Tıp tarihine baktığımız zaman, bu şifalı maddenin 3000 yıldan beri kullanıldığını anlarız. Endüstri
devrimi ve toplumsal devrimlerle birlikte, ilimde de devrim oldu ve araştırmaları yoğunlaştı.
O andan başlayarak insan doğadan kopmaya başladı ve kendisini bilinmeyen bir akıntıya bıraktı.
Böylece doğa ile insanın yüzyıllarca sürdürdükleri uyum, uyumsuzluğa dönüşmeye başladı. İnsanın
bulduğu pek çok şey, onun çevresini bozmaya, yıkmaya ve kendisini yıpratmaya yöneldi. Teknik
ilerlemenin meydan okuyuşuna karşı insan direnemedi ve sonuçta doğaya boyun eğdirdiği gibi kendisi
de gelişmenin esiri oldu. Böylece dünya baş döndürücü bir hızla değişti ve eski bilgiler acımasızca
bir kenara atıldı. İlimle tanışan sağlık yöntemleri tıp okullarına dönüştü. Bu suretle iki tür sağlık
bilgisi ortaya çıktı: Biri biyolojik yönteme ve kazanılan deneylere dayandırılmış tababet dışı bilgiler
veya doğal sağlık yöntemi, diğeriyse araştırma ve teknik ilerlemeye dayanan tıp okullarıydı. Okullu
tababet, yavaş yavaş sentetik yoldan elde ettiği ilaçları kullanmaya başladı, zaten pek az olan mevcut
doğal sağlık maddelerini kenara itti ve bir gün bunlar tamamen kaybolup gittiler. İdrar da aynı
temizlik davasının kurbanı oldu, fakat gene de teşhisteki önemini kaybetmedi. 3000 yıl iyi bir deva
olarak hizmet etmiş olan idrar, bir gece içinde sessiz sedasız, "pislik" ve insan vücudunun dışladığı
"fena kokulu" bir şey olarak kayboluverdi.
Sayın okurlar, gelin bir an için, uzak geçmişe bir "öğrenim yolculuğu" yapalım, Nil vadisindeki
insanları "ziyaret edelim" ve 3000 yıl önceki Mısırlı göz doktorlarının göz hastalıklarını nasıl tedavi
ettiklerini öğrenelim. Elimize rehber kitap olarak "Eski Hekimlerin Sırları ve Güçleri" adı altında
Jürgen Thonvald'ın yazdığı kitabı ve arkeolojk birkaç papirüs belgesini alalım.
Sevgili okurlar, teknik-pratik sebeplerden, hemen idrarın tarihine girmeyip, idrarın rolünü daha iyi
anlatacak başka olgulara daldım diye sakın bana kızmayın.
"İç hastalıktan ve cerrahi hastalıkları konu alan Ebers, Papirüs göz hastalıkları hakkında da bilgi
veriyor: Mısırlı göz uzmanlarının birçok göz hastalığını bildiklerini ve az çok birbirinden
ayırdıklarını bildiriyor: Konjonktüvit, leukom (ak benek), şaşılık, kirpiklerin içe dönmesi, devamlı
akıntı, keratit, gece körlüğü, iritis (renkli tabaka iltihabı), arpacık, glokom, katarakt, en çok korkulan,
%50 körleşmeyle sonuçlanan ve sonraki yıllarda "Mısırlı hastalığı" denilen kornea (trahoma)
hastalığı.
Bu bilgilerin 3000 yıl öncesine ait olduğunu düşünürsek, eski Mısırlı göz doktorlarının hastalıklar
hakkında bilgilerinin hiç de az olmadığını görürüz. Göz hastalıklarının tedavilerinin de rastlantısal
olmadığını aşağıdaki bilgilerden öğreniyoruz.
"Doktorlar galenitten (kükürtlü kurşun), kömürden, tuz ve bakır eriyiklerinden, mür ağacı kökünden
ve diğer reçine türlerinden siyah ve yeşil merhemler yapıp iltihaplı gözlere kullandıklarına göre, bu
ilaçların kuşkusuz iltihap giderici bir etkisi vardı. Bal ile hintyağı karışımı sonradan da
kullanılıyordu, çünkü hintyağının sadece müshil etkisi yapmayıp, yaraları da iyileştirdiği bilinirdi