Gönderi

83 YAŞINDA DELİKANLI
Okuyucularımdan birisi: ''Öptüğüm El'' başlığı altında yazdığım yazıdaki ozanın kim olduğunu soruyor. Anlatayım: Geçen gün Abdülhak Hâmit'e gitmiştim.Son yazdığı büyük piyesi bana okudu. Yaşıtlarının birçoğu, sona eren bir akşamın korkusuyla bir Öteyanın varlığına sığınırken, bu ak saçlı büyük usta: Meçhûle tapma, akl ü izâna tap, dedim Hayvâna tapma, insâna tap, dedim diyor. İşte öptüğüm el bu 83 yaşındaki delikanlının eliydi. Öyle bir 83 yaşında delikanlı ki, içinde sonsuz güzelliklerin ışıltıları dolaşan gözleri bugün artık kendi el yazısını bile gözlüksüz seçemezken, sonsuz yaşayışın sevgisi, adamoğlunun yaratıcı gücüne tükenmez inanışıyla, üstüne güneşlerin kızıllığı vurmuş bir kaya gibi dimdik dikilmiş duruyor.. Ben, Hâmit'i şimdi anlamaya başlıyorum. Onun yürek derisini yüzerek bu sert kabuğun içinde tutuşan alevle, gözlerim yeni yeni kamaşıyor.. O seksen üç yaşında ve piyes yazıyor. Daha kırk üçüne basmadan çıktığı yüksekliğe dayanamayarak patlayıp boşanan balonlar gibi, sönmüş nice yazıcılar biliyorum.. Onların yürek gücü mü eksikti.? Yoksa doğuşlarındaki artistlik ateşleri mi yetmedi.? Bence onların eksikliği, onlara yetmeyen nesne kültürleriydi. Hâmit'e seksen üç yaşında piyes yazdırtan nasıl kültürüyse, yirmi beşine kadar kanlarının sıcaklığıyla çoban şarkıları yazdıktan sonra bu kan soğur soğumaz susanları susturan da kültür eksikliğidir.. Hâmit'i bugün okudukça, onunla konuştukça daha çok anlıyorum ki, derelerin arasında köprüler nasıl bilgisiz kurulamazsa, yüreklerin arasında da köprü kurmak için bilgili olmak gerekir. Eğer ozanlığa özenseydim, tek söz yazmadan önce, en aşağı iki dil öğrenir, iki bin kitap okurdum. * [Orhan Selim / Akşam, 20.12.1934]
·
2 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.