Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

68 syf.
8/10 puan verdi
“Aura” gotik fantastik kategorisine sokabileceğimiz kısa bir roman. 1960’lı yıllarda Mexico City’de geçen bu hikâye yazarın en iyi kitaplarından olup, büyülü gerçekçiliğin izlerinin en fazla hissedildiği eserler arasında ön sırada geliyor. Büyülü gerçekçiliğin etkisi altında gotik ve fantastik elementlerin birleşmesiyle nasıl bir şey ortaya çıkmış diye merak ediyorsanız bir saatinizi ayırmanızı tavsiye ederim. “Aura” hiç şüphesiz şu ana kadar okuduğum eserler arasında benim için en sembolik ve metaforik olanı. Bütün eleştiri ekolleriyle çok derinlemesine tartışılabilecek bir eser gerçekten. Ancak kitabı okurken şunu da fark ettim ki Meksika kültürünü biraz bilmeden bu eseri anlamaya çalışmak yeterli gelmeyecek. Öğrendiğim kadarıyla Meksika kültürüne ve cinselliğine dair çağrıştırdığı olumsuz öğeler yüzünden bir süre sansüre uğramış. Meksika kültürünü bilemeyeceğim ama insan bu eseri son derece duyusal, erotik ya da şehvani bulabilir. Bazen bir eseri yorumlamaya çalışırken, okuyucu kendi iddiasını doğrulamak için öküz altında buzağı aramaya başlar. Ama bu eserde bunu yapmaya hiç gerek yok çünkü herkes için öküz altında bir buzağı var. Yani eseri ne şekilde yorumlamak isterseniz bunda kolayca muvaffak olabilirsiniz. Çünkü içerdiği sembollerden dolayı her kafada farklı şekil alacak bir yapıya sahip. Hikâyemiz Felipe Montero adında genç bir tarihçinin bir gazetede gördüğü bir ilana başvurmasıyla başlıyor. İş başvurusu yapmaya gittiği evde kendisini karşılayan 109 yaşındaki Dona Montero ve ona yardım eden aynı zamanda hikâyeye adını veren Aura isinde bir yeğeni karşılıyor. Bayan Montero kendisinden merhum eşi General Lorente’in anılarını iyi bir ücret karşılığında yazmasını istiyor. İlk olarak bu teklife sıcak bakmasa da Aura’nın baştan çıkarıcı güzelliği onun ikna etmeyi başarıyor. Aslında burada aklımıza peri masalları bile gelebilir. Aura kurbanını kandırmaya çalışan bir cadının yemi durumuna gibidir. Bundan sonra da tüm olaylar bir evin içinde gelişmeye başlıyor. Felipe’yle birlikte biz de eve girince gerçeklik yeni bir gerçeklikle yer değiştirmeye başlıyor. Hikâyenin en önemli karakteri yaşlanmaktan korkan, sonsuza kadar genç ve güzel kalmak isteyen, zamana karşı Don Kişotvari bir mücadeleye kalkışan Dona Montero’dur. Yeğeni Aura’da kendi gençliğini görür ve yaşar. Aura kendisinin vücut bulmuş halidir. Aura aslında gerçek bir karakter mi değil mi bu tartışmaya oldukça açık. Kitap boyunca Aura’nın cismani varlığını görürüz, kendisi bizimle konuşur ama hikâyenin sonu bu algımızı değiştirecek kadar kuvvetlidir. Aura ve halası benim için aynı kişidir. İki kadın arasındaki ilişki tam belli değil, her şey gerçek dışı gibidir. Çünkü Aura evde hiçbir zaman aynı yaşta kalmıyor, Felipe’yle her karşılaştığında daha yaşlı görünür onun gözüne. Aura ipleri başkasının elinde olan bir kukla gibi konuşur ve hareket eder, Felipe de her seferinde onun o evde esir tutulduğunu zanneder. Bayan Montero konuşurken Aura’nın dudakları otomatik olarak oynar. Aslında tüm bunlar Aura’nın gerçek bir karakter olmadığı, Felipe’nin zihninde canlandırdığı bir varlık olduğunu gösteriyor ya da Felipe bir cadının büyüsü altında halüsinasyon görmektedir. Hikâyedeki her şey rüya ve fantezi düzleminde gerçekleştiğinden rüyanın nerede bitip gerçeğin nerede başladığını kestirmek çok güç. Üstelik evin fiziki yapısı ve durumu da bu iddiayı desteleyecek türden. Evde çok az pencere vardır, dış dünyayla hiçbir bağlantı yoktur. Ev sürekli karanlıktır. Zamanı hissettirecek hiçbir şey yoktur, öyle ki saat takmak bile yasaktır. Bu durum gerçek ve doğaüstü arasındaki sınırı parçalıyor. Evin bu karanlık yapısı kafa karışıklığına sebep olmakla kalmıyor doğaüstü güçleri de çağrıştırıyor. Bu noktada Poe’nun hikâyeleri akla geliyor, çünkü fiziki mekân tasvirleri, metnin dili, kişiler arasındaki ilişkiler sanki Poe’nun kaleminden çıkmış gibi hissettiriyor. Bayan Montero’nun hayattaki en büyük eksikliği eşine bir çocuk verememek olmuş. Bu tutku kendisini hiçbir zaman bırakmaz. Bunu bir şekilde başarmak için de çeşitli yollara başvuruyor. Eserde doğurganlığı, yaşamı simgeleyen pek çok unsur var. Her şey fiziki bir birleşmeyi çağrıştırıyor. Aura’nın ışık saçan yeşil gözleri, giydiği yeşil elbise hep üretkenlik ve doğurganlıkla ilgilidir. Yeşil renk daha pek çok yerde vurgulanıyor metinde. Her şeyden önce evin kendisi bile Yusuf Atılgan’ın “Anayurt Oteli”ni akla getiriyor. Tıpkı otel gibi buradaki ev de aslında bir dölyatağı görevi görüyor. Öyle ki Felipe eve girer girmez tümüyle dişi bir dünyaya adımını atmış oluyor. Burada dikkat çekici bir şey de yazar bu eve girmek için İspanyolca’da içine girmek anlamına gelen “penetrar” fiilini kullanıyor. Bence bu fiil bile kasıtlı seçilmiş, çünkü bu kelime cinsel birleşmeyi çağrıştıran bir kelime olarak tercih ediliyor. Evin şehir merkezindeki konumuyla rahmin insan vücudundaki yeri birbiriyle orantılı. Felipe’nin bu dünyaya girişi de şöyle tasvir ediliyor: “Islak bitki, çürümüş kök kokusu, rutubet, uyuşukluk veren, ağır bir koku. Sana yol gösterecek bir ışık yok.” Nemli, karanlık, labirentimsi, organik ve kokulu yapısıyla adeta bir rahim tasviri söz konusu. Fiziksel bir birleşmeden önce burada Felipe’nin girmesiyle sembolik bir birleşme de gerçekleşmiş oluyor. Aura ile Bayan Montero arasındaki özdeşleşme oyununun bir benzerini de Felipe ile merhum general arasında görüyoruz. Felipe’nin işe alınmasının gerekçesi generalinin anılarını yazmaktır. Bir başkasının anılarını okumak, yazmak sanırım bir başkasının bilincine sahip olmakla aynı kapıya çıkıyor. Buradaki özdeşleşme oyunu zihin düzeyinde geçekleşiyor. Felipe generalin anılarını ne kadar çok okursa o kadar çok onun kimliğine sahip olacaktır. Bayan Montero da bunun bu şekilde olmasını istemektedir ve kitabın sonundaki cinsel birleşimlerinde Felipe aslında Bayan Montero merhum eşinin yerine geçmiştir ve böylece Bayan Montero’nun bir çocuk sahibi olması özlemi bir açıdan gerçekleşmiş olur. Bu kadar kısa bir hikâyenin bu kadar çok anlamı içinde barındırması gerçekten çok şaşırtıcı. Edebi olarak belki okura o lezzeti yaşatmıyor olabilir ama çağrıştırdığı anlamlar bakımında gerçekten çok başarılı. Okumaya değer diye düşünüyorum.
Aura
AuraCarlos Fuentes · Can Yayınları · 2005129 okunma
··
610 görüntüleme
AkilliBidik okurunun profil resmi
Ne kadar derin, özenli ve güzel bir inceleme yazmışsınız hocam, kaleminize sağlık. Terra Nostra'dan hareketle söyleyebilirim ki Fuentes okuması da, incelemesi de zor bir yazar bence. Ama bir o kadar da büyülü; sihirli, akıp giden bir anlatımı var. İncelemenizi okuyunca bir kez daha anladım ki, Fuentes'in metaforlarının içinde kaybolmamak için öncesinde anlattığı dönem kültürü ve tarihini kesinlikle araştırmak lazım. Devam edeceğim Fuentes okumaya, bu harika incelemenizden sonra Aura'yı da aldım listeme. Tekrar teşekkürler emeğinize, özeninize...
N okurunun profil resmi
Çok teşekkür ederim, Fuentes'i okurken hep bir yandan bir şeyleri atladığımı, kaçırdığımı hissettim. Yazar edebi anlamda gerçekten çok donanımlı, o kadar çok farklı konulara giriyor ki okur olarak kendisini takip etmekte çok zorlanıyorum. Bu kitabı da bence bunlardan biri. Keyifli okumalar dilerim. :)
5 sonraki yanıtı göster
Bu yorum görüntülenemiyor
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.