Bil ki, şöhret arayanlar, yükselmek ve yücelmek isterler. Halbuki hakikî yükseklik ve yücelik yüksek ve yüce olan Allah teâlâ'ya intisap etmek, imanla O'na bağlanmak ve O'nunla Rab ve kul münasebetini kurmaktadır. Bunu yapmak öyle bir yükseliştir ki, ondan sonra alçalmak ve düşmek yoktur; öyle bir şereftir ki, ondan sonra zillet yoktur; öyle bir zenginliktir ki, ondan sonra fakirlik yoktur; öyle bir var oluştur ki, ondan sonra yok olmak yoktur ve öyle bir lezzettir ki, onu acılaştıran bir şey yoktur. Bu böyle olduğu için, kulun istemesi ve talip olması gereken şöhret, kendi varlığıyla meşhur olmak değil, Allah teâlâ'ya kul olmakla meşhur olmaktır. Bâki ve kalıcı olan şöhret budur. Önceki şöhret ise pek çok sorunları ve sıkıntıları bulunmasının yanında, süratle geçici ve çabuk uçucudur. Bu sebeple, bunu hayatın gayesi hâline getirmek ve onu elde etmeyi başarı ve kemâl (üstünlük) zannetmek yanlıştır. Hz. İbrahim aleyhisselâmın parlayan yıldızlara karşı söylediği gibi, geçici ve batıcı olan şeyler ne kadar parlak, çekici ve cerbezeli olurlarsa olsunlar, kalbin rabtine, ilgi ve muhabbetine lâyık değildirler. Çünkü yok olmak her türlü büyüklüğü sınırlayan, her türlü güzelliği çirkinleştiren, her türlü lezzeti bulandıran ve her türlü sevinci acılaştıran bir kusurdur. Bir şâir şöyle demiştir:
Bilir misin, en büyük hüzün nerdedir?
Geçici olduğu bilinen sevinçtedir.