Kitapla ilgili kimse Munchausen by Proxy Sendromu'ndan bahsetmemiş sanırım, benim ilgimi bu kısmı çektiği için merak edip okumak istemiştim. Dizisi de varmış ama okumak daha rahat geldi oturup onca bölümü kim izleyecek allah aşkına. :)
"Munchausen by Proxy Sendromu (Bir Başkasına Yüklenen Yapay Bozukluk), çocuğun bakımından sorumlu olan
YASAMAK SAKAYA GELMEZ,
BÜYÜK BİR CİDDİYETLE YASAYACAKSIN
BİR SİNCAP GİBİ MESELA,
YANI, YASAMIN DIŞINDA VE ÖTESİNDE HİÇBİR ŞEY BEKLEMEDEN
YANI, BÜTÜN İŞİN GÜCÜN YASAMAK OLACAK.
YAŞAMAYI CİDDİYE ALACAKSIN,
YANI, O DERECEDE, ÖYLESİNE Kİ,
MESELA, KOLLARIN BAĞLI ARKADAN, SIRTIN DUVARDA,
YAHUT, KOCAMAN GÖZLÜKLERİN,
BEYAZ GÖMLEĞİNLE BİR
Ne güzel şey hatırlamak seni,
yazmak sana dair,
hapiste sırt üstü yatıp seni düşünmek:
filanca gün,
falanca yerde söylediğin söz,
kendisi değil
edasındaki dünya…
Ne olursa olsun mutlu değidi, hiç bir zaman mutlu olmamıştı. Hayatın bu yetersizliği, dayandığı şeylerin hemen çürümesi nereden geliyordu? Ama bir yerlerde kuvvetli ve güzel bi insan hem coşkunluk, hemde incelikle dolu kıymetli bir varlık bir melek kılığı altında bir şair kalbi, gökyüzüne şairine düğün destanları söyleyen tunç telli bir rebap bulunsaydı onunla tesadüfen niçin karşılaşmamalıydı ah ne imkansızlık! Zaten hiç bir zaman böyle bir şey araştırmaya değmezdi; her şey yalan söylüyordu, her gülümsemenin altında sıkıntıdan esneme vardı.
İnsan bir yerde yok hissediyorsa, yoktur. İnsan bir yerde varlığinı hissetmiyorsa çekip gitmek en iyisidir. İnsan bir çiçek gibi açmıyorsa koltuğu olmuș olmamış ne çıkar.
Neydi yani o kadar abartılan mutsuzluk. Onları hep beğenmeye, sevmeye. katlanmaya zorlayan şey, gerçekten yaşamak için lazım olan mıydı? Bunun ne denli büyük bir oyun olduğunu anlamak çok da zor değildi. Gerçekten güzel ve yaşatan bir sevgi vardı. Yaşadıkça birikiyordu ikisinin de içinde.
Hepimiz bir yolun yolcusuyuz bu hayatta sonsuz diye bir şey yok sevdiğimiz insanlar değer verdiğimiz ögeler veya o hepimizin hatırladığı bi pazar gecesi sobanın üstünde demlenen çay o çaydanlığın etrafına koku çıkarsın diye koyduğumuz portakal kabukları o kardeşimizle son kalan bisküvi için etiğimiz tatlı kavgalar hepsi son buldu şu an en son ne zaman bisküvi yedim onu bile hatırlamıyorum zaten tadı da pek eskisi gibi de değil çünkü bizim özlediğimiz o bi bisküvi değil o yaşanılan eski günlerdi çok insan kaybettik kimini yaşadığı halde kimini ağlayarak toprağa verdik her giden anı her giden insan bi yara bıraktı kalbimizde gün gelicek anemiz babamız dahi olmayacak yanımızda her geçen gün eskiyi hiraz daha özlüyorum eski aşklarımı eski anılarımı ama acımasızca geçerken zaman hayatın ne kadar boş olduğunu anlıyorum ve o yüzden yalan geliyor bana bu dünya işte o yüzfen hayattan zevk almuyorum biliyoröusun çünkü her yaşadığım mutluluğun geride bir anı olarak kalacak olmasını bilmek yoruyor yüreğimizi aslında ölmek çok güzel bir şey çünkü bütün dert ve tasalarımız bir anda yok olup gider insan oğlu doyumsuzdur ne kadar iyi olursa olsun hep bir parça daha koparmanın derdinde hepimiz öyleyiz ama artık bana giç bir şey eskisi gibi tad vermiyor okuldan kaçmakarımız lise anılarımızı çok özlüyoruz ama gün gelicek çoluğa çocuğa karşınca da bu günleri özleyeceğiz nasıl beraber iken doya doya eğlenip içimizden hiç bitmemesini istiyoruz ya o günlerde her şey gibi özlemlerin arasında kaybolacak özlemek kalbi çok yoruyor işte o yüzden bu kahır ve özlem dolu bu dünyanın bir an önce geçip gitmesi dileği ile