Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

164 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
·
6 günde okudu
Lavoisier'e, Giardino Bruno'ya
Kitap ile ilgili incelememe başlamadan önce şunu söylemek istiyorum. Eğer demokrasiye inanıyorsanız, laikliğe inanıyorsanız ya da bunlara inanıp inanmamakta sorun değil (zaten bir şeye inanmayın bence araştırın ve doğrusunu bulun.)ama tarafsız bir gözle okumanızı tavsiye ederim. Ve özellikle siyasal İslamcı bir dünya görüşüne sahip insanların okumalarını daha çok tavsiye ederim. Kitapta amaç dünya genelinde din adına uygulanmakta olan dinsel terörün nedenlerini ve kaynaklarını ortaya koymaktır. Aslında konu çok daha derin ve demokrasiye inanan, laikliği benimsemiş insanların daha çok üzerinde düşünmesi gereken bir konu. Mutlaka konuyu daha derin araştıran kitaplarda okunmalı. Dinci radikalizmin yok ettiği yaşamlar, yok ettiği özgürlükler kitapta çokta detaya girilmese de açıklanmış. Tabii biz bunları sadece okuyoruz, gözümüzün önünden inanılması zor bir şey gibi geçip gidiyor. Belki bunları yaşadık ya da hiç karşılaşmadık ama başımıza gelince belki de ahlar edip, vahlar edip ağlayacağız. Peki bunlar ülkemizde yaşanmadı mı, elbette yaşandı, çok çok ağırlarını gördük. Sivas, Çorum, Kahramanmaraş , Menemen olayı ve aydınlarımıza yapılan saldırılar, suikastler vb . daha bir çok suikast ,katliam. Yazar tabii ki sadece İslamiyet açısından konuyu araştırmıyor , içinde Hristiyanlıkta var ya da Yahudilikte. İslamcı arkadaşların bu konuda yazara tarafsız bir gözle bakmalarını tavsiye ederim. Yani konu İslam düşmanlığı ya da din düşmanlığı değil bu konuda yazar gayet objektif. Önyargı ile bakmamalarını öneririm. Neyse gelelim tekrar kitabımıza. Yazarın şöyle bir din tarifi var. Katılırsınız ya da katılmazsınız bu sizin takdirinizdir ancak ben gayet olumlu bulduğumu belirtmek isterim. "Din bizim kaderimize tesir eden kuvvetlere inanmak ve bu inanç sonunda onlara karşı özel davranışlarda bulunmaktır." Gayet doğru ve mantıklı bir tanım. Yeryüzünde yaşayan bütün dinleri kapsayan bir tarif bu. İnanma olgusunda özgür iradeden söz etmek oldukça zor çünkü her birey sonuçta bir inanç siteminde dünyaya geliyor. Coğrafya kaderdir dedikleri bu olsa gerek. Yani dinimizi seçme şansımız yok maalesef. Gerçi dini sorgulayıp ateist olabiliyoruz ama neden seçme şansımız yok bence bu da üzerinde düşünülmesi gereken bir konu.(ateizmde seçmeli ders olabilir nitekim :-) ) İnsan istediği şekilde inanmalı veya inanmamalı. Sonuçta birey özgürdür ve istediğine inanıp inanmamak bireyin kendisine kalmış bir şeydir. Neyse biz yine incelememize dönelim. Burada yazar önce dinlerin neden doğduğunu , ilk insanların neden inanma ihtiyacı hissettiğini açıklıyor. "İnsanlar her şeyden önce varlıklarını sürdürmek isterler .