"CHOPIN'IN MATEM MARŞINI ÇALSIN ORKESTRA!""Alo, alo? Duyuyor musun?"
"Duyuyorum."
"Neyin sesi bu?"
"Yağan karın?"
"Hayır. "
"Büyüyen çiçeğin?"
"Hayır. "
Bu; açlığın, aşağılanmanın, zorbalığın, dayağın, kirin, bitin, kömür isinin, hatta ölümün sesi.
Yer Zonguldak. Ikinci Dünya Savaşı yılları. Insanların belini büken bir kabus, 'mükellefiyet' kisvesinde, zaten zor nefes alan bir halkın boğazında düğümleniyor.
28 Şubat 1940.. Milli Koruma Kanunu kapsamında çıkarılan mükellefiyet yasası.
Insanlar köylerinden, evlerinden zorla sökülüp alındılar. Su yoktu, banyo yapmak yoktu, yiyecek yoktu. Çalışamayacak duruma geldiklerinde bir eşeğe bindirip köylerine gönderilirlerdi. Onun dışında hiçbir mazeret dikkate alınmazdı. Bir yanda tarihin gizli kahramanları, çocuk işçiler, fakirlik, karaborsa, açlık ve hastalık.. Diğer yanda sözde demokrasi, özgürlük, halkçılık..
Mükellefiyet, sorumluluk. Yani? Mecburiyet. Yani? Zorla, istesen de istemesen de, dipçik gölgesinde, kömür madenlerinde, çok kötü şartlarda çalışacaksın.
Ölebilirsin, sakat kalabilirsin, onurunun içine edebilirler, şartlar berbat olabilir. Dışarıda kıyamet gibi bir savaş var, kömür üretimi durmamalı ama nasılı pek de mühim değil. Emek mi, emekçi mi..o konuya girmeye bile gerek yok.
Bu öyle bir çaresizlik ki, ocağa girmemek için sağ elinin baş parmaklarını kestirenler var. Gerisini varın siz düşünün..
Paran mı var? Işte o zaman başka. Alırsın kapı gibi bir rapor, madene bile girmezsin. Mükellef memurları bırakırlar peşini. Binlerce onurlu ama çaresiz maden işçisini, yüzlerce maden şehidini, yüreğinde dal kıpırdamadan izlersin uzaktan uzağa..
Bu kitapla 1980 TDK roman ödülünü alan İrfan Yalçın'ı bu kadar geç tanımanın hüznüyle beraber, onu anlamanın zevkini harmanladım. Duru anlatımına keskin kaleminin gölgesi düşen yazarı okurken; yer yer, halkçılık, demokratlık kavramlarını ve tarihi sorgulatan satırların arasına sıkışıp kaldım.
Ölmenin yaşamaktan daha çok arzu edildiği, umutsuz bir iklimden, yüreğinizi lime lime doğrayacak bir hikaye..