...Bizim kendimize özgü yazgımız, şu iki gerçeklik düzeninin içinde olmak zorunda olmamız: yitirilmiş olanla
karşı karşıyayız ve bizi bekleyen şeyi önceliyoruz.Bu anlamda sorunları asla açıklığa kavuşturamayacağız. “Bunu geride bıraktık” ya da “bu önümüzde” diyemeyeceğiz asla.
Lanet olası hayat ! En acı ve kırıcı olan şey, bu hayatın acılara karşılık olarak mükafatla sona ermemesi. Operadaki gibi zaferle değil, ölümle son bulacak olması.
Bir erkek çocuğu doğurmak düşüncesi,geçmişteki bütün güçsüzlüklerinin umut halindeki öç alması gibiydi.Bir erkek, en azından özgürdür.Tutkudan tutkuya, ülkeden ülkeye dolaşabilir, engelleri aşabilir, en erişilmez mutluluklara ulaşabilir.Bir kadın ise hep yasaklarla sınırlıdır.Elinden bir şey gelmez, boyun eğer,doğasından gelen zayıflık ve yasalar onu engeller.İstemi, şapkasına bir kurdeleyle tutturulan tülü gibi, rüzgarla uçuşur.Hep sürükleyen bir istek ve buna engel olan bir ahlak yasası vardır.
“Yetişkinlerin savaştığı,bombalar attığı,birbirini kesip doğradığı,acımasızlığın kol gezdiği bir dünyada gençlerin yurtsever,dine bağlı, uslu,terbiyeli olmaları söz konusu değildir.”