İlkel insan bunu koruma içgüdüsüyle sağlamaya çalışır. Ancak insanın sadece korunma ile varlığını sürdürmesi imkansızdır. Beslenmesi ve barınması da gerekmektedir. Beslenme , barınma ve korunma çabaları tek başına yeterli olmayınca ( Tanrılardan yardım dilenme, yağmur duası , Tanrılar rızkımızı verir, Tanrılar bizi korur düşüncesi ,Tanrılara dua hep bu amaçladır) dışta ki güçlerden ( Tanrılardan ) yardım istemek kaçınılmaz olmuştur. Dış varlık ve etkenlerin devreye girmesi merak ve öğrenmeyi kaçınılmaz kılmıştır. Beslenme için farklı ,barınmak için farklı kaynaklara başvurmak çok Tanrıcılığa , Totemizme yöneltmiştir. Çok Tanrıcı Totemizm döneminde insanlar ilk adımlarına birde sevgi boyutu eklemişlerdir. Bu amacı gerçekleştirmek için sunaklara başvurulmuştur. İlkel Totemizmden itibaren meydana çıkan kurban kesme adeti (demek ki tek Tanrılı dinler ile ortak bir yön var) ve kurban şöleni insanın benliğini mana ile doldurmak imkanını vermektedir. Tanrılara kurban sunmak onların öfkesini dindirmektedir. " Bu gelenek maalesef günümüze kadar gelmiştir ve hala kurban adı altında canlıların yaşam hakkı yok edilmektedir. Kutsal olan yaşam hakkı değil mi peki o zaman neden hayvanları bir inanç uğruna kurban veriyoruz ? Sorgulanması gereken bir konu. Her canlının yaşam hakkı yok mu, onları yok etmek neden? Din mevcut bir yapı ve doğal koşullar içinde geniş kitlelerin sorunlarına yanıt verebilen , yaşama ilişkin kurallar bütününü oluşturmaktadır. (Örneğin bir insanın yatak odasına kadar giren bir din ya da kadına sen evinde otur sadece annelik yap ,bir de kocana yatakta eşlik et onun cinsel ihtiyaçlarını gider başka bir şey yapma .) Ancak , değişim dikkate alındığında dinin yaşama kuralları özünde çağdaş yaşama uymayan bir takım çelişkileri ortaya çıkmaya başlar. Hangi toplumsal yapıda olursa olsun ,mevcut düzen öncelikle düzenin egemenlerinin hizmetindedir. Öncelikle egemenlerin çıkarını korur. Dini kullanmakta hiçbir sakınca görmezler. Olabildiğince onu sömürürler.(Ellerinde Kuran ile dolaşanları ,türban sömürüsünü bu açıdan düşünün) Bunu da tarihe bir not düşmek açısından koyuyorum. sozcu.com.tr/2015/gundem/erd... Diğer dinlerde çok mu farklı , asla değil .Onlarda da egemenler dini kullanmakta hiçbir beis görmezler . Üç dinde de hoşgörü konusunda çokta iyi bir geçmişe sahip değildir. Bu konuda üç dinden de sayısız örnek verebiliriz. Bunları tek tek sıralayalım. İlk örneğimiz Musevilikten. " Hz. Musa, kendi kavminden olan Yahudilerin Allah yolundan saptıklarını gördü. Bunun üzerine ordugâhın kapısını tutarak," Allah yanında yer alanlar çevremde toplansın; kılıcını kuşansın, ordugahta kapı kapı dolaşarak herkes (kafir olan doğru yoldan sapan) kendi kardeşini, arkadaşını ve komşusunu öldürsün" dedi. Levioğulları, Musa Peygamberin dediğini yaptılar; o gün, kavminden 3000 kişi öldürüldü. "(Tevrat, Çıkış Böl. Bap 32) İki örnekte Hıristıyanlıktan vermek istiyorum. Birisi cesaretine hayran olduğum Giardino Bruno. ve şu sözü de herkese örnek olmalı. "Dayan, mert ol, cahillerin yargısı seni tehdit etse bile fikrinden dönme." 