... matbaanın keşfinden beri mimarinin yavaş yavaş kuruduğunu, köreldiğini, içinin boşaldığını görebilirsiniz. Suyun alçaldığı, özsuyun çekip gittiği, dönemlerin ve halkların düşüncesinin ondan uzaklaştığı kolayca hissedilebiliyor! Mimariden soğuma on beşinci yüzyılda belli belirsizdir, o dönemde henüz güçsüz olan matbaa kudretli mimariden en fazla bir yaşam kıvılcımı sızdırır. Ama on altıncı yüzyıldan itibaren hastalığı ilerleyen mimari toplumu yeterince ifade etmez; sefilce klasik sanat kılığına bürünür, Galyalı, Avrupalı, yerliyken, Yunanlıya ve Romalıya; gerçek ve çağdaşken sahte antiğe dönüşür. İşte Rönesans olarak anılan bu çöküş yine de muhteşemdir, çünkü eski gotik deha, Mainz'in o devasa baskı makinesinin ardında batmakta olan o güneş, son ışınlarını bir süre daha Latin kemerlerinden ve Korint sütunlarından oluşan o melez yığının üzerine göndermeye devam eder. Bu batan güneşiyse seher sanırız. Yine de diğerleri gibi tek bir sanat haline dönüşüp, eksiksiz, egemen, baskıcı bir sanat olma özelliğini yitiren mimarinin diğer sanatları elinde tutacak gücü kalmamıştır. Mimarinin boyunduruğundan kurtulup özgürleşen bu sanatların her biri kendi yolunu çizer. Hepsi de bu ayrılıktan kazançlı çıkmış, yalıtılmışlık her birinin yücelmesini sağlamıştır. İşlemecilik heykelciliğe, minyatür resme, ayin ilâhileri müziğe dönüşür. Mimari adeta İskender'in ölümüyle her biri kendi krallığını ilan eden vilayetlerden oluşan bir imparatorluğa benzer. Böylece göz kamaştırıcı on altıncı yüzyılın görkemli sanatçıları olan Rafael, Michelangelo, Jean Goujon, Palestrina'nın dönemleri başlar.
Sayfa 195 - 196, 12. Basım, Haziran 2019
Böylece, mimari Gutenberg'e kadar temel ve evrensel yazıyı temsil ediyordu. Doğu'da başlayan, Eski Yunan ve Roma'da devam eden bu granit kitabın son sayfasını Orta­ çağ yazdı. Zaten Ortaçağ' da gözlemlediğimiz kast mimarisi­ni izleyen halk mimarisi, kendini insan zekasında tarihin di­ğer olağanüstü dönemlerindekine benzer bir hareket tarzıyla yeniden üretiyordu. Burada izah etmesi ciltler tutacak bir yasayı kısaca özetleyelim, ilkel çağların beşiği olan Doğu'da Hint mimarisinden sonra Arap mimarisinin o görkemli annesi Fenike mimarisi, eski çağlarda Etrüsk tarzı ve devasa anıtları bir çeşitlilik arz eden Mısır mimarisi, Yunan mimarisine Kartaca kubbesinin eklenmesinden ibaret olan modern zamanların Roma mimarisinden sonra gotik mimari. Ve bu üç mimari dönemi basite indirgersek üç büyük kardeş olan Hint, Mısır, Roma mimarilerinde aynı sembole, yani teokrasiye, kasta, birliğe, dogmaya, mite ve Tanrıya, üç küçük kardeş olan Fenike Yunan ve Gotik mimarilerinde ise doğalarına içkin olan tarz farklılığına rağmen özgürlüğe, halka, insana rastlarız. İster Brahman rahibi, ister büyücü, ister papa olarak adlandırılsın, Hint, Mısır ve Roma duvarcılıklarında sadece din adamının varlığı hissedilir. Halk mimarileri için aynı şey geçerli değildir. Onlar daha zengin, daha laiktir. Fenike mimarisinde tüccarın, Yunan mimarisinde cumhuriyetçinin, gotik mimaride burjuvanın ağırlığı hissedilir.
Sayfa 192 - 193, 12. Basım, Haziran 2019
Reklam
"Şu görkemli barakalar, diyorum Ferahlık; sence insan bu evlerin içine sığınarak özgür müdür?" "Aklını yeterince kullanabiliyorsa neden olmasın? Rab insana aklı sayesinde sebze toplamak yanında ceylan avlamayı da buğday hasadı yanında yeni rızıklar keşfetmeyi de verecek. Mevsimlere göre tabiatı kullanmayı, Rabb'in nimetlerinden daha fazla istifadesini sağlayacak." "Peki ama kuşaklar boyunca birlikte gelişen insan gitgide hayvan ve bitki dengesini bozmayacak mı?" "İnsan lehine evet! Ama bunlardan biri diğerinin alış- kanlıklarını ve ihtiyaçlarını göz ardı etmediği sürece akıllar sayesinde dünya daha güzel bir yer olacak." "Rab dünyayı güzelleştirmek için bu yolu mu seçti sence?" "Bilakis dünya zaten güzeldi ve onu çirkinleştirenler yalnızca insanlar oldu. Rab akıl sayesinde bu güzelliğe yeniden erişmemizi istiyor bence. Çünkü insana giriş ve çıkış yollarını akıl gösterir. Aklını kullanarak insan dünyayı adil ve herkes için daha güzel bir yer yapabilir. Rabb'in istediği bu olsa gerek."
Dünya güçlülere aittir; ticaretin ve simsarlığın çamurları içinde ağnayıp duranlara değil, aynı zamanda asil olan güçlülere. Bütün bu âlem gerçek soylulara, görkemli sarışın hayvanlara, taviz vermeyenlere, hayatı evetleyenlere aittir.
Kuşkusuz Notre-Dame de Paris Kilisesi günümüzde de görkemli ve heybetli bir görünüme sahiptir. Ama yaşlanırken kendini çok iyi korumasına rağmen, zamanın ve insanların bir araya gelerek, ilk taşı koyan Charlemagne'a ve son taşı koyan Philippe-Auguste'e saygı duymadan bu ulu yapıya verdikleri sayısız hasarlar karşısında iç çekmemek, öfkelenmemek çok güçtür. Katedrallerimizin bu yaşlı kraliçesinin yüzündeki kırışıklığın yanında hep bir yara izi vardır. Tempus edax, homo edacior; bu deyişi tüm kalbimle şöyle çevirebilirim: Zamanın gözü kördür, insan ahmaktır.
Sayfa 113 - 12. Basım, Haziran 2019
Ben, görkemli servetlerde gözü olmayanlardanım. Dünya denen bu berbat Kasırgalar Hanı’nda beni yedirip yatırırlarsa, öpüp de başıma korum.
Sayfa 127
Reklam
1,000 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.