Dönüp buz ve kızıl kaya yığını içinde bırakılmış olan kızağa baktı. İyi iş görmüştü, dedi. Sadakati fark gözetmeksizin, alıştığımız, kullandığımız, onlarsız olamadığımız sabırlı, inatçı, güvenilir eşyaları da kapsıyordu. Kızağı özlüyordu.
Hiçbir şey istemiyor hiçbir şey ummuyordum. Hiçbir şeyden korkmuyordum. Bu yüzden özgürdüm. Çünkü yaşamımız boyunca bizi köleleştiren isteklerimiz, umutlarımız, korkularımızdır. Özgürlüğüm onları öfkelendiriyordu. Hâlâ istediğim, hâlâ korktuğum ya da hâlâ özlediğim bir şey kalmış olması hoşlarına giderdi. O zaman beni bir kez daha köleleştirebilirlerdi.
Mavi çelik merdiven kenardan havuzun içine sarkıyor ve dipten çok yukarıda son buluyordu. İnsanı tutacak, kaldıracak hiçbir şey yoktu orada, hiçbir şey!
Çok az konuşuyor. Belki de pek zeki olmadığı için. Kendisini üzen bu durumunu gizlemek istiyor belki. Çok yazık böyle bir şeye üzülmesi, zeka dedikleri şey nedir ki, insanın gerçek değeri yüreğinde yatar.