Freud'la (1912) fikir birliği içinde olduğunu ifade eden Balint (1948), “güzel bir aşk ilişkisi için mutlak anlamda zorunlu olmadığını” söyleyerek, idealleştirmeyi devre dışı bırakır. Balint özellikle Freud'un birçok durumda idealleştirmenin aşkın doyurucu bir biçimde gelişmesine yardımcı olmadığı, hatta onu engellediği önermesine katılır.
Ama David (1971) ve Chasseguet-Smirgel (1973) aşk ilişkisinde idealleştirmenin önemini vurgular. Onlara göre, âşık olma hali benliği zenginleştirir ve benliğin libidinal yatırımını arttırır; çünkü aşk ideal bir benlik durumunu gerçekleştirir ve yüceltilmiş benliğin nesneyle o andaki ilişkisi benlikle ego ideali arasındaki en uygun ilişkiyi yeniden üretir.
Van der Waals (1965) normal aşkta nesne yatırımının ve narsisistik libidinal yatırımın aynı anda artışına vurgu yapar. Chasseguet-Smirgel'e göre, geçici gençlik aşklarının aksine, yetişkin aşkta hafifletilmiş ego idealinin idealleştirilen aşk nesnesine sınırlı bir yansıtılması görülür ve aynı zamanda âşık olunan nesnenin sağladığı cinsel doyum narsisistik (benlik) yatırımı yükseltir. Bu gözlemler, bence, normal idealleştirmenin bebeklik ve çocukluğun ahlâk kurallarını bir yetişkinin etik sistemine dönüştüren mekanizmanın ileri bir gelişme düzeyini oluşturduğu yolundaki düşüncemle bağdaşıyor. Böyle kavrandığında, idealleştirme yetişkin aşk ilişkisinin bir işlevidir, “romantik” gençlik aşkıyla yetişkin aşk arasındaki sürekliliği kurar. Normal koşullarda, yansıtılan ego ideali değil; (ego idealini de kapsayan) süperego içindeki yapısal gelişmelerden doğan ideallerdir.