Gönderi

Ve zaman geçiyordu hikayeler anlatarak. Öğle sonrası güneşinin eğik kırmızı ışınları okulun çevresindeki orman düşüyordu. Ekmek ağaçlarının ve incirlerin dallarından sarkan gulança saplarının üzerinde sallanıyor da sallanıyordu kuşlar gagaları havada. Ve okulda, hasırlardan, eski yırtık kitaplardan, topraktan, orakla kesilmiş buruk tütün dumanından yükselen kokular ormanın kokusuna karışarak bir rayiha senfonisi yaratıyordu. Köyün gölgeli yolunda kendi halinde bir köylü çocuğu belirmekte yavaş yavaş. Koltuğunda kitaplar, leke toprağıyla yıkanmış elbiseleri üzerinde, ablasının arkasına takılmış okuldan dönüyor çocuk. İpek misali ince, parlak ve yumuşak saçlarını özenle taramış annesi. İri güzel gözlerinde hep aynı şaşkınlık. Hep aynı garip dünyayı seyretmekten, bir sonsuz hayret ifadesi gelip çökmüş sanki bakışlarına. Ağaçlardan meydana gelen şu ufuk: Dünyada bütün bildiği şey bu işte... Orada yemek yediriyor ona annesi her gün, orada tarıyor saçlarını, ablası orada giydiriyor; ve bu dar sınırların ötesinde, bilinmeyen'in uçsuz bucaksız okyanusu var! Çocuk ruhu ummanın derinliklerine inemiyor henüz.
17 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.