Gotik sanatçıları gözlem anlayışını, zarif beğeniyi, kendilerini çevreleyen dünyayı resmetmekte kullandılar. Sanatçıların ilgisi, yavaş yavaş, kutsal öykünün açık seçik ve etkileyici bir biçimde anlatımından; doğanın görünümünü aslına en uygun olarak yansıtabilecek bir betimleme yöntemine kaymaya başlamıştı. Sanatçının görevi değişmişti artık. Sanatçı önceleri, kutsal öykünün başlıca kişilerine uygun eski kalıpları öğrenip, bunları yeni uyarlamalara sokmaktan oluşuyordu. Oysa şimdi, sanatçıdan, doğadan çizimler yapıp, bu çizimleri resimlerine yerleştirebilecek yetenekte olması isteniyordu. Bu yüzden bir cep defteri taşımaya, buna, Ender ve güzel hayvanlarla bitkilerin ilk taslaklarını doldurmaya başladı. Seyirci kitlesi, doğanın resmedilişindeki ustalığa ve tabloları zenginleştiren çekici ayrıntıların bolluğuna göre yargısını vermeye başladı. Fakat sanatçılar daha da ileri gitmek istiyordu. Yalnızca bitki ve hayvan gibi ayrıntıların doğadan doğrudan imgeleştirimindeki ustalıkla yetinmediler. Optik yasalarını irdelemek ve insan vücudunun bilgisine, onu heykel ve resimlerinde verecek kadar sahip olmak istiyorlardı. Sanatçıların ilgisi bu yöne girdikten sonra, artık ortaçağ sanatı kesinlikle aşılmış sayılırdı. Böylece rönesans başlamış oldu.
Bu çalışmanın değişik yerlerinde Joachim du Bellay, Nerval, Charles Baudelaire ve Mayakovski gibi dört önemli şair ve kuramcının genç şairlere öğütleri yer aldı. Onları bir araya toplamakta yarar var. Bunlara, Dağlarca'nın öğütlerini ve gerek şair, gerek şiir araştırmacısı olarak elli yıla yakın bir süre şiir üstüne çalıştığım için, kendi