Margaret Atwood’un kaleminden çıkmış olan “Damızlık Kızın Öyküsü” eseri okuduğum en güzel distopyalardan biriydi. Aslında eseri okurken çok sinirlensem de, emin olun merakınıza yenik düşüp ilerliyorsunuz.
Amerika’da yaşanmış bazı olaylar sebebiyle ülkede radyasyon ve hastalıklardan dolayı doğurganlık büyük ölçüde azalıyor. Ülkede ise bazı yasaklar konmaya başlıyor. Neslin devamı için kadınları sadece cinsel bir obje olarak görüp, onların sürekli doğum yapmalarını istiyorlar. İşte bu kadınların, yüksek rütbeli komutanlara verilenine “Damızlık Kız” ismi veriliyor. Doğum yapmayan kadınlar ise farklı görevlere tahsis ediliyorlar. (Hizmetçilik vb. gibi)
İşte sinirlendiğim noktalardan biri de burada başlıyor. Damızlık kızların doğurganlık dönemlerinde yanlarına verildikleri komutanlarla birlikteliğe hazırlanıyorlar ve komutanın eşi de bu esnada onların yanında bulunuyor. Bu damızlık kızlar o kadar hor görülüyor ki onların bir isimleri bile yok. Genelde yanlarındaki komutan kimse “onunki” adını alıyorlar. (Fredinki gibi) Çocuk doğuramayanlar ise ağır şartlar altında çalışmaya maruz bırakılıyorlar.
Ben bunlara eziyet diyebiliyorum sadece ve bu eziyetin benzerlerini de yaşıyor olmak beni korkutmuyor değil. Ülkemizde yaşanan “kuma” olayları, çocuğu olmuyor diye boşanmayı tercih eden aileler… Az da olsa kadın-erkek olarak bu olaylara onay verenler de var ne yazık ki.
Eserin devamında bir isyan bekliyordum ben; fakat olmadı. Belki de devam kitabında karşılayacaktır beni. Sabırsızlanıyorum okumak için.
Sevgili okurlar kadınların köleleştirilmediği, tüm haklarının korunabildiği güzel günlere…
Yazarın Hayvan Çiftliği adlı eserinden sonra, bilinen distopyası olan 1984’ okudum.
Eserde Doğuasya, Avrasya ve Okyanusya devletlerinin sürekli olarak birbirleriyle savaş halleri ele alınmıştır. Okyanusya devletinin yöneticisi ise Büyük Birader’dir.
Savaş zamanlarında (yani her zaman) ülkede sizi sürekli gözetleyen, konuşmalarınızı duyan, çıkıp