Breuer devam etmişti. “Birden yaşlandım. Kendimi yaşlı bir adam olarak, önüme çıkan bir yaşama; bir mesleğe, bir kariyere, bir aileye, bir kültüre gömülmüş bir halde buldum. Benim için her şey yazılmıştı. Ben hiçbir seçim yapmadım. Kendime bir şans tanımalıyım! Kendimi bulmak için fırsat vermeliyim!”
“Şans mı?” diye karşılık verdi Mathilde. “Kendini bulmak mı? Josef, sen neler diyorsun? İstediğin nedir?”
“Senden hiçbir şey istemiyorum! Kendimden bir şey istiyorum. Yaşamımı değiştirmek zorundayım! Yoksa, bir kere bile yaşadığımı hissetmeden ölümü karşılamak zorunda kalacağım.”
“Josef, çılgınlık bu!” Mathilde sesini yükseltmişti. Gözleri korku doluydu. “Ne oldu sana? Ne zamandan beri senin yaşamın, benim yaşamım diye bir şey var? Biz bir yaşamı paylaşıyoruz; yaşamımızı birleştirmek için birbirimize yemin ettik.”
“Ama benim olmayan bir şeyi sana nasıl verebilirim?”
“Seni artık hiç anlamıyorum. ‘Özgürlük!,’ ‘kendini bulmak’, ‘hiç yaşamamış olmak’; bu sözler bana çok saçma geliyor. Sana neler oluyor Josef? Bize neler oluyor?” Mathilde daha fazla konuşamamıştı. Ellerini yumruk yaparak ağzına götürmüş, hızla ondan uzaklaşarak hıçkırmaya başlamıştı.
Gözleri dolu biriydi. Okulda kendisiyle dalga geçen çocuğa aynı şekilde yanıt verdiği için, neşeli bir şarkıya sıkışmış hüzünlü bir kelime için, o sabah gökyüzünü gri gördüğü için ağlayabilirdi.
İşte bundan dolayı, Yarvinen’in reçel kutularına ‘içkiye engeldir’ unvanı verilmiştir. Bu kutulardan her biri, girdiği köylü veya işçi evinde parlak bir güne ışığı görevini görür. Bu kutununeve geldiğini gören bütün çocukların gözleri sevinçle parlar. Aile reisinin bir günde elde ettiği paranın alkole, yani zehre verilmeyip de gıdaya verildiğini gören her anne, bu durumdan memnundur