Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

157 syf.
8/10 puan verdi
Sabitfikir’in internet sitesinde Necip Tosun’un kitapla ilgili çok güzel bir inceleme yazısı var. Oradan bir alıntıyla başlayayım: “Carson McCullers öykülerinde serinkanlı anlatım ile derinlik peşindedir. Onun öykülerinde biçim tıpkı hayat gibidir. Yazar, yansıttığı dünyada tarafsız ve geri plandadır. O sadece bize aktaracağı hayatları “seçer”. Onun dışında anlatıma müdahil değildir. Anlatacağı şeyi kesip biçmez, yerlerini değiştirmez. Bu hâliyle de inandırıcılığı yüksektir. Okur öykünün dünyasına hemen giriverir. Akışkanlık ve ritim hayatta olduğu gibidir ve diyaloglara yaslıdır. Etkinin maksimize edilmesi ya da çarpıcılık amaç değildir. Zaman, içinde bulunulan andır ve dümdüz bir çizgidir. Bölümleme, kesme, parçalama yoktur. Resimlerin, görüntülerin, konuşmaların sıralanışı doğaldır. Kimi öykülerinde de son büsbütün önemini yitirir. Bir merak ve gerilim unsuruna yaslanmadığı için okurun bir son beklentisi yoktur. Okur bundan sonrasını merak etmez. Anlatımın ritmi “son” beklentisini gereksiz kılar. Okur her şeyin yukarıda anlatıldığı gibi süreceğini bilir.” Carson McCullers’ın ismini ilk kez Notos’un 71. sayısında duyup aklıma not etmiştim. Derginin o sayısı Edebiyat ve Müzik konulu bir sayıydı ve bu kitabı okurken de müziğin yazar için ayrı bir yeri ve önemi olduğunu hissediyorsunuz: “Başka bir parça başladı. Neydi bu müzik? Bir yere koyamadığı, bildik, yüreğinde uzun süre sinmiş kalmış duru bir ezgi. Ona başka bir zamanı, başka bir yeri anlatıyordu şimdi. Tatlı ezgi bir anılar bozkırını çağrıştırdı. Ferris geçmiş özlemlerin, iç çatışmalarının, kararsız arzuların keşmekeşinde bocaladı. Tuhaftı, bu patırtılı kargaşayı hızlanıran müzik aslında öylesine huzur verici ve duruydu ki.” s.129, “Konuk” adlı öyküden. Yazar zaten beş yaşından beri piyano dersleri almış ve kitabın diğer öykülerinde de müziğe bolca yer verilmiş. Müzik benim de hayatımda; bir şeyleri anlamlandırmada, duyguları yoğunlaştırmada ve anıları çağırmada en önemli rabıtalardan biri olduğu için keyifle okudum. Öyküler genel olarak “sevgi” ve “yalnızlık” temaları üzerine kurulu. Yine kitabın arka kapağından bir alıntı yapacak olursam: “Yazar, kitapta daha önceki romanlarının ortak teması olan “sevgi felsefesi”ni daha da geliştirerek sevginin doğasına ilişkin gerçek bir kurama dönüştürür.” Alıntıda bahsedilen sevgi kuramını, kitaba adını veren ilk öykü olan Küskün Kahvenin Türküsü’nde okuduğumda çok beğenip not etmiştim. Yazımı o pasajla bitireceğim. Kitapla ilgili düşüncelerimi toparlayacak olursam, çok fazla öykü okuyan ve seven biri olmamama rağmen beğeniyle okuyup bitirdim. Kitapta toplam yedi öykü var, biri dışında hepsine tam puan verdim. Anlatımı abartısız, içten ve ustacaydı. Karmaşık duygu durumları çok yalın ifadelerle somutlaştırıp yazıya dökmüş. Öyküleri okurken çocukluğumda okuduğum hikaye kitaplarına gittim, onları okurken de anlatılanları zihnimde nasıl kolayca görselleştirebildiğimi, hikayelere nasıl dahil olduğumu hatırladım. Özetle kitabı çok sevdim. En kısa zamanda yazarın Yalnız Bir Avcıdır Yürek adlı romanını da okuyacağım. “Her şeyden önce, sevgi iki kişi arasındaki ortak bir yaşantıdır. Ama ortak bir yaşantı olması, ikisi için de benzer bir yaşantı olduğu anlamına gelmez. Bir seven vardır, bir de sevilen. Ama bunlar başka başka beldelerin insanlarıdır. Sevilen çoğu zaman sevenin içinde uzun zamandır saklı duran sevgi için yalnızca bir uyarıcıdır. Her nasılsa, seven de bilir bunu. Ruhunda sevgisini eşsiz bir duygu olarak algılar. Tuhaf, yeni bir yalnızlık duymaya başlar. Ona acı veren de bu duygudur işte. Bu yüzden, sevgisini elinden geldiğince içinde barındırmalı, kendisine yepyeni bir iç dünya yaratmalıdır. Kendisiyle bütünleşen, yoğun, tuhaf bir dünya… Şunu da ekleyelim: Söz ettiğimiz bu seven kişinin nişan yüzüğü almak için para biriktiren bir delikanlı olması gerekmez. Seven kişi erkek, kadın, çocuk ya da yeryüzünde yaşayan herhangi bir insanoğlu olabilir. Sevilen de her türlü tanımlanabilir. En olağandışı kişiler bile sevgi için bir uyarıcı olabilir. Eli ayağı tutmayan bir büyük-büyükbaba yirmi yıl önce bir gün öğleden sonra Cheehaw sokaklarında gördüğü tuhaf bir kızı hâlâ seviyor olabilir. Bir rahip, kötü yola düşmüş bir kadını sevebilir. Sevilen, düzenbaz, saçı başı pislik içinde, hatta kötü alışkanlıklar edinmiş birisi olabilir. Evet, seven de herkes kadar görebilir bunu; ama sevgisinin gelişimini zerre kadar etkilemez bu. En sıradan birisi coşkun, ateşli ve bataklıktaki zehirli zambaklar kadar güzel bir sevginin nesnesi olabilir. İyi yürekli birisi gerek amansız gerek rezilce bir sevgiyi uyarabilir. Abuk sabuk konuşan bir deli birisinin yüreğinde yalın, duygulu bir şiir yaratabilir. Demek ki, sevginin değerini, özgünlüğünü yalnızca seven belirler. İşte bunun içindir ki çoğumuz sevilmektense sevmeyi yeğleriz. Hemen herkes seven durumunda olmayı ister. Derin bir gizeme dayanan acı gerçek ise, sevilmenin çoğu kişi için katlanılmaz bir durum olduğudur. Sevilen korkar, nefret eder sevenden. Üstelik haklıdır da, çünkü seven sevdiğini durmadan çırılçıplak soymaya çalışır. Seven, sevdiğiyle ilişki kurmaya can atar, bu ilişki ona yalnızca acı bile verse.” s.32 Yazının başına eklediğim alıntının olduğu yazı: sabitfikir.com/dosyalar/ca...
Küskün Kahvenin Türküsü
Küskün Kahvenin TürküsüCarson McCullers · İş Bankası Kültür Yayınları · 20221,303 okunma
·
126 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.