Gönderi

Biz Abdülhamid devrine dönelim, bendegânın endişesi de, öfkesi de gün geçtikçe çoğala dursun, Müslüman halk, yani saray tarafından beslenmeyen, sarayı besleyen Müslüman halk, hiç de bendegân gibi düşünmüyordu... Onlar hükümdarın şahsına bağlıydılar hep. Halifeye sadakatleri sonsuzdu dünya işlerinden habersiz oldukları için, İslâm dünyasının karşı karşıya bulunduğu tehlikeleri göremiyorlardı. Tahtın babadan kalma ihtişamı, şaşaalı merasimler, Halife’nin fazilet ve azametini sergileyen Cuma ve Bayram namazları, her zamanki gibi büyülüyordu onları. Münevver Türkler, saray bendegânı, Hıristiyan Batı’nın inkâr kabul etmez üstünlüğü önünde apışıp kalmış, küçüklük duygusuna kapılmışlardı. Halk yabancıydı bu duyguya, cedlerinin gururu yaşıyordu onda. İnanıyordu ki, İslâmiyet Müslümanlara, gayrimüslim tebaaya kıyasla sonsuz bir üstünlük bahsetmiştir. Kaldı ki, yoksulluğu da, yan tutan bir basın ve yayının diline doladığı kadar ağır değildir hakikatte. İstanbullular askere alınmaz. İstanbul'da hayat kolaydır. Çünkü orada da başka büyük şehirlerde olduğu gibi, padişah hayat pahalılığını önlemeye çalışır. Taşrada ve köylerde askerlik bir felaket, ama vergiler kal-u belâdan beri hep aynı vergiler, halk bunlara alışık ve zaten çok ağır da değiller. Netice olarak, Abdülhamid'in sükûtunu hazırlayan ve önüne geçilmez hale getiren, halkın memnuniyetsizliğinden çok bendegânın endişesi olmuştur
·
4 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.