Gönderi

Bilmece, bilmece, bildirmece. Babam bana tohum verdi ekmece. Talbot kitabını kapattığı gibi çantasına sokuverdi. —Hepsini dinledim mi? Diye sordu Stephen. Evet, efendim. Onda hokey var, efendim. —Yarım gün, efendim. Perşembe. —Bir bilmecem var, kim bilebilecek? Diye sordu Stephen. Hepsi, kalemleri takırdata, sayfaları haşırdata, kitaplarını toplayıp kaldırdılar. Bir araya toplaşarak çantalarının askılarını taktılar tokalarını tutturdular, hepsi birden sevinçle yaygarayı bastılar: —Bilmece mi, efendim? Bana sorun, efendim. —Ay, bana sorun, efendim. —Zor olsun, efendim. —İşte bilmece, dedi Stephen: Horoz öttü Gök maviydi: Cennetteki çanlar On ikiyi vuruyordu. Bu zavallı ruhun artık Cennete gitme vakti gelmişti. Bilin, nedir? —Nedir, efendim? —Gene, efendim. Biz işitmedik. Dizeler yinelenirken çocukların gözleri irileşti. Bir sessizlikten sonra Cochrane dedi ki: —Nedir o, efendim. Bizden pes. Stephen boğazı kaşınarak, yanıtladı. —Tilki büyükannesini bir çobanpüskülü çalısının dibine gömüyor. Stephen ayağa kalkarak asabi bir kahkaha patlatınca çocukların bağrışları hayal kırıklıklarını yankıladı. Kapıya bir değnek vurdu ve koridordaki bir ses ünledi: —Hokey! Çocuklar sıralarından yan yan çıkarak, onların üzerinden aşarak dağılıverdiler. Çabucak gitmişlerdi; malzeme odasından hokey sopalarının takımlarıyla bir ayak sesi seli ve bağırtı yaygarası taşmaktaydı.
Sayfa 102
·
3 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.