararı vermeden çok düşündüm. Fakat cephemi tayinde daha fazla tereddüt edemezdim. Yepyeni ve daha müspet bir hayata başlamak kararını müthiş nefis mücadelelerinden sonra verdim. Dünya'da Filiz'le Aliye'nin yanında en sevdiğim insanlar sizlersiniz. Size karşı kötü olmamak için elimden gelen her şeyi yaptım. Elimden gelmeyen için de beni affedeceğinizi umuyorum. Benden tekrar haber alacağınızı sanırım. Tekrar ve başka şartlar altında görüşeceğimize de inanıyorum. Çoktan verdiğim bu kararı tatbikte bu kadar geç kalışımın sebebi, karım, çocuğum ve sizdiniz. Fakat bu şartlar altında bu manasız hayatı devam ettirmekte mana göremedim. Hepinizin beni affetmenizi ve tekrar buluşuncaya kadar sevgi ile hatırlamanızı isterim. Şimdiye kadar kendimden başka hiç kimseye kötülük etmemem için gayret ederdim. Artık kendime de kötülük etmemek için bu kararı verdim." Epey sonra eşinin eline geçen mektubunda ise şöyle diyordu: "Sevgili karıcığım, bu mektubu aldığın zaman ben İtalya, Fransa veya Londra'da olacağım. Filiz'in okulu biter bitmez sizi yanıma aldıracağım. Mehmet Ali Aybar ve Mahmut Dikerdem sizinle ilgilenecek. Size İş Bankasında şu numaralı hesabımla para gönderiyorum. Rauf Çallılar da size matbaa parasından gönderecek. Sen benim tutumlu karıcığımsındır, idare etmeye çalışırsın. Filiz'i ve seni hasretle ve binlerce defa kucaklar, dudaklarından öperim." Aliye Hanım akıl danışmak için mektubu, Sabahattin Ali'nin arkadaşlarından Cevdet Kudret’e göstermişti. Cevdet Kudret o günkü baskı ve kuşku ortamında yanlış yorumlanacağı düşüncesiyle mektubu yok etmeyi önermişti. Bunun üzerine mektup sobada yakılmıştı.
·
77 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.