Gönderi

Uzun Yol
Uzun bir yoldu, çok uzun. Sırtımda içine bu dünyadaki varımı yoğumu doldurduğum küçük ama ağır mı ağır bir çıkın vardı: Papirüs tomarları, kodeksler, gevrek parşömen üzerine aceleyle çiziktirilmiş soluk soluğa uçurum resimleri. İçi lifli hokkalarım, kamış kalemlerim ve mercan saplı kalemtıraşlarım meşin bir keseye, hayır, bir kopça kutusuna, hayır, bir yüksüğe sığmıştı. Usturamı, keskin ağzındaki sonuncu kan kurumadan kınına koymuştum. Yorgun bir yoldu, ölesiye yorgun, buğulu, suskun. Pusulam ilk çetin kavşakta şaşmış, haritalarım anut ama tıknefes bir katır gibi çölün ince kumunda sararmıştı. Ben, ki yümünsüz bir ip kaçkınıydım, yuvalarına batık gözlerim, ki karanlığa and içmiş, küskün birer münzeviydiler, ellerim ve ayaklarım, ki iri ve çıplak ve yaralı, vardılar. Parmakuçlarım, ki kösnüye doygun ve nasırlı.
·
7 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.