1. Hristiyan inancına karşı olan teorileri hakkında konuşması ve Hristiyan ilahiyatını bırakıp felsefi konulara önem vermesinden dolayı Katolik Kilisesi'ne bağlı bir mahkeme sistemi olan Engizisyon’un dikkatini çekti. 1576’da Bruno, yazıları Engizisyon tarafından keşfedilince Napoli’den kaçmak zorunda kaldı. Fransa’ya kaçan Bruno burada 7 yıl geçirdi. Onun yazıları birçok ünlü şahsiyetin dikkatini çekti. Ardından, 1583-1585 yılları arasında Londra’ya yerleşip Polonyalı Matematikçi ve Filozof Nicolaus Copernicus’un gün merkezlilik teorisini savunan birçok kitap yazdı. Öte yandan, güneş sisteminin evreni dolduran güneş sistemlerinden biri olduğunu doğruladı. Yıldızların uzak güneşler olduğunu ve etrafından dönen gezegenler olduğunu söyleyerek çoklu evren teorisini savundu. Hatta evrenin merkezi olmadığını vurgulayarak sonsuz evren teorisini savundu. 1586 yılında Almanya’ya taşıp Wittenberg, Helmstedt, Frankfurt ve Prag gibi kentlerinde yaşadı. Ardından, 1591’de İtalya’ya gidip Venedik’e yerleşti. Venedik’te Bruno ihanete uğradı. Bazı yakın arkadaşları onu Engizisyon yetkililerine şikayet etti. Bruno, Engizisyon yetkilileri tarafından tutuklandı. Ardından Roma’ya gönderildi ve yargılama süreci 7 yıldan fazla sürdü. Katoliklik ve Mesih'in görüşlerine aykırı olmak, Üçlü Birlik'i reddetmek, Meryem'in bakire olup olmadığını sorgulamak, cehennemin varlığını reddetmek ve çoklu evrenin varlığına inanmakla suçlandı. Duruşma sırasında Bruno, kilisenin fanatik eğilimine rağmen felsefi düşüncelerini koruduğunu vurgulayarak dünya ve çoklu evren ile ilgili bilimsel teorilerinden vazgeçmeyeceğini söyledi. 20 Ocak 1600’de Papa VIII. Clement, Bruno’yu dalalet ile suçlayıp idam edilmesini emretti. 17 Şubat 1600 tarihinde, Giordano Bruno saçları tıraş edildikten sonra “Campo de' Fiori” Meydanına götürüldü. Birçok kaynaklara göre, dili küçük bir tahta parçasına çivi ile sabitlenerek başı asıldı ve çıplak bir şekilde diri diri yakıldı. 2. İkinci örnek ise Brunodan önce Servet isimli hekimin başına gelenler. Bruno'dan önce İspanyol hekimi Servet yazmış olduğu bir kitap nedeniyle yargılanmış ve yakılmıştı: "Servet ünlü bir bilgindi. İnsanı teşhir etmiş, kan dolaşımının sırlarını çözmeğe çalışmıştı. Yazdığı bir kitap için Cenevreli softalar kendisini ateşte yakılarak ölüme mahkûm etmişlerdi. Servet'i öyle bayağı yakmamış, tam iki saat ateşte kızartmışlardı." 3. Üçüncü örnek ise kilisenin çiçek aşısı ile ilgili görüşü. Gerçekten takdire şayan. Dinin bilimin önünde nasıl engel olduğuyla ilgili güzel bir örnek. Örneğin, çiçek aşısı din adamlarının protestolarına da neden olmuştur. Gerekçe ise; "Tanrı'nın cezasından kaçma girişimi" olarak nitelendirilmiştir. Bu davranış ve tepkiler, insanların insanca yasamaları ve mutluluklarının yadsındığının kanıtıdır. Aynı şekilde kadınların doğum sırasında acı çekmeleri Havva'nın ilk günahının bedeli olarak yorumlanmaktadır." Son olarak gelelim İslamiyete . Bu konuda da İslamcıların sicillerinin pek parlak oldukları söylenemez. Birinci örnek Şeyh Bedrettin ile ilgili. 1. Şeyh Bedreddin ortak mülkiyeti savunarak büyük bir ayaklanmayı başlatmıştır. Doğa ve Tanrı'nın aynı şey olduğunu, cennet ve cehennemin dünyaya ait simgeler olduğunu, kıyametin belirtilerinin gerçekleşmeyeceğini ve bir kıyametin olmadığını söylemiştir. En önemli sayılan düşüncesi ise, ortak mülkiyeti savunmuş olmasıdır. Bedreddin'in asılmasına neden olan düşüncesi bu olmalı. İkinci örnek Emeviler dönemine ait. 2. Emeviler döneminin ünlü valisi Haccac Bin Yusuf zencileri, Basra'nın bataklık bölgesine zorla iskan ettirirken, Orta Asyadaki Türkler üzerine yaptığı seferde 6 kilometrelik bir mesafedeki her ağaca bir Türk astırdı. Eli silah tutan bütün erkekler öldürüldü. Üçüncü örnek ise günümüzden .İslam ülkelerinde yaşanılanlardan. 3. Humeyni iktidara geldiğinde yaklaşık 3,5 milyon kişi yurtdışına kaçtı. 150 bin kişi hapislerde çürütüldü ve işkence tezgâhlarından geçirildi. 90 binden fazla insan, işkencelerde öldü. Bunların arasında çocuk ve kadınlar da bulunuyor. Lübnan'daki Hizbullah, kendi bölgesini Müslümanlaştırmak amacıyla, İslam’a uymayanları kaçırdı kimisinin elbiselerini yırttı, özellikle kadınların yüzüne kezzap attı. Benzer bir yöntem Cezayir'deki kadınları baskı altında tutmak için kullanıldı. Mısır'da ise kimi iş ve eğlence yerleri ateşe verildi. İçindekiler diri diri yakıldı veya yakılmak istendi. Dördüncü örnek ise ibret alınacak ve insanların tüylerini ürpertecek türden. Cezayir'de yaşananlardan. 4. İç savaşta öldürülen 53 gazetecinin 8 tanesi kadındır. 15 16 yaşındaki körpecik kızlar kaçırılıyor, tecavüz edildikten sonra da öldürülüyor. Gerekçe ise; birilerini uyarma veya gözdağı verme. Tecavüz için ileri sürdükleri gerekçe de oldukça ilginç; "19 yaşındaki Warda ve on kız arkadaşı kaçırılmış ve aylarca tecavüze uğramış. Warda ilk kez tecavüze uğradığında saldırgana zinanın İslam dinine göre yasak olduğunu söylediğinde aldığı yanıta inanamamış: "Benim buna hakkım var; çünkü ben kutsal savaşçıyım, bir mücahidim. Beşinci ve son örnek ise İran'da yaşananlardan. 5."Odamın camından Tebriz sokaklarını seyrediyorum. Birden otelin önünde trafik durdu ve üzerinde vinç ve vince asılı ucunda halkalı ipler bulunan iki kamyon gelip otelin önünde durdu. Duran kamyonlar vinçleri aşağıya indirdiler. Elleri bağlı 13 erkek gürdüm, boyunlarına ip geçirilmiş, ipler halkalarla vincin ucundaki büyük kancaya bağlanmıştı. Vinç aniden çalışıp adamları yukarı kaldırınca, adamlar sokakta gözlerimin önünde çırpına çırpına öldüler." Kitapta bu örnekler o kadar çok ki gerçekten okurken insanın tüyleri diken diken oluyor. Bu masum insanlar boş yere , bir inanç uğruna fütursuzca neden öldürülür neden yok edilir diye düşünülüyor. Sözde bütün dinler dünyaya hoşgörü getirsin , insanlığı doğru yola sevk etsin derler ama ne kadar doğru bu ? Gerçekten anlamak zor. Din adına insanları katletmek ,insanların bu yolla düşüncelerini yok etmeye çalışmak mümkün mü? Ya da bu düşünceleri yok edebildiniz mi? Peki tüm bu yaşananları yok etmek mümkün mü, dünyanın barış içerisinde , özgürlük içerisinde olmasını sağlamak mümkün mü? Elbette bu kolay değil ama çözüm mümkün. Peki nasıl bir çözüm? Yazarın bu konuda görüşü gayet net ve anlaşılabilir. Çözüm demokraside ,çözüm laiklikte ,çözüm haklı ve adaletli bir düzende yatıyor. "Terörün amaçlarından biri de kitlelere korku salmaktır. Çünkü terör zayıfın güçlülere karşı kullanmak zorunda kaldığı en güçlü bir silahtır. Birey bu amaçla yaşamını ortaya koymaktadır. Bu gibi eylemler sonucunda korku kitleleri teslim alır. Korku bulaşıcıdır. Kişiden kişiye, evden eve, sokaktan sokağa, mahalleden mahalleye, kentten kente ve bir ülkeye egemen olabilir. Bu salgın hastalıktan nasıl kurtulabiliriz? Ve ya dinsel terör nasıl önlenir? Bu sorunun en kısa yanıtı, çağdaş, laik ve demokratik bir toplum yapısını tüm kurum ve kurallarıyla kurmakla diye yanıtlanabilir." Yine şu görüşleri gayet anlaşılır. Başka da bir çözüm olmadığı muhakkak. Eğer çağdaş ,hakça ve adaletli bir dünya istiyorsak. "Dinsel terörün önlenebilmesi, onun nedenlerinin ortadan kaldırılmasıyla olanaklıdır. Başka bir ifade ile; toplumda ortaya çıkabilecek sorunların çözülmesiyle olanaklıdır. Çözümler hem mevcut sorunları çözmeli, hem de gelecekte ortaya çıkabilecek olası sorunları da çözmeğe olanak tanımalıdır. Yani toplum, demokratik, çağdaş, evrensel, laik, bir yönetim yapısına kavuşturulmalıdır. Gerçekte sorunsuz bir toplum sadece düşlerde var olabilir. Ancak insanca olanı sorun çözme iradesinin sistemin varlığında yer almasıdır." Aslında sadece dinsel değil tüm terör eylemlerinin ortadan kaldırılması sadece güvenlik tedbirleriyle çözülmez. İnsanların düşüncelerini özgürce konuşabilmesi, insanların kutuplaştırılmaması ve daha çok demokrasi ile mümkün. Çünkü insanlar konuşabildikçe ve düşüncelerini serbestçe (elbette terörizme başvurmadan) konuştukça terörizme kayış azalacaktır. Yoksa sadece güvenlikçi çözümler ile bunların çözülmesi mümkün degil. İncelemem bu kadar . Hangi görüşte olursanız olun , mutlaka kitabı okumanızı tavsiye ederim. Hatamız varsa da af ola. Özgür ve terörsüz bir dünya dileğiyle .... İsmail
Dinsel Şiddet
Dinsel ŞiddetFerhan Ercan · Toplumsal Dönüşüm Yayınları · 199715 okunma
··
307 görüntüleme
Ecem okurunun profil resmi
Emeğine sağlık İsmail. Hem kucaklayıcı ve hoşgörülü üslubun hem de detaylı anlatımın için kendi adıma teşekkür ediyorum. Her ne kadar uzun incelemeler rağbet görmese de iki cümle karalayıp atılanlar yanında benim için büyük nimet. Şiddetin olmadığı hiçbir alan yok lakin dinsel şiddet arkası oldukça kuvvetli bir tür, sorgulanamayan hatta sorgulanması talep dahi edilemeyen bir tür çoğu insan için. Ben de senin gibi şiddetten uzak bir toplum diliyorum ve elimizden geleni yapmamız konusunda diretiyorum. Tekrardan emeğine sağlık.
İsmail okurunun profil resmi
Çok teşekkür ederim, Ecem. Şiddetten uzak bir toplum, düş değil, mutlaka insanlık onu da çok uzak olmayan bir gelecekte görecektir. Yeter ki biz buna inanalım. Saygılar, sevgiler...
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.