Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

·
Puan vermedi
“Beni anlamıyorlar!” diye çırpınaduran varlığımız için, “yazar” imgesinden daha anlamlı ne var, bilmiyorum.. 5 yıl önce almıştım Tutunamayanlar’ı. Gereğinden iyi anlayabilmek için 5 yıl okumaktan imtina etmişim (çünkü bence her kitabın bir okunma zamanı var ve bunu kitap kendisi belirliyor); isabet olmuş. O zamana kadar kitap benim “okunamayanlar”ım arasında 1 numaraydı. Beklemeliydi, okumam için onlarca kitap bitirmem gerek diye düşünüyordum, zira 6 kere okuyup 1 kere anlamayanlar güruhuna katılmaya hiç niyetli değildim. An geldi, bir hışımla aldım kitaplıktan, ders çalışır gibi okumaya başladım. Öyle Dan Brown okur gibi bir oturuşta 100 sayfa devirmek şöyle dursun, hayatım boyunca en uzun sürede bitirdiğim roman oldu kendisi. Okuduğum süre boyunca içsel yalnızlığımı arşa çıkaran, kafa sesimi en çok açan kitap olması nedeniyle sanırım ömrümce apayrı bir yerde olacak kitap. Lafı biraz daha öteye taşıyarak bu ülkede daha iyisi yazılamazdı dediğim kitap. Ve yine haddimin sınırlarını zorlayarak Dostoyevski’den sonra gelmiş en iyi yazar dediğim yazar. Okumadan önceki ben ile okuduktan sonraki ben arasındaki uçurumun dibinde, kitap üzerine, bir cesaret, bir kaç kelam etmeden geçemeyeceğim. Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar’ı Yusuf Atılgan’ın “Aylak Adam” (ki en sevdiğim Türkiye romanları arasında başı çeker kendisi) kitabında yer alan bir paragraftan esinlenerek yazdığı rivayet edilir. Söz konusu paragrafın içeriği düşünülünce bir tek paragraftan 724 sayfalık dev bir roman çıkarabilen Oğuz Atay bu haliyle bile ayakta alkışlanabilir. Bunca farkındalık sahibi, zeki, müthiş bir gözlemci, ziyadesiyle kültürlü bir yazar oluşu da kitabı okuyan hiç bir insanın gözünden kaçmamıştır kanımca. Öte yandan döneminin aydın geçinen diğer birçok yazarı gibi batı kültürünü, üst sınıfa mensup olmanın göstergesi, herkesten ayrı olmanın kestirme bir yolu olarak görmüyor oluşu, bununla beraber batı kültürünü sevmiş ve bu kültür ile ülkenin hayatı arasında bocalayıp duran bu aydınlarla sevgi ve anlayışla dalga geçiyor oluşu dönemin çok ötesinde bir yazar olduğunun belirleyicilerinden biridir. Akademisyen camiasına, bürokrasiye, Cumhuriyet dönemi sonrası örgütlenen eğreti sol harekete, dönemin aydın geçinen yazarlarına, TDK’ya, Osmanlıcılık ve Türkçülük başta olmak üzere diğer birçok akıma, eğitim sistemine, dönem siyasetinin olay örgüsüne daha da mühimi insana dair yapılan isabetli gözlemler ve eleştiriler yönüyle kitap, içeriğinde yer alan mizah öğelerinin, dahası sosyal medyada dolaşan (birçoğu uydurma) Olric diyaloglarının çok çok ötesinde bir kitaptır. Sanırım artık popüler kültür ikonu haline gelmiş kitabın birçok insan tarafından bu tür diyalogların daha fazlasını bulma, mizah öğeleri sayesinde biraz olsun eğlenme ümidiyle alınmış, ardından birbirinden kopuk, dağınık bir metinlerarasılık ile karşılaşınca 50-100 sayfa okunup ardından bir köşeye atılmasının sebebi de budur. Oysa kitapta yazılan hiç bir cümle gereksiz ya da göründüğü üzere boş ve saçma değildir. Her cümlenin yatağında ya birilerine giydirme durumu yahut hayata ve insanlığa dair gönülde fırtınalar koparan hüzünlü bir detay vardır. Bununla beraber insanın, nefes aldığı her saniye yaşadığı sonsuz sayıdaki çelişkiyi her satıra işlediğini, bizi karanlık gerçeklerimizle dolu ıssız bir sokakta başıboş bıraktığını söyleyerek Tutunamayanlar’ı okuduktan sonra içine girdiğim ruh halini de sanırım biraz olsun tanımlamış olabilirim. Özü itibariyle kitap; yozlaşan, metalaşan, bozulan bir dünyada, özbenliğini kaybetmiş ve mevcut düzene entegre olabilmiş insan kalabalığında; varoluşçu sancılarla kendine, topluma, değerlere ve dahi eşyaya yabancılaşan, yalnızlaşan, kabuğuna çekilerek iç ve dış dünyası arasındaki çatışmanın ağırlığı altında ezilerek gittikçe parçalanan “tutunamayanlar”ın romanıdır. Ötekileşen değerlerin ve ötekinin dünyasından kurtulmak için kendi “ben”ine sarılanların romanıdır. Ben buraya ait değilim uyanışıyla özbenliğine çekilme yolunda dış dünya ile olan bağını türlü çatılmalarla koparanların romanıdır. Beynimin ve hücrelerimin acı reseptörlerini sonuna dek zorlayan bu kitaba ve yazara bunca methiye sıraladıktan sonra “hiç bir şeyin mükemmel olmayacağı” gerçeğinin altını çizerek kendilerine büyük bir olumsuz eleştiri yapma hakkını da buluyorum kendimde. Yapacağım eleştiri Tutunamayanlar’dan hemen sonra başlamayı düşündüğüm Tehlikeli Oyunlar ve Korkuyu Beklerken kitaplarını bir süre rafa kaldırmama sebep olmuştur. Çağının ötesinde bir yazar olan Oğuz Atay’ın müthiş farkındalığı ne yazık ki “kadın” meselesini kuşatmakta kısır kalmış öyle ki kitapta “kadın sesi” kendine yer bulamamıştır. Yabancılaşma sorunsalı sadece erkeklere atfedilmiş, daha da kötüsü kadına “mevcut düzeni temsil” rolü yüklenmiş. Tutunamamak bireyin mevcut düzen ile hesaplaşması, ezbere yaşama düsturunu terketmesi sonucunda düzen içinde yer edinemeyerek yalnızlaşması ise bu durum neden salt erkek ekseninde düşünülmüş, anlam veremiyorum. En kötüsü de kitaptaki kadın karakterler erkek kahramanların varoluşlarını sorgulamalarında birer engel gibi gösterilmiş. Erkek karakterler benliklerini ve dış dünyayı sorgularken, kadın karakterler verili düzen içinde akıl yürütmekten yoksun, yozlaşmış düzenin birer parçaları halinde yaşamlarını sürdürüyorlar. Yabancılaşma üzerine yazılan bir kitapta, kadınlar yabancılaştırılarak esas meselenin dışına itilmiş. Demeden geçemeyeceğim: “Bat dünya bat!”
Tutunamayanlar
TutunamayanlarOğuz Atay · İletişim Yayınları · 202061,6bin okunma
·
43 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.