Bu kadar tuhaf bir anlatımı, imgelemi olan bir öykü kitabı okuduğumu hiç hatırlamıyorum. İnceleme yazısı yazmak için neresinden tutacağımı bilmiyorum. Hacı Bektaş'taki beş taşlar gibi bir yerinden tutup kavrayacak ve kaldırmaya imkân verecek bir yanı yok. Öykü, tamamen imgelemden, bilinç akışından ve iç konuşmadan ibaret olabilir, yadırganmaz ama Yanık Saraylar "sui generis" denilen türden, - tür bile değil, zira böyle bir yapıt yok - bir öykü kitabı. Tutulacak bir yanı yok. Yazılış biçimi bakımından Nazım'ın ilk dönem şiirlerindeki ahenge benzer bir biçim gördüğümü - görür gibi olduğumu mu söylemeliyim bilmiyorum - zannediyorum. Yer yer şiirsel bir anlatıma başvurulmuş. Dilbilgisi kuralları hak getire. Yayımlandığı 1965 yılında heyecanla karşılanmış. Belki de öyküde yeni yönsemenin bu olacağı tahmin edilmiş. Dönemin mümtaz tenkitçileri "düşüne düşüne hayatının en hurda ayrımlarına kadar indi" diye tuhaf bir tespit yapmışlar ama katılmak pek de mümkün değil. " Hayatın en hurda ayrımlarına" değil de en karanlık, en absürt ve hatta en olmayacak ayrımlarına inilmiş dense sanki daha manidar olurdu. Kadınlık hallerine, azınlık hallerine ilişkin detaylar ve ilginç pasajlar var tabii bunu inkâr etmemek lazım ama yine de iler tutar yanı olmayan öyküler desek daha doğru olur. Bu tarzı devam ettiren en azından benim bildiğim öykücüler olmadığına göre Sevim Burak'ın Yanık Saraylar'ı marjinal bir kitaptır diye rahatlıkla etiketlenebilir. Tabii şu noktayı da ihmal etmiyorum, belki de ben anlamadım öyküleri, olabilir... Ekstrem öykü okuması için buyrun Yanık Saraylar'a demekten başka diyecek bir şey yok...