Gönderi

328 syf.
·
Not rated
Kıpırdamıyoruz, ilkokula yazılmak için fotoğraf çektirmeye giden Settar karakterinin hayatına giren bir kelime. Fotoğrafçının fotoğrafı çekeceği an kıpırdamıyoruz uyarısı vermesiyle romana da ismini veriyor. Roman, 1960’ların İstanbul’unda geçiyor. Dört gün sonra kıyamet kopacağı söylentisi her yere yayılınca muhteşem bir karnaval seyretmeye başlıyorsunuz. Öyle ki insanlar kendinden geçiyor. Günahsızlar günaha batıyor, son günlerin acısı başka türlü çıkıyor. Ümitsizlik had safha! Herkesin çıldırdığı bir evren hayal edin. Katlanılmayacak bir felaket çemberi. Böyle bir felaket başlamadan önce düşleri ile gerçek dünya arasında yaşayan 6 yaşındaki Settar karakteri karşımıza çıkıyor. Başka bir büyülü gerçekçilik dünyasına girmeye hazır olun. İnanılmaz bir kurgu! Bazen öylece duruyor Settar. Dışarıdan donmuş öylece durmuş gibi görünse dahi kendi dünyasında aslında hareket halinde. Fotoğraf karesinin içine hapsolmuş gibi çevresindeki sesleri, kokuları dahi duyar hale geliyor. Saf, çok saf bir çocuk. Babasına göre ise Settar’ın bu durumu geçmişteki korkunç travmadan kalan bir izden başka bir şey değil. “Bazı insanları tanıdıkça onları daha zor anladığını fark edersin ya, babam öyle bir adamdı işte. Tanıdıkça yabancılaştığımız biriydi merhum.” Babasının ardında bıraktığı sır dolu defterdeki gizemleri merak ediyor hep. Kim olduğunu, üzerinde kalan travmasını, geçmişini, annesini merak ediyor. Babasından sonra Settar büyüyor durmaları da geçiyor fakat bu defa kendini değil hayatı fotoğraf kareleriyle dondurmayı istiyor. Fotoğrafçı olmayı tercih ediyor. Kıpırdamıyoruz, onun için ne çok mana yüklü ne ince bir uyarı kelimesi! Ne çok! Zaman akıyor. Settar’ın düş ile gerçek arasında yaşadıkları, babasından dinlediği masallar, geçmişi ve geleceğiyle sayfaları çevirirken Settar’ın kim olduğunu anlamaya çalışıyoruz. Başından sonuna kadar esrarengiz bir roman. Sıra dışı bir kurgunun içerisinde ancak masallarda karşımıza çıkabilecek hadiseler mevcut. Konuşan bir fotoğraf makinesi, kanayan bir ağaç, Settar’ın düşlerindeki dünya. Düşlerden gerçek dünyaya, gerçek dünyadan düşlere uzandığımız bir zaman dilimi. Nesnelerle ve gerekirse hayat verdiği canlılarla düşünde bir köpekle konuşan Settar’ın dünyasına uzanıyoruz. Bir nesneye yüklenen manaların ötesinde nesnelerden çıkan insanı düşündüren cümleler oluyor. Her biri Settar’ın hayatına dokunmuş bize ipucu bırakan cümleler. İyilerle daha iyilerin kötülerle daha kötülerin savaştığı bu dört günde yazar bizlere iyi ve kötü kavramlarını bir kez daha sorgulatıyor. Karakterlerin bu süreçte dünyaya bakış açısını bize sahneliyor. Kıyamet kargaşası içinde insanların yapmadıkları şeyleri yapmaya başlaması, artık hayata dair ümit beslemedikleri ve dibine kadar günaha batmaya çekildikleri bir dünya sahnesi burası öyle hayal edin. İnancın içinde inançsızlığın barındığı bir sahne. İnsanlık kargaşası. Bu kargaşada ise Settar’ın hayatının son dört günde nasıl değişeceğine, ailesini bulmaya çalışırken geçmişe gidişi ve yaşadığı ilginç serüvenlere şahit tutuluyorsunuz. Zaman kavramı karakterlerin olmazsa olmazı haline gelmiş durumda. Yazar gerçekten zamanı çok güzel kullanmış. Bir anda yıllar öncesine savuruyor sizi. Bir hikâye dinliyorsunuz ardından bambaşka kapılar aralanıyor. Settar çocukluğuna iniyor hayatına başka insanlar giriyor. Zaman, gerçekten işliyor. “Anlasana, yaşamak, zamanın dışına çıkmaktır. Zaman, birbirine akan fotoğraflardır ve vallahi onlar yalanın en güçlü suretleridir. Bir kelime binlerce suretten güçlüdür.” “Arka arkaya eklenmiş sayısız fotoğraftır zaman. Bir kareden öbürüne akar gidersin ve geçenin zaman olduğunu sanırsın.” İsmail Güzelsoy’un akıcı üslubu sayesinde kitabı hemen yarılamanız mümkün. Okurken sanki hem masal okuyormuş gibi hem de Settar’ın çektiği fotoğraf kareleri gibi gözümün önüne sahneler düştüğünü hayal ettim. Her bir fotoğraf karesi başka bir puslu hikâyenin kapısını aralıyordu sanki. Film gibi kitaptı. Eski siyah beyaz filmleri andırıyordu bana hatta. Her karenin zihnimde canlandığı sırlarla dolu bir kitap. İsmail Güzelsoy’un romana bıraktığı bir cümle gibi, “Ne acayip bir hikâyeydi bu böyle. Bir masal gibi...” Söylemek istediklerimi en güzel ifade eden cümle oldu. Sanırım ben yazarların kullandığı bu akımı seviyorum. Düş ile gerçek dünya arasında gidip gelmeyi masal okuyormuş gibi her şeyin zihnime yuvarlandığı kendimi romana tamamiyle verebildiğim kalemleri okumayı seviyorum. Yazarla tanışma kitabım oldu. Beğeniyle okudum. Kendisinin edebiyat dünyasında 20.yılı kutlu olsun ve var olsun diyorum. Kaleminden oldukça memnun ayrıldım. Hatta kendisini okumak için geç kaldığımı düşünüyorum. Bundan sonra severek takip edeceğim. Okumak için geç kalmayın! Kitapla kalın.
Kıpırdamıyoruz
Kıpırdamıyoruzİsmail Güzelsoy · Doğan Kitap Yayınları · 2020209 okunma
·
349 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.