Hükümete, Amerikalıya, Nato'ya, gözünün üstünde kaşın var demek yoktu. Dedin mi, bu memlekette gazeteci kim vurduya
da getirilirdi, karakolda da dövülürdü, eline kelepçe de vurulurdu, koyun makasiyle saçları da kırkılırdı; hapisaneler dolup
taşıyorsa, onlar için özel hapisane de yaptırılırdı. Çağdaş Yedi
Sekiz Hasan Paşa'mız Gedik, kestirip atmıştı: "Kişisel hürriyet,
genel emniyet ve huzurun sınırında biter!" Bu "özdeyiş" şöyle de
söylenebilirdi: "Gazetecinin tutuklanması için, sayın Başvekil'in
rüyasına girmesi yeter!"
Türkiye'yi bu haliyle ne Anadolu'nun anası tanıyabilirdi, ne de
Anıt Kabir'de yatan Ata'sı tanıyabilirdi artık. "Küçük Amerika",
"Tekelonya Cumhuriyeti", "Zamistan", "Yokistan" gibi isimlerin
hiç de allegorik yanı kalmamıştı. Bunlara bir de "Yasakistan"ı,
"Copistan"ı eklemek gerekiyordu.