Öncelikle eserin okumaktan keyif aldığım, oldukça akıcı bir kitap olduğunu belirtmek
istiyorum. Esasen konuşmaların yazıya dökülmesiyle oluşan kitaplar okuma zevki
bakımından yazı eserlerinden biraz geride kalabiliyor. Ama Yavuz Bülent Bakiler’in temiz
Türkçesi bahsettiğim bu eksikliği hissettirmedi.
Kitapta anadilin doğru kullanımının önemi üzerinde etkileyici bir dille duruluyor. Bu bir
Türkçe dersi tadında yapılmıyor. Bazen herkesin bildiği anlatım bozukluklarına dikkat
çekilirken bazen günlük kullanımda oldukça yer etmiş ama büyük hatalar barındıran
kelimelerden ve kelime gruplarından bahsediliyor. Bu eleştiriler yapılırken siyasi, edebi,
tarihi, toplumsal birçok önemli noktaya ışık tutuluyor.
Dilde sadeleşme hareketiyle meşhur tasfiyecilerin özellikle Arapça ve Farsçadan
dilimize geçen ve artık Türkçeleşmiş olan kelimeleri atarak yerine koymaya çalıştıkları
uyduruk kelimelerin dilin ruhundan ve doğallığından aldıklarına, söyleyiş güzelliğini
bozduğuna, diğer Türki milletlerle ortak dil bağımızı zedelediğine ve bizi milli açıdan
zayıflattığına dikkat çekiliyor. Kaldı ki bir kelimeyi değiştirmek sadece o kelime ile sınırlı
kalmıyor. O kelimenin içinde olduğu onlarca atasözü ve deyimin de anlaşılamaması, bir
kültür birikiminin çöpe atılması, ciddi bir fakirleşme anlamına geliyor. Dilin fakirleşmesi
kelimelerle düşünen insanın düşüncesinin de fakirleşmesini beraberinde getiriyor. Üstelik
çıkarılan bunca Türkçeleşmiş kelime yerine de Öz Türkçe bir kelime değil; İngilizce,
Fransızca, İtalyanca gibi dillerden kelimeler öneriliyor. Bunu da bir özentilik, Batı kompleksi,
modernleşme budalalığı olarak yorumlanıyor.
Kültürün iki temel öğesi: Din ve dil. Bunlardan birinin tahrifi bir halka yapılabilecek en
büyük kötülük. Maalesef bizde ikisiyle de oynandığı söylenebilir. Rusya’nın bölgedeki her
Türki cumhuriyette ayrı bir alfabe kullandırtması, dille oynayarak her türlü milli bağı
koparmaya çalışması, hatta Türkmenistan’da üç ilim adamının sırf Dede Korkut’a dair
çalışmalar yapmaları sebebiyle görevden ihraç edilip ağır hapis cezalarına çarptırılmaları,
atların milli duyguları harekete geçirmesi sebebiyle katledilmesi ibretamiz örneklerdi.
Ama bunlardan daha acısı bu oyunların bu milletin insaları eliyle ve bu devletin resmi
TV kanalları ve gazeteleri aracılığıyla yapılması… Dönemin bazı TV programlarında kurulan
cümlelerden, gazete ve dergi yazılarında geçen tabirlerden örnekler veriliyor. Bu örnekler
yeterince üzücüyken dönemin Eskişehir Belediyesince yürütülen sokak ve cadde isimlerinin
değiştirilmesi ise kan ağlatıyor. Bu proje bugün bir İsrailleştirme projesi olarak Filistin’de
uygulanıyor. Korkunç bir şey… Ama en azından Filistin’de bunu yapanlar açıkça düşman,
işgalci. Bizde ise bunu bu milletin insanı yapmış. Üstüne üstlük buna karşı çıkması sebebiyle
yazar mahkemelik oluyor ve üniversite öğrencilerinden yığınla tepki mektubu alıyor.
Yazar bazı karşılaştırmalar yapıyor. Bizim dil konusundaki zayıflığımızı az okumaya
bağlıyor. Ayrıca bazı isimler zikrediliyor kitapta: Süleyman Nazif, Semiha Ayverdi, Yahya
Kemal, A. Hamdi Tanpınar, Munis Faik Ozansoy gibi… Bu isimlerden örnekler vererek dil
zevkine varabilmek bir okuma yönlendirmesinde bulunuyor denebilir.
Kitabı okuduktan sonra konuşurken, yazarken -hatta buna Whatsapp yazışmaları da
dahil- sürekli bir kontrol ihtiyacı hissetmeye başladım. Büyük Türkçe Sözlüğü’nü düzenli bir
şekilde okumaya karar verdim. Konuşma ve yazmada daha temiz, daha beliğ bir dil
kullanabilmek için biraz daha edebi eser okumaya yöneldim. Şaka için dahi olsa dilde
herhangi bir bozukluğa mahal vermemeye gayret etmeye başladım. Hasılı kitap bende yer
etti, etkiledi, farkındalık kazandırdı.
Cemil Meriç'in de deyimiyle kamusu namus bilip özümüze sözümüze sahip çıkmak temennisiyle...