Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

SABUN KOKUSU ( ÖYKÜ )
Bir saniye abi, “ recep abi iki çay vardı bizim” -Çaylar geldi, çayın içine attığı attığı iki küp şeker karışırken çayın demine, kaşığın bardaktan çıkardığı şıngırtılı müzik eşliğinde anlatmaya devam etti, ”ev sahibi aradı işte, gelin bakın alacağınız bişi varsa gelin alın, ben bizimkilerle konuştum, babam dedi gidin bir bakın bakalım, en azından sonra bakmadık diye üzülmezsiniz” -Anlattığı adamın çaydan bir yudum aldığını görünce o da anlatmayı bırakıp aynen arkadaşı gibi höpürdeterek bir yudum aldı çaydan, bayattı çay, iş yerindeki hakime ablanın demlediği çayı düşündü daha güzeldi. Anlatmaya devam etti, “ neyse gittik ablamla. Ev sahibi, rahmetlinin yaşlarında bir adamdı, göçmen herhalde, bozuk bir Türkçesi vardı böyle. Yuvarlak bir tele takılmış iki anahtar verdi bize, birini tutarak bu dış kapının anahtarı dedi, bina zaten iki katlı. Girişteki daire bununmuş. Daha girişte iki tane kocaman saksı, solmuş kılıç çiçekleri... ablam güldü hemen, bende güldüm. Yıllar önce; bizi terk etmeden önce sarıgöldeki ev geldi aklımıza. O sik kadar güneş görmeyen oda da çiçek büyütmeye çalışırdı. -Yan masada pişti oynayanların bağrışmalarından ara vermişti anlatmaya ki bu sefer sadece dinleyen çayını yudumladı. ”Orada da büyümedi hiç bir çiçek.O evde her şey solardı. O(annem) güneşsizlikten dem vururdu, biz sevgisizlikten, büyümezdi. Koyu kahve, Tahta bir kapı. Boyaları kalkmış, ayak hizasına gelen yerlerde ayakkabı izi. Bina da iki daire var kapının tokmağında üç yazıyor.Tokmağın arkasındaki boyalar kalkmış. Kapıyı açtık, kapını oluşturduğu rüzgarın sebep olduğu bir toz kokusu, ablam hemen öksürmeye başladı. -Bir sigara çıkardı, çakmağı arandı ceplerinde, karşısında, dinleyene uzattı, o, onun sigarasını almayıp deri ceketinin iç cebinden çıkardığı kısa Winston paketinden bir tane çıkarıp kendi çakmağıyla yaktı. Öbürü devam etti anlatmaya, “Girişte, tam karşıda bir mutfak tezgahı. Mutfak dolabı yok. Tahtadan yapılmış bir düzeneğe dizilmiş renkli tabaklar. Cam, porselen, demir. Tezgahın altına boydan boya ipe çekilmiş, kırmızılı morlu çiçekli bir perde, onun arkasında tahta raflara konmuş tencereler, tavalar kavanozlar. Kaşıklar, çatallar plastik bir kabın içinde. Tezgahın solunda, camsız bir kapı, sarıya boyanmış, kalkan kaplamalar çiviyle tutturulmuş. Ablam açtı kapıyı, tuvaletmiş, yerde fayans falan yok, taştan bir lavabo, mor bir sabun. Zeminde, lacivert bir kova, mor bir maşrapa, kırmızı bir hortum, kaplaması paslanmış bir musluğa takılı. Ablam çatal bıçakları karıştırırken, ben tezgahın sol tarafındaki odaya girdim, krem rengi, üzerinde kahverengi ağaç baskıları perdeleri olan pencereye gittim, merak ettim “bıktım her gün sizi görmekten” diyen kadının nasıl bir manzara izlediğini. Bok gibi manzarası vardı. Boktan bir ceviz ağacı, boktan bir sürü yoğurt kabından dönüştürülmüş, solmuş, nane ekili saksı. . . -Düşündü, annesinin, ailesinden sıkılıp aradığı, mutluluk bu muydu diye, üç beş saksı nane, bir yaprakları bile görünmeyen ceviz ağacı. İki çocuğunda bulamadığı huzuru bu manzarada bulmuş muydu acaba. Değmiş miydi? Sonra odaya baktı, iki tane ikili, bir tane üçlü koyu kahve çizgili koltuk, bir tane iki kapılı beyaz gardırop, alt tarafında çekmeceler olan, kırmızılı bir halı, düşük bir tavan, kapı ile ikili koltuk arasında iki tane paslı fare kapanı ve insanın nefesini kesen bir rutubet kokusu. Bu kadar. Gözleri doldu. İçmeden biten sigarasını izmarit dolu kül tablasına atarken aklına dolabındaki kırmızı şarap geldi, annesinin kendisine ettiği beddualar geldi, meydandaki adliyenin duruşma salonundan çıkarken annesinin yanındaki lacivert takım elbiseli adam geldi, annesinin yüzündeki alçakça tebessüm geldi, babasının dudakların ısırması geldi... Karşısındaki adam kendisine dik dik bakan arkadaşını görünce, telefonu kapatıp, “kulağım sende kardeşim'' dedi ''anlat sen iş yerinden mesaj atmışlar'' diyene kadar sustu ve -bu mu? Dedi içinden. “şimdinin beş para etmez ama zamanının en son moda eşyalarımı örttü, kanından canından iki çocuğunun boşluğunu- “ sonra” dedi “kapı kasası olan ama kapısı olmayan diğer odaya gittim. Ortada bir kömür sobası, halbuki mevsim yaz. Demek ki gücü yetmemiş tekrar kaldırıp kurmaya, öyle kalmış ortada.Duvarlarda sararmış resimler, kararmış çerçevelerde. İki çekyat var, biri açılmış, üstünde battaniye, tükürük lekeleri olan yastığın yanında metal kül tablası, nevresimde sigara izleri. -Dudakları kurumuştu, bir su söyledi. Aliminyum folyoyu soyup bitirene kadar içti.- “kocaman soba, altında hayvan gibi mermer. Nasıl gücü yetsin. Uğraşamamış rahmetli, öyle kalmış evin ortasında. Kapının sağındaki duvarda dört çekmeceli bir komodin, üstünde tüplü televizyon. - Yukarıdan aşağıya doğru çekmeceleri açmaya başladı. İlk çekmecede siyah saplı bir makas ve zincirinde Atatürk resmi olan bir tırnak makası vardı. Düşündü, bir Pazar akşamı sağındaki ne benzeyen bir kömür sobasıyla ısıtılmış bir evde, kafası annesinin dizlerinde, önce pamuklu çubukla kulaklarını temizlemiş, sonra karşısında bağdaş kurmuş, eli annesinin ellerinde, annesi tırnaklarını kesiyor.. Çekmeceyi kapattı. İkinci Çekmeceyi açtı. Renk renk ipler, boy boy iğneler, annesinin, siyah önlüğü üzerine beyaz yakasını onardığı günleri düşündü. Sümüklü mendillerini, beslenme çantasını, yumurta kokusunu, sıra sıra dizilip Andımızı okuduğu zamanları, kapattı çekmeceyi. Üçüncüyü açtı, yeşilli morlu seccadelerin arasında sabundan yapılmış meyveleri gördü, üzüm, elma, şeftali, muz... Onca toz, rutubet ve çürük kokusu içinden derinden hissetti sabunun temiz kokusunu, ablasına baktı, o hala mutfakta tahtadan yapılmış düzenekteki dantellleri inceliyordu derin derin. Aynısından televizyonun üzerinde de vardı. Muz ve elmaları eline aldı ve çekmeceyi kapattı, dördüncü çekmeceyi açınca artık göz yaşlarını tutamadı, çekmecede oyuncaklar vardı, kendi çocukluğuna ait oyuncaklar ve tokalar, küpeler ve taraklar. Dizlerinin üzerine çökmüş çekmeceyi izlerken “abla gel” diyebildi sadece.- “ Sonra ablamda yanıma çöktü. İkimizinde gözleri dolmuş, çekmeceye düşüyor yaşlarımız, benim sarı tekerlekli mavi kamyonum, kırmızı demir, kapıları açılan spor arabam, Ablamın Mickey mause li saç tokası, kırmızı yeşilli, kirazlı tokası, çıngıraklı pembe tarağı, dantelli çorabı. Varlığımızla baş edemeyen kadın; annem, yokluğumuzda bizim çocukluk eşyalarımızla avunmuş, kime kızsak bilemedik, kendimizemi, babamızamı, annemizemi, kaderemi, Allah’a mı! Çıktık evden. Bende iki sabun, ablamda bir toka bir küpe, boğazlarımızda iki yumru, çıktı evden. Ev sahibi dış kapının önünde bekliyormuş zaten, verdik anahtarı. Hiç konuşmadan. “Taze” diyip iki çay getirdi Recep abi. Bu sefer daha dikkatli dinliyordu dinleyen, ikisininde gözleri dolmuş, aldı çayı şeker attı, tatlandırdı sözde...
··
147 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.