Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Mizahın İntikamı
Ömer Seyfeddin'in 1919 tarihli kısa hikâyesi “Gizli Mabed”, Avrupalıların İstanbul'daki “gerçek” Şark ile ilgili takıntılarını mizahi bir gözle ortaya koyar. Hikâyenin kahramanı, Pierre Loti değilse bile ona benzeyen biridir; hayranı oldugu yazarın İstanbul'daki hayatla ilgili kitaplarının, özellikle de Aziyade'nin etkiyi altında kalmış genç bir “Frenk”tir, İstanbul'da gördüğü modernite karşısında hayal kırıklığına uğrayan genç, bir Türk arkadaşına “hakiki” şehri tanımak için yanıp tutuştuğunu anlatarak, isteğini yerine getirmesi için yalvarır. Hikâyenin anlatıcısı olan bu Türk arkadaş onu alıp uzak bir mahallede -Loti'nin yaşadığı Eyüp'ü an.dıran bir semtte- yaşayan yaşlı sütannesinin “hakiki” evine götürüp orada bir gece geçirmesini sağlar. Pencerelerdeki ahşap kafesleri görünce heyecanlanan Fransa, buralı gibi davranmak ister, yemeğini yerde oturarak yemek için ısrar eder ve raflardaki eski elyazması kitaplara içlerinde ne yazdığını hiç merak etmeden hayran olur. Gece herkes uyurken boş bir odaya girer ve “gizli bir aile mabedi” keşfeder. Günlüğüne şöyle yazar: “Beyaz perdeler inik. Aralarından soluk bir aydınlık giriyor. (...) Köşelerde ağır, ceviz ağaçlarından yapılmış, demir çemberli mezarlar duruyor. Şüphesiz bu mezarlarda sevgili ölülerin mumyaları var. (...) Mabedin içinde manasını anlayamadığım bir nisbet dahilinde ipten birtakım dılılarla zaviyeler gerilmiş. Bu mukaddes zaviyelerin üzerinde şüphesiz ölülere ait olan birtakım relikler asıl. Kaplarda mukaddes sular duruyor. Bazısında az, bazısında taşacak derecede çok. (...) Mekke'nin, Medine'nin, kim bilir hangi meçhul, hangi mukaddes köşelerindes gelen bu esrarlı, bu mukaddes sulardan tattım. Biraz kekremsi... Kapların dibinde hafif, ama gayet hafif bir toprak tortusu var. Her kaptan içtim. Hepsinin tadı bir. Kalbim çarpmaya başladı. Memnu bir mabede girmiş bir küfürbaz, bir hain, bir kâfir heyecanıyla dışarı çıktım, Sanki bu mezarlar birdenbire açılacak, içlerinden yüzlerce sene evvel ölmüş ihtiyar Türkler kavuklarıyla, yatağanlarıyla kalkıp üzerime yürüyecekler sandım, Sanki duvarlardaki levhalar sallandı. Mukaddes kapların içi çalkalandı. Sanki o an bir deniz olacak, oralarda beni boğacaklardı. Bu mukaddes suların hiddetini, sükütunu, ulviyetini şimdi içimde duyuyor gibi oluyorum. Esrarlı, müphem bir rehavet, bir ateş damarlarıma yayılıyor. Beynimde karanlık, meçhul bir kubbenin derin akislerini işitiyorum. Öyle anlatılmaz bir heyecan duyuyorum ki...” Arkadaşı kendini tutamayıp bir kahkaha atar; “gizli mabed” aslında ihtiyar hanımın sandık odasıdır. Fransız'ın keşiflerindeki hataları düzeltir: “Bizim evlerde komodin, aynalı dolap falan yoktur. Eşyalarımız, birer sandıkta, sandıklar da bir odada durur. O mezar zannettiğin demir çemberli ceviz tabutlar, bizim çamaşır sandıklarımızdır... (..) (İpten yapılmış hendesi şekiller zannettiğinizl, yağmurlu havalarda çamaşır asmaya mahsus ip (...) Relik zannettiğiniz de kullanılmayan esvaplar... (O mukaddes sulara gelince), gece yağmur yağdı. Sütannemin sandık odası bildim bileli akar. Tavandan damlayacak yağmur suları yerleri ıslatmasın diye geceleyin Karanfil (sütannesinin halayığı) o kapları odaya sıra sıra dizmiş olmalı...” “Gülme azizim” diye cevap verir Fransız, “sizin sandık odalarınızda bile öyle esrarlı, öyle anlaşılmaz, öyle müphem, öyle dini bir hal var ki. (...) Siz körsünüz... Göremiyorsunuz, vesselam...”58
·
57 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.