Okuyucuların ya çok sevdikleri ya da nefret ettikleri bir yazar Bukowski gördüğüm kadarıyla. Benim için kendisi ortada bir yazar. Ne bayılıyorum ne de tiksiniyorum. Ama şunu biliyorum; içten yazıyor. Ya da bu izlenimi edinmemizi sağlıyor. Dümdüz, ne geçiyorsa aklından ve de başından onu yazıyor. Ve dünya da ipinde değil. Ona bir içki verin yeter.
Şimdiye değin dilimize çevrilmiş 5 kitabını okudum ve beni eğlendirmeyi başardı. Öykülerinin bir kısmını bayağı beğendim, bir kısmı birbirinin benzeri konulardaydı. Hatta aynı sayılırlar. Dil olarak oldukça yalın ve akıcı yazıyor Bukowski. Bazılarına göre yazdıkları edebi olmayabilir, ancak herif olduğu gibi yazıyor, düşüncelerini hiç öyle allayıp pullayıp bize sunmuyor. Söylemek istediğini çatır çatır söylüyor ve bunun sonucunda ne düşündüğümüz umurunda değil.
Çoğu öyküsünde, belki de hepsinde aslında kendi yaşadıklarını anlatıyor. Ya da o kadar çok kendi yaşamından söz ediyor ki yaşamadıkları da bize sanki gerçekten yaşanmış gibi geliyor. Belki de bu yüzden bana içten geliyordur. Bunun dışında bazen de sanki yazmıyor da kusuyor. Arada bunu neden okuyorum diyorum kendime. Bir bakıyorum kitap bitmiş oluyor. Yeri geliyor, "bu da her boku yazmış" diyorum. Çünkü gerçekten her boku yazıyor, "işedim, sıçtım, yanımdaki kadın osurdu..." gibi. Ama günün sonunda beni gerçekten eğlendiriyor.
Birbirine çok benzeyen öyküler yazsa da, bolca sövgü, bolca cinsellik barındırsa da, her haltı kussa da Bukowski okumayı seviyorum. Yaşamın tüm boktanlığını ve sıradanlığını anlatsa da, bunları Bukowski'den dinlemek güzel.