Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

128 syf.
8/10 puan verdi
·
Beğendi
·
8 günde okudu
Herkesin adını duyduğu, bildiği, hatta harita üzerinde çoğu zaman kolayca bulabildiği bir adadır Girit. Pek çoğumuz için bir Yunan adası işte. Hatta sağlıklı insanlar yaşar orada ve sağlıklı yemekler yerler. Güzel, masalsı bir diyardır. Değil mi?..... Aslında değil. Yüzyıllarca orada yaşayan Türk ve müslüman toplum 1893 yılında göçe zorlanmış. 1923 yılında Büyük Mübadele ile sonuçlanan bu göçlerin sonucunu hiç merak eden oldu mu acaba? O insanlar neler kaybettiler, nasıl karşılandılar, neler yaşadılar ve şimdi ne yapıyorlar? Bu belgesel niteliğindeki araştırma bu konuya biraz ışık tutuyor. İncelememe, bu insanlara ilişkin bir farkındalık yaratmaya çalışan aşağıdaki alıntıyı da eklemek istiyorum. -------------------------------- AKRABALARIM NEREDE? Tarsus’ta Girit Mübadilleri Ali İhsan Ökten ve İlhan Maraşlı İhsaniye: Bir Giritli Köyü Köklerinden koparılmış bir topluluk için, ortak bir belleğin önemi açıkça ortadadır. Yaşamlarını yeniden kurabilmeleri için bellek, geçmişle bir bağlantı, kültürel olarak varlığını sürdürebilmenin bir yolu, onsuz kimliklerinin kaybolacağı bir birikim haline gelir. Tarsus’un İhsaniye köyünde yaşayan Giritliler de kendi kültürlerini varlıklarını ve geçmişle bağlantılarını sürdürmek için çaba harcayanlardan. 1897 yılında başlayan Türk-Yunan savaşında Girit adasının Osmanlılardan Yunanistan'a geçmesi sonucunda Girit’de yaşayan Türk vatandaşları gemilere bindirilerek Türkiye’ye gönderilir. Zorunlu göçmen Türkleri taşıyan gemilerin Girit limanından kalkması ile birlikte aileler arasındaki parçalanma da başlar. Zira hepsi aynı gemilere binememiş veya bindirilmemiştir. Tarih, Türkiye’deki limanlara yaklaşan gemilerin aslında birçok acıyı da beraberinde getirdiğinin farkında değildir. Girit Adası'ndan gelenlerin bir kısmı Tarsus’ta geçici olarak iskan edilir. Köyde ise ilk iskan 1902 yılında Sultan Abdülhamit tarafından köyde yerleşim alanı ve evler yapıldıktan sonra gerçekleşir. Bu yüzden “İHSANİYE KÖYÜ” padişah tarafından ihsan edilmiş anlamına gelmektedir. Köy Tarsus'a uzak ve ormanlık bir arazi içindedir. Onlar için orada koyun bile melemez. Bu yüzden Giritliler bu köye “Melemez” adını verir. Köye gelenler daha çok Kandiya ve Hanya’dan gelenlerdir. Bir kısmının nüfus cüzdanında hala doğum yeri olarak Kandiya yazar. Köye göç 1912 yılına kadar devam eder. Daha sonra 1923 Lozan antlaşmasının ardından 1924 yılındaki büyük mübadele sonrası Kırcaali ve Nurcemal gemileri ile Mersin Limanından Anadolu’ya ayak basan Girit mübadillerinden Çukurova’ya gelenlerin bir kısmı da Tarsus’a yerleştirilir. Topraklarından koparılan bu insanlar Türkçe bilmedikleri için başlarda çok zorlanırlar. Köye ilk yerleşenler köy etrafında bağ dikerek yetiştirdikleri üzümlerden şarapçılık, keçi besleyerek peynircilik, zeytin ağaçları dikerek zeytincilik yaparlar. Köyde bugün bile bu işlerle uğraşmakta ve kendi kültürlerini korumaya çalışmaktalar. Yaşlılar kendi aralarında hala Giritlice konuşuyorlar. Köylerinde kendi peynirlerini yapmakta, bağ bozumunda kendi şaraplarını üretmekteler. Daha çok zeytinyağlı ve sebze üzerine olan mutfaklarındaki damak tadını korumaktalar. Köye göçün izini sürmek için gittiğimiz zamanlar büyük bir konukseverlikle bize ev sahipliği yapıyorlar. Kendi ürettikleri şarabı içerken yanında yine kendi yaptıkları peynirden koyuyorlar. Bizim için köy ekmeği yapıyorlar. Kahvede çayımızı içerken köyün geçmişini anlatıyorlar. Akrabalarını soruyoruz haberleşiyor musunuz diye. Bize soruyorlar “AKRABALARIM NEREDE?” diye. Köyde yaşayanlar Girit’te olan akrabalarından herhangi bir haber alamadıklarını ancak turistik amaçlıda olsa Girit’e gittiklerini belirtiyorlar. Evlerin duvarlarında yıpranmış da olsa akrabalarının mahzun duruşlu siyah-beyaz fotoğrafları asılı. Oradan göçün izini takip edip birkaç soru daha soruyoruz. Köyden ayrılırken hepsinin ruhunda atalarının toprakları ile ilgili bir “ruh göçü” olduğunu hissediyoruz. Söyledikleri türküler, yaptıkları yemekler, içtikleri şarap, yetiştirdikleri bitkiler, duvarlarındaki siyah-beyaz mahzun bakışlı fotoğraflar bu yaşadıkları her bir göçmenin veya mübadilin zorunlu göç yollarına düşmüş hali içimizdeki burukluğu daha da arttırıyor. Köy aslında 1902 yılında “ihsan edilmiş” farklı bir yaşam ve kültürün öyküsünü anlatıyor. Ülke toprağından bir kesit almaya kalktığınızda, her kademede bir başka uygarlığa ve birbirinden farklı yaşam biçimlerine rastlıyorsanız cevabınız her zaman net olamayabilir. İşte o noktada resmi tarih devre dışı kalır. Bu çorak günlere nasıl geldiğimizi düşünmeye ve sorularınıza cevap aramaya başlarsınız! Size bu noktada bir ipucu lazım: Göçlerin izini takip edin! Birbiri ardına sorularınızın cevaplarına rastlarsınız. Göçler yalan söylemez! Ve bu süreçte bulacağınız cevaplar bir yana, ihtimalen yaşacağınız “ruh göçü” sizde öyle bir sızı bırakır ki; üç kuşak evvelinizin anıları kah türkülerle, kah mahzun bakışlı fotoğraflarla canınızı yakar. Ve sanki her bir mübadilin, zorunlu göç yollarına yolu düşmüş herkesin acılarına ortak olursunuz. Hele aileden biri de göç yollarından nasibini almış ise, duramazsınız, yolunuz er ya da geç bu tarihin yazıldığı yerlere düşer. KAYNAKLAR: - *www. melemez.com - *Yüksel Hançerli: Giritli Mübadillerin Son Durağı: ÇUKUROVA. Hançerli Fotoğrafçılık Ltd. Şti. Yayınları:4, ADANA, 2007 - *Murat Yaykın. IMBROS: Burada Yalnız Ölüm Var. fotografya.gen.tr
Giritli Mübadillerin Son Durağı: Çukurova
Giritli Mübadillerin Son Durağı: ÇukurovaH. Yüksel Hançerli · Hançerli Yayınları · 20071 okunma
·
29 